Ekonomi İlk Çeyrekte Yüzde 2,6 Daraldı
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), yılın ilk çeyreğine ilişkin Gayrisafi Yurt İçi Hâsıla (GSYH) verilerini açıkladı. Ekonomideki daralma, piyasa beklentileri çerçevesinde gerçekleşti. Türkiye ekonomisi, yılın ilk çeyreğinde yüzde 2,6 daraldı. Gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) TL’deki sert değer kaybı, finansal şartlardaki sıkılaşma ve iç talepteki yavaşlamanın da etkisiyle yüzde 2,5 daralması bekleniyordu. Türkiye ekonomisi, 2017’de iç talep ağırlıklı yüzde 7,4 büyümüştü. Bu dönemde aşırı ısınma tartışılırken, ekonomi 2018’in ilk çeyreğine yüzde 7.2 seviyesinde yüksek bir büyüme ile başladı. İkinci çeyrekte büyüme yüzde 5,3’e, üçüncü çeyrekte yüzde 1,6’ya yavaşladıktan sonra son çeyrekte ise yüzde 3 daralma yaşamıştı.
Hem Enflasyon Hem de Küçülmeye Karşı Çare Nedir?
Türkiye’nin içinde bulunduğu iktisadî durumunu bir cümle hatta bir kelime ile özetlemek mümkündür: Slumpflasyon: İngilizce “Slump” (ekonomi hayatında durgunluk, konjonktürel kriz) ve enflasyon kelimelerinden oluşan bu kavram, iktisadî küçülme ile birlikte yaşanan ileri derecedeki hayat pahalılığına işaret etmektedir. Bu durum, son dönemlerde tüm çıplaklığıyla aynen memleketimizde yaşanmaktadır. Sokaktaki vatandaşımız belki de en çok bunun farkındadır.
Artık “Türkiye İttifakı” denilen daha kapsayıcı bir yaklaşımla iktidar ve muhalefet, “aynı gemide” olmanın gerçeğini görerek, karşılıklı atışmalar yerine millî meseleler konusunda ortaklaşa akl-i selimce kararlar alabilmelidir. İş ciddi bir noktaya geldi. Ekonomideki daralmanın devam edeceğini gösteren işaretler çok belirgin. Bu işsizliğin daha artacağına işarettir. Çevremdeki tahsilli fakat işsiz gençlerin önemli bir kesimi geleceğe ümitsiz bakıyor, yurt dışına gitmek için, benden bilgi istiyorlar. “Memleketinizde kalın, burada imkânlar çok” diyemiyorum artık. Onun için hükümet, ne yapıp yapıp, Türkiye’yi yeniden yaşanabilir bir ülkeye dönüştürmelidir.
Bunun için hukuk sisteminde nasıl ki bir reform paketi açıklandı ve olumlu tepkiler alındı ise aynı yenilikçi açılım yolsuzluklarla mücadele ve KHK mağdurlarının haklarının iadesi gibi Türkiye’yi rahatlatacak girişimlerde bulunulmalıdır. Türkiye’nin yabancı yatırımcılar için cazip bir ülke olabilmesi için, finansal bazı teşviklere (yüksek faiz oranları gibi) başvurulmaktadır. Ancak bunlar yeterli olmadığı gibi, sağlıklı bir ekonomi ve istihdam açısından hiçbir artı katkısı olmayan palyatif tedbirlerdir. Günü kurtarma çabalarıdır. Borçlanmayı ertelemektir. Hem AB ülkelerinden, hem de bütün Körfez ülkelerinden yatırımcıları çekebilecek özgür bir Türkiye olma yönünde hızlı adımlar atmalıyız. Yatırımlar, altyapıya değil kendi içinde yeni istihdam alanları ve imkânları doğurabilecek high-tek gibi verimli sektörlere yönlendirilmelidir.
Siyasî gerginliklere yol açan karşılıklı suçlamaları ve partizanca yaklaşımları artık bırakmalıyız. Hangi stratejik sektörlerde istihdamı artırabiliriz sorusuna kafa yormalıyız, ama hep birlikte ve hep birlikte aldığımız kararların arkasında durmalıyız. Tarım, maalesef ihmal edilmiş durumda. Burada çalışanların sayısı bu yılın ilk çeyreğinde 300 bine düşmüş, inşaat sektöründe de yarım milyondan fazla işgücü atıl durumdadır. Üst üste yaşanan iktisadî küçülmelerin önüne geçilmezse, toplumsal barış tehlikeye düşer yani birlikte yaşamak daha da güçleşir.
Artan sayıda işsizlerin cebinde para olmayacak, üretim azaldığı için fiyatlar da yüksek seviyelerde seyredecek. Bu durumda alım gücünün gerilediğinden bile bahsedemeyiz. Çünkü alım gücü sıfırlandığında çaresizlikler içinde hiç de arzu etmediğimiz olaylar yaşanabilir. Kalıcı iktisadî gerileme ile birlikte cinnet vakıaları, intiharlar, ahlâkî erozyonda baş gösterir.
Yeniden iktisadî büyüme için, enflasyon, istihdam, faiz, bütçe açığı, cari açık, millî paranın değer kaybetmesi gibi sorunlarla mücadele etmeliyiz. Bu mücadele azmi ve bilinci, hem hükümetçe, hem de bütün muhalefet gruplarıyla ortaklaşa yürütebilirse geleceğe yönelik beklentilerin tohumları da atılmış olunur.
Kişi başına gelir hızla gerilmekle birlikte işsizlerin ve yoksulların sosyal güvencesi yani asgari geçim standardı hem işsizlik sigortası fonundan, hem de kamusal sosyal yardım kaynaklarından sağlanmalıdır. Bu durumda en azından sosyal adaletin aynında sosyal gerilimlerin ve sapmaların önüne geçilmiş olunur. Üretimi artırıcı devlet teşvikleriyle enflasyonun düşürülmesi sağlanmalıdır. Bütün dünyada faiz gerilerken, Türkiye’de sürekli olarak artmaktadır. Finans sistemi içinde taktiksel operasyonlar yerine faizi gereksiz kılacak üretim/ticaret/yatırım ağırlıklı açılımların altına imza atılmalıdır.
TL’nin son dönemdeki hızlı değer kaybı, hayra alamet değildir. En yüksek mercilerden vatan-millet-Sakarya gibi millî duygulara hitap eden “döviz bozdurun” talimatı yapılsa da bunun reel etkisi sınırlı kalmaktadır. Üstelik nereye kadar? Kaldı ki tam tersine bir gelişme yaşanıyor. Şu anda yerli paraya rağbet gittikçe azalıyor. Parası olan dövize bozduruyor. Bu dolarizasyon eğilimi devam ettikçe yabancı paraların toplam mevduattaki payı iyice artacaktır. Peki bu durumda dış borçlar nasıl ödenecek? İşimiz zor. Ancak milletimize geleceğe ümitle bakabilecek huzurlu bir ortam vaat edilirse ve burada da samimiyet gösterilir, gerekli adımlar hemen atılırsa sadece milletimizin değil dış dünyanın da devlete/hükümete karşı güveni artabilecektir.
Ne gibi adımlar mı atılmalı? Altyapı yatırımlarına geçici bir süre ara verilmeli, kamuda israftan kaçınılmalı, devletin en üst kademelerinde bulunana bürokratların, başdanışmanların, kurul üyelerinin yanında milletvekillerinin maaşlarına geçici bir süre zam yapılmasın, bunun yerine en alt gruplar ve küçük/genç/eğitimli girişimciler dünya ile rekabete edebilecek bir teşvik sistemine tâbi tutulsun. Bu vesile ile finans sistemini iki de bir krize dönüştüren borca dayalı faiz belasından kurtulmanın çareleri aranmalıdır. Sistem içinde başvurulan klâsik bazı tedbirler, kalıcı olarak çözüm üretemiyor.
Kriz daha da derinleşmeden krizin oluşmasında etken olan manevî sebeplerine de bakılmalıdır. Müslüman bir ülke/toplum olarak nerede Allah’ın hükümlerini çiğnedik ve neden bu tür krizlerin muhatabı oluyoruz? Bir öz muhasebe ve eleştiri yapıp, belki de ilk önce kalben/ruhen tövbe istiğfar edip, başta yöneticiler olmak üzere özellikle kul hakları bağlamında yapılan hatalar/ihlaller gözden geçirilmeli, maddî/manevî yönden zulme uğrayanlardan af talep edilmeli ve onların hakları iade edilmelidir.
Mazlumların ahı değil manevî desteğini alabilmek, birçok sorunun çözümüne yardımcı olacak ve böyle kutlu bir girişimle birlikte ülke, C. Hakk’ın inayeti ile yeniden toparlanacaktır. Ekonomik krizlerin baş sebebinin de hak ihlallerinin yanında manevî çalkantılar, daralmalar, sapmalar olduğunu unutmamak lazım. Toplum hayatında adaletin tesisinin yanında maneviyatın egemen olması ile birlikte sadece manevî diriliş/huzur değil aynı zamanda maddî refah ve bereket de kendisini gösterecektir.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi