islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5356
EURO
36,4311
ALTIN
2.963,19
BIST
9.159,71
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

HER AY DENETLEDİĞİM CEZAEVİNE TUTUKLU OLARAK GELMEKTE VARMIŞ 

HER AY DENETLEDİĞİM CEZAEVİNE TUTUKLU OLARAK GELMEKTE VARMIŞ 
4 Kasım 2022 09:00
A+
A-

Uşak Üniversitesi Rektörü olarak gerek mahkûmlarının rehabilitasyonu, gerekse de cezaevinin iş yurtlarında üretilen deri vb. hazır giyim ürünlerinin tasarımı konularında imzaladığım protokollerle destek verdiğim,  daha da ilginci 5 yıldır Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri İzleme Kurulu Başkanı olarak her ay denetlediğim Uşak Kapalı Ceza ve Tevkif Evine bu kez resmi denetleyici olarak değil de bir tutuklu olarak gelmek de varmış.

Tarifsiz acılar içindeyim elbette. Acım cezaevine tutuklu olarak girmekten daha öte bir şey. Bu acıyı dayanılmaz kılan, yasal kılıflı kalleşliği içime atarak betona gömülmek zorunda kalmamdan kaynaklanıyor.

Kadim bir devletin hukuk sistemi göz göre göre nasıl bu kadar istismar edilebilir?  Adalet sistemimiz nasıl bu kadar zayıf olabilir? Arkasında 2500 yıllık tecrübe biriktirmiş köklü bir devlette, kişi ve grup çıkarı derdine düşmüş bir müptezel sürüsü (ki bu gruba Uşak kamuoyunda “FETÖ’nün cahilleri” deniyordu) nasıl bu kadar rahat at koşturabiliyor?   Ülke ateş çemberinden geçerken FETÖ tipi böyle bir komploya nasıl cesaret etmişlerdi? FETÖ mantalitesi tam da bu değil miydi?

İnanılır gibi değil!  Bir rektör olarak herkesin gözü önünde bunların kadrine uğramışım. Kravatlı eşkıyaların ellerine düşmüşüm. Ardı ardına sert, sivri ve acımasız sorular beynimi zonklatıyor.

Soru içinde sorular zihnimde köşe kapmaca oynarken cezaevinin nezarethanesi diyebileceğimiz bir bölüme üç kişiyle birlikte konuldum. Yanımdakilerin üçü de FETÖ sempatizanları. Hâkim karşısında itirafçı olduklarını söyleyen ve bildiklerini anlatan bu kişiler hemen orada tekrar “cemaat” dayanışmasına döndüklerini çağrıştırır konuşmalar yapmaya başladılar.

Konuşmaları cezaevi hayatını bildiklerini ve kendilerini bu kadere hazırladıklarını gösteriyordu. Muhtemeldir ki operasyonun kendilerine doğru yaklaşmakta olduğunu öngördüklerinden daha önce cezaevine giren FETÖ mensuplarının yakınlarından edindikleri bilgilerle kendilerini de böyle bir akıbete hazırlamışlardı.     Bendeki şok onlarda yoktu.

Aralarında “Bizi FETÖ koğuşuna veriyorlarmış, inşallah düzeni kurulmuş iyi bir koğuşa düşeriz. Artık sulu bir yemek yüzü göreceğiz, sıcak çay da içeceğiz, kaç gündür ekmek arası karın doyurmaktan gına geldi.” diye konuşmaları benim de duygularımı yansıtıyordu. Sulu yemek ve sıcak çay hasreti bende de vardı.

Gündelik hayatta sıradan gelen ve pek farkında olmadığımız nice nimetler 10 gün uzak kalmakla, hasreti çekilen, burunda tüten nesneler oluvermişti.  Ne yazık ki sahip olunduğunda kadri kıymeti bilinmeyen bunca nimetin değeri mahrum kalınca anlaşılıyor…

Küçük bir hücrede bir saat kadar kilitli kaldıktan sonra bir görevli, mazgalın kapağını çekerek beni çağırdı. Bir bölmede aramanın bir gereği olarak üzerimde külot kalana kadar bütün giysilerimi çıkardım. Giysileri asacak veya koyacak herhangi bir yer olmadığı için tozlu zemine öylece bıraktım.

Kıyafetlerimi ve nezarette kullandığım banyo havlusu, çamaşır vb. eşyalarımı kirli zeminde bir yerden başka bir yere aktararak, en ince ayrıntısına kadar, mıncıklaya mıncıklaya aradılar. Bütün bu muameleler ve icra şekli insanda değersizlik duygusu oluşturuyor. Tuhaf geliyor insana!

Arkasından kimlik bilgileri, parmak izi tespiti ve göz retinası taraması yapılması gibi işlemler, işinin ehli insanlar olmadığı için epey uzun sürdü. Personelin cihazları kullanmaktaki acemilikleri dikkat çekiciydi.

Başmüdür Çıka Geldi!

İşlemler tamamlanmak üzere iken yanında 3-4 gardiyanla birlikte Cezaevi Başmüdürü çıka geldi. Başmüdür, zaman zaman görüştüğüm, protokoller imzaladığım ve ilişkilerimizin gayet iyi olduğu babacan birisiydi.  Onu görünce, hukukumuz olduğunu düşünerek  “Beni FETÖ koğuşuna vermeyin.” dedim.

Hain 15 Temmuz darbe girişimi üzerinden henüz 5,5 ay geçmişti ve FETÖ’ye karşı içim hala öfke doluydu. Böyle bir psikoloji ile onlarla aynı mekânı paylaşıp aynı havayı solumaya katlanamayacağımı düşünüyordum.

Bizim Tonton Başmüdür’ün gerginliği koca gövdesine yansıyor, dudakları pek çok şey söylemek istercesine sabırsızlıkla titriyordu. Sadece  “Senin yerin hazır.” diyebildi ve arkasını getiremedi. Bunu söylerken, sözleri gizemli bir mana taşıyormuş gibi gülümsedi.

Hücreye Girme Serenomisi

Cezaevinin labirent şeklindeki bir koridorundan diğer koridoruna, demir parmaklı kapılardan geçerek ve her geçişte yanımda Başmüdür ve gardiyanlar olduğu halde sanki ilk defa arama yapılıyormuş gibi üzerim ve eşyalarım titiz bir şekilde tekrar tekrar aranarak ilerledik. Adeta bir bilinmeze doğru  gidiyorduk.

Nihayet benim için hazırladıkları koğuşun önüne geldik. Aklımın ucundan dahi geçmeyen bir âleme intikal etmek üzereydim.  En dayanılmaz sürecin ve adı konmamış bir işkencenin beni kapının ardında beklediğini nasıl bilebilirdim!

Gardiyan, önce mazgallı demir kapının iri asma kilidini açtı, arkasından kapıdaki sabit kilidi anahtarla çevirdi ve paslı demir sürgüyü gürültüyle çekerek kapıyı açtı.

Demir kapılardan yankılanan bu kilit şakırtıları ve paslı demir gürültüsü, hiç alışamadığım ve aslında beklenmedik bir anda ortaya çıkan, hiç hayra yorulmayan seslerdi. Ve bu sadece bir başlangıçtı.   Koğuşumda ve koğuş koridorlarında 907 gün süresince yankılanan bu sesin bazı derin anlamları vardı. Ya koğuşta ani bir arama yapılmasına ya da yeni bir tutuklunun gelmesine delalet ederdi. İkisi de birçok açıdan irrite edici. Sizi rahatsız etmemesi,  uyuyorsanız uykunuzu bölmemesi veya yeni gelen tutuklunun acısını, acınıza eklemlememeniz mümkün değildir.

 Kirli Battaniyeden Daha Kirli!

Kapıda elime oldukça eski ve kirli bir battaniye, yine kirli bir yastık ile yıllarca kullanılıp yıkanmaktan renkleri atmış birer yastık kılıfı, nevresim ve çarşaf verdiler. Eşyalar çürümüş gibi pörsümüştü ve kirliydi kirli olmasına da beni buraya gömen FETÖ istismarını bu raddeye getiren kahpe kamu görevlileri daha da kirliydi!  Burada gördüğüm pörsümüşlük ve kir, pörsümüş çürük elmaların kiriydi.

İçeri girer girmez soğuktan ürperdim. Tarih 31 Aralık 2016, hücre buz kesiyordu. Hemen dönüp “Ne kadar da soğuk böyle,  ben burada donarım Müdürüm.” dedim ve bir kaç tane battaniye daha istedim. İkiden fazla vermemiz yasak, sen de biliyorsun diyen Başmüdür, gardiyanlardan bir battaniye daha getirmelerini söyledi.

Hücrede Hayat

Beni içeri bırakıp demir kapıyı büyük bir gürültüyle kapattıklarında sanki tabut üstüme kapanmıştı. Kapı önünde elimde eşyalarla hipnotize olmuş gibi öylece durakaldım. Son kademe olan paslı demir sürgünün de gürültüyle itilmesiyle irkilerek kendime geldim.

Hücrenin girişinde her ikisinin de kapıları kapanmayan oldukça bakımsız ve kirli bir alaturka tuvalet ve ona bitişik banyo ile bir mutfak tezgâhı ve bir de havalandırmaya açılan demir kapı vardı. Yerler kara beton. Penceresi olmadığı için karanlık.  Yaklaşık 25 metre karelik bu bölümden üst kata çıkan bir merdiven bulunuyor.

Üst katta sıkışık vaziyette çift katlı yedi adet demir ranza yerleştirilmiş.  Tavanı basık ve iki adet demir parmaklı küçük kör pencere bulunduğu için alt kata göre daha aydınlık bir yer.

Bu harabede üşüyorum. Dışarıda taşları çatlatacak bir soğuk var.  Soğuk tam anlamıyla ortalığı kasıp kavuruyor.  Uşak’ta yıllardır böyle bir soğuk hava hiç görmemiştim.

Dışarının don yemiş soğuğu, betonun soğuğuyla birleşerek içime işliyor.  Maruz kaldığım ahlaksız komplonun şaşkınlığı,  stresi ve asap bozukluğu da buna eklenince iyiden iyiye iliklerime kadar donuyorum.

Kaç gündür yorgun ve bitkinim. Polis sorgusu arkasından mahkeme derken en az iki gecedir de uykusuzum. Kör pencerenin altında kendini ısıtmaktan aciz kaloriferin yanındaki ranzanın alt katına çarşafı serdim. İki battaniyeyi de ikiye katladım ve üzerime de giyilebilecek ne kadar kıyafet varsa giydikten sonra uzandım. Ancak bir türlü ısınamıyordum. Nefesim de ısıtsın diye battaniyeyi başıma çekerek cenin pozisyonunda kıvrılıp yattım. Çok geçmeden yorgunluktan bitap düşmüş bedenim ve duygularım uykuya teslim oldu.

Neden Uyandım?

Bir süre sonra bir ürperti ile uyandım. Neden? Ruhumda kapkara bir hoşnutsuzluk hali var. Yalnız uyanmak zaten acı verici. Şimdi uyanmanın hiç sırası değil!  Her şeyden habersiz ölü gibi uyusam ne vardı sanki! Buraya niçin atıldığımı, dışarıda ailemin ne halde olduğunu daha düşünecek vaktim olacak, neden uyandım?

İlk önce beni neyin uyandırdığını anlayamadım. Işık olamazdı çünkü ortam karanlık. O kadar bitkin bir vaziyetteydim ki ufak tefek gürültü de beni uyandıramazdı. Neden ve niçin olduğunu bilmeden uyanmıştım. Saat olmadığı için ne kadar uyudum bilemiyorum.  Uyanmıştım işte! Saat 12:00’de gelmesi gereken öğle yemeği daha epey zaman sonra geldiğine göre çok az uyumuş olmalıyım!

Düş görmeden kapkara bir uykudan sonra kendimi buzlu suyun içine düşer gibi bir halde buldum. Meğer cam açılmış ve dışarıdan içeriye tipi savruluyor. Tehlike altındayım. Uykumun katili soğuk. Anladım…  Burada sanki yaban hayatındaymışım gibi uykuda bile teyakkuz halindeyim! Camın açılmasına karşı biyolojik bir refleks ile bilinçdışı uyanmışım.

Hemen kalkıp pencereyi kapattım. Ancak pencerenin damağı kırık olduğu için rüzgâr biraz hızlı esince ikide bir açılıyor. Kenarlarına karton gibi bulabildiğim cisimleri sıkıştırarak sabitlemeye çalıştım.

Uşak M tipi kapalı ceza infaz kurumu binası oldukça eski tip bir yapı. Yanmakta olan kalorifer kendini ısıtmaktan aciz. Yılların binası, kalorifer tesisatları iyice kireçlenmiş olmalı.

Ancak cezaevi denetlemeleri yaparken mahkûmlardan üşüdüklerine dair hiç ama hiç şikâyet almamıştım. Diğer taraftan gerek cezaevine ilk girişte bekletildiğimiz hücrede gerekse de yürüdüğüm koridor boyunca üşümemiştim. Oralar yeterince sıcaktı. Uşak Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Gümüş’ün denetiminde olan bu cezaevinin en pis hücresine beni garezine vermişlerdi. Gerçek buydu.

Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun Cezaevi günlerinde yazdığı “Beton çok soğuk üşüyorum” dizesiye sonlanan şiiri aklıma geldi. Mamak’ta gömüldüğü beton soğuğundaki üşümesinden,  Keş Dağında üşümeye terkedilerek şehadetine giden yol zihnimde birleşince… Aman Yarabbi bu nasıl bir trajedi.

Çok duygulanmıştım. Memleketin has evlatlarının makûs talihi demek ki böyleydi… Hep böyle mi olacaktı?

Rahmetli Yazıcıoğlu ile empati yaparak kalemimden dökülen aşağıdaki dizeler işte böyle bir psikolojinin eseridir.  Kusurlarımız  affola…!

     REİS 

Karlı kara kışta hapse düşünce

Aklıma yine sen düştün Reis

Mamak’ta neler yaşadın neler düşledin

Ancak anlar insan içeri düşünce

 

Lahit gibi bir hücrede yatıyorum

Beton hala çok soğuk, senin gibi üşüyorum

Yasal kalleşliğin böylesine de şaşıyorum

 

Diri diri dehlize gömülünce düşlerim

Fırıldaksız kar beyaz hayatını düşledim

Karlı Keş dağına trajik düşüşünü

Kar kefenin oluncaya kadar üşüyüşünü

Sonsuzluğun sahibine tebessümlü dönüşünü

Üzerine sis bulutları örtülüşünü düşledim

Sevgiden başka bir şey veremeyişimize

Sel oldu da aktı gözyaşlarım…

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.