Hepimiz bir açıdan yönetici, bir açıdan da yönetileniz. Dolayısıyla bu yazıdan her birimizin çıkaracağı dersler var. Yazımızın odak noktası ve omurgası şu ayet-i celile oldu:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْۜ اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
“Ey iman edenler! Siz kendi sorumluluklarınıza dikkat edin. Siz doğru gittiğiniz takdirde yanlış yola sapanlar (ve yanlış yolda olanlar) size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Yapmakta olduğunuz her şeyi Allah, o zaman size bildirecektir.”[1]
Allah Teala’nın: “Siz doğru gittiğiniz takdirde yanlış yola sapanlar (ve yanlış yolda olanlar) size zarar veremez.” Sözü, doğru yaşayanlara, doğru yolda gidenlere Allah’tan verilmiş bir emandır, bir güvendir, bir koruma garantisidir. Bundan dolayıdır ki şair:
“İnsana sadakat yakışır görse de ikrah,
Doğruların yardımcısıdır Hazreti Allah” demiştir.
Bu garantiye layık olmak için Müslümana iki şey farzdır:
1-Allah’ın verdiği bu güven ve garantiye yürekten inanmalı, belalar başından sicim gibi yağsa da asla korkuya ve ümitsizliğe kapılmamalıdır.
2-Bir de Müslüman dini gibi doğru olmalı, dürüst ve namuslu yaşamalıdır.
Müslümanlar, bu iki husustan ayrıldıkları gün, Allah’ın yardımından, himayesinden de mahrum kalırlar. İnsan ve cin şeytanları, görünür ve görünmez mikroplar, virüsler saldırıya geçer hem candan oluruz hem de maldan. Bu akıbete düşmekten Allah Teala hepimizi korusun.
Bu ayet, her bir Müslümana diyor ki: Başınıza bir felaket geldiği, ekonomik, siyasî ve sosyal bir krize maruz aldığınız zaman, onu-bunu suçlamadan önce kendinize bakın, yanlışlarınızı gözden geçirin, yanlışınız varsa yanlışta ısrar etmeyin, haksızlık yaptıysanız özür dileyin, tevbe istiğfar edin, Allah’tan af ve mağfiret isteyin, hak sahiplerine haklarını verin. Yeniden Allah’ın yardım ve himayesine layık hale gelmeye çalışın.
Bu hakikati kısaca özetleyecek olursak: Kim nerde önde görünüyorsa o kimse olup bitenden, ümmetin başına gelen bela ve musibetten, krizlerden, kavgalardan, savaşlardan, virüslerden en önce kendisini sorumlu görecek ve üzerine düşeni yapacaktır. Tıpkı halife Hz. Ömer gibi.
Halife Hz. Ömer zamanında Medine’de kuraklık olmuş, Müslümanlar, yağmur duasına çıkmışlardı. Hz. Ömer, o insanlar içinde en günahkâr olarak kendini gördüğünden ellerini kaldırmış: “Allahım! Benim hata ve günahlarım yüzünden ümmet-i Muhammed’i açlıkla helâk etme!” demiştir. Hazreti Ömer’in yanından hiç ayrılmayan Hazreti Eslem der ki: Eğer kıtlık bir müddet daha uzayacak olsaydı, Müminlerin Emiri üzüntüsünden ölecekti!..
Hz. Ömer (ra), dünyada iken cennetle müjdelenmiş kişilerden biri olmasına rağmen, ümmetin içinde en günahkâr kişi olarak kendini görüyor, milletin başına gelen belalardan kendisini sorumlu tutuyordu. Bugün insanlığı kurtaracak olan şuur ve hassasiyet de budur: Bir suçlu varsa o da benim, demek, yanlışta ve günahta ısrar etmemek, başkalarının çıkarını kendi çıkarının önüne almaktır.
Dr. Vehbi KARAKAŞ
[1] Maide, 5/105