Bu yazı, Hûd sûresi 117.-118. ayetlere odaklanarak dünyada gerçekleşen ilahi azabı ve toplumların düşünsel ayrılığa düşme nedenlerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Yazıda “Kur’an’ın Kur’an ile tefsiri” yöntemine başvurularak söz konusu iki ayetin anlaşılmasına katkı sağladığı düşünülen başka ayetlere referansta bulunulmuştur. Elde edilen bulgulara göre ıslah edici bireylerden oluşan toplumlar dünyevi helâk cezasına uğramaz. İhtilafın olumsuz sonuçlarından korunmak için Allah’a dayanmak, şükretmek vb. salih ameller yapıcı bir rol oynayabilir.
Şirk büyük bir zulümdür (Lokmân 31/13) ve Allah’ın haklarına dönük bir ihlaldir. Merhametinden dolayı Allah sırf bu suç nedeniyle toplumları helâk etmez: “Halkı iyi olduğu halde Rabbin, haksızlıkla kentleri helâk etmez.” (Hûd 11/117). Ayetteki “Halkı iyi” toplumlar, sadece kendilerinin iyi olmasıyla yetinmeyen aksine iyiliği yaygınlaştıran (muṣliḥūn) kimselerden oluşmaktadır. Yani onlar, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!” demez. Yüce Allah, kullarına ne yaparsa yapsın O’nun fiillerine haksızlık atfedilmez. Hadis-i şerifte belirtildiği gibi O’nun rahmeti gazabını geçtiği için kendisine yönelik suçları ihmal etmez; ancak cezalandırmak için acele de etmez. Kulların birbirlerine dönük haksızlıklarına gelince o suçlardan dolayı dünyevi azap gelebilir. “Hüküm sürmek küfürle / inkârla devam edebilir, zulümle devam etmez!” sözünden kastedilen de bu olsa gerektir. Bir topluma azap gelmişse mazeret sunamayacak şekilde uyarılmışlar; fakat ikazları dikkate almamışlar demektir. Bununla birlikte başına doğal felaket gelen her toplumun cezalandırıldığı söylenemez. Bazı toplumların iyi insanlardan oluşmaları ve imtihandan geçirilmeleri de söz konusu olabilir. Yüce Allah yaratıcı olduğu için kulları hakkında dilediği gibi tasarrufta bulunur. Yani belalar göndererek kimine azap eder kimini de sınavdan geçirir.
Her şeye gücü yeten Allah, insanların tek dinden olmasını dilememiştir: “Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek ümmet yapardı. (Fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.” (Hûd 11/118). İnsanların ihtilafa düşmedikleri konu sayısı çok azdır. Bu da sanki imtihanın bir gereğidir. İhtilaf; iletişim eksikliğinden, ideolojik ve dinî farklardan, kaynakların kıtlığından, güç mücadelesinden, kişisel etkenlerden (sabırsızlık, öfke kontrolü sorunları, rekabetçilik vb.), fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçların karşılanmamasından, kültürel farklılıklardan (görgü kuralları, iletişim üslupları vb.), geçmiş deneyimlerden, iş birliğine açık olmamaktan kaynaklanabilir. Kur’an, ihtiras ve kıskançlığı (baġyen) da ihtilaf nedenleri arasında sayar (el-Bakara 2/213). Allah’a tevekkül ve şükür, başkalarından beklenti içine girmeme ve sevap işleme arzusu bu ihtilafların büyük oranda ilacıdır. İhtilaftan kastedilen şeyin mümin-kâfir ihtilafı olduğu varsayılırsa bu durumda ihtilaf kişinin ahirette cennete ya da cehenneme gitmesinde rol oynamış olur. Ayette kastedilen ihtilafın bu varsayılan ihtilaf olma ihtimali daha yüksektir.
Görüldüğü gibi haksızlık ve zulüm, toplumların helâkine yol açabilir, ancak yüce Allah, rahmeti gereği, insanları haksızlıkları nedeniyle cezalandırmadan önce onları uyarır ve fırsat tanır. İyiliği yaygınlaştıran ve haksızlıktan kaçınan toplumlar, Allah’ın rahmetine kavuşur ve helâk olmaktan kurtulur. Dolayısıyla birbirimize karşı daha adil ve merhametli olma sorumluluğumuz bulunmaktadır. İhtilafa gelince insanların farklı özellikleri, inanç ve anlayışlara sahip olmaları nedeniyle o, kaçınılmaz bir gerçektir. İnsanlar arasındaki ihtilafların kaynağı çok çeşitli olabilir, ancak bu ihtilafları çözmek için daha fazla anlayış, sabır ve şükür gereklidir. Allah’a dayanmak, O’na tevekkül etmek ve insanlar arasında sevgi ve barışı teşvik etmek, helâk edilmekten kurtulmanın anahtarı olabilir. İhtilafın doğasında, insanların farklı bakış açılarına sahip olmaları gerçeği vardır; ancak bu farklılıkların bizi birbirimize düşman hâline getirmesine izin vermemeliyiz. İhtilafı anlamak ve barışçıl bir şekilde çözmek, birlikte yaşadığımız dünyada daha iyi bir gelecek inşa etmek için atabileceğimiz adımlardır. İhtilafa düştüğümüz durumlarda hedef; muhataplarımıza üstün gelmek değil, kendimizin ve onların “kurtulanlardan olmalarını” sağlamak olmalıdır. Farklılıklarımız, dindaşlarımızın anlayışlarıyla ilgiliyse elden geldiğince onları birer zenginlik olarak kabul edelim ve birbirimize vahiy ve sünnet ışığında destek olalım.
MURAT KAYACAN
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN BURAYA TIKLAYINIZ