Analiz

HER NEFİS ÖLÜMÜ TADACAKTIR. (I)

Onur Bey oturduğu masasında sevinçten öyle bir çığlık atmıştı ki…

“İşte bu, işte bu!”

Bu sesi duyan sekreteri Nevin Hanım, içeriye kapıyı vurmadan girmek zorunda kalmıştı. Nevin hanım kapıda hayretler içinde patronuna bakarken Onur Bey, patron edasıyla elinin tersiyle sekreterinin çıkmasını işaret etti. Sekreteri kapıyı kapatırken, Onur Bey gayet neşeli bir şekilde yumruklarını da sıkarak kendi duyacağı kadar bir çığlık daha attı.

“İşte bu! Artık sana havada karada ölüm yok Onur!”

Onur Bey, aylardan beri üzerinde çalıştığı, haber beklediği ve de ihracat yapacağı şirketten haber almıştı. Artık ihracat yapabilecek, sahibi olduğu şirketin cirosu yükselecek, bununla birlikte kar marjı da artacaktı. Sevinçli bir şekilde patron edasıyla çıktı odadan ve çıkış kapısına doğru yürürken;

“Ben eve geçiyorum” dedi sekreteri Nevin Hanıma.

Yol boyunca kazanacağı paranın hesabını yaptı Onur Bey. Zaten bu işlerden kazanacağı paraların hesabını yapmak oldum olası çok hoşuna giderdi Onur Beyin. Bu haberi aldıktan sonra ise hesaplamaları biraz daha artmıştı. Sahibi olduğu deniz sahilinde ki villalarına birkaç tane daha villa ekliyor, kazancını altına, dövize ve faize yatırıyor,  ortalama kazancını hesaplamaya çalışıyordu. Bu hesaplamaları yaparken de büyük keyif ve haz duyuyordu. Evinin önüne geldiğinde şoförüne;

“Bu akşam kulübe gideceğim, yemeğini müştemilatta ye ve beni bekle” dedi.

Onur Bey, haftada en az bir iki gün kulübe gider orada birkaç kadeh içer, daha sonrasında ise oyuna otururdu. İçki ve kumar onun hayatının olmazsa olmazı haline gelmişti. Hem kime ne zararı vardı ki kumar oynamasının! Parası vardı ve oynuyordu. Onun için İçki içmek de akşamdan akşama yapılan zararsız ve günahsız(!) bir fiildi. Nasıl olsa akşamdan akşama alınan birkaç kadehin günahı da olmazdı.

Onur Beyin hanımı Ayşe Hanım ise mazbut bir aileden geliyordu. Yirmi yıl önce evlendiklerinde eşi Onur Bey, kendi halinde ticaret yapan, dini vecibelerini tam yapmasa da Cuma ve bayram namazlarına giden, en azından dine ve dini değerlere karşı olmayan biriydi. Ayşe hanımın kendisi ise muhafazakâr bir aileden gelmekteydi. Bu sebeple de çocukları Murat’ın yetiştirilmesinde kocasıyla tartışmalar yaşamış, bu tartışmalar neticesinde Murat da genç yaşına rağmen çoğu zaman gelgitler yaşamıştı. Murat akıllı bir çocuktu. Babasının hayat tarzında birçok şeyi tasvip etmiyor, annesinin yanında olmayı tercih ediyordu. Ancak dünyanın debdebeleri, Murat’ın gözünü de kamaştırmıyor değildi!

O gün de Onur Bey, Ayşe Hanım ve Murat, akşam yemeğinde aynı masanın etrafında toplanmışlardı. Sofrada gerginliğin getirdiği bir sessizlik vardı. Bu sessizliği Ayşe Hanım bozdu:

“Onur, konuştuğumuz okul yapma meselesini ne yaptın?”

Ayşe Hanım’ın bu sorusu üzerine, sofrada tekrar bir sessizlik oluşmuştu.

“…..”

Onur Bey, hanımının bu soruyu sormasından ve bu soruya muhatap olmaktan korkuyordu ama… Korktuğu başına gelmişti. Aylardan beri bu soruyu geçiştiriyor, hanımına kaçamak cevaplar veriyordu. Şimdi nasıl söyleyecekti ki okul yaptırma projesinden vazgeçtiğini!

Onur Bey:

“Hanım o projeyi biraz ertelemek zorundayız. Şu anda para kazandıracak başka işlerim var ve okul projesi için ayıracak vaktim de yok param da…

Eşinin bu cevabı karşısında Ayşe Hanım gözle görülür şekilde sinirlenmişti. Kızgınlığı yüzüne ve mimiklerine yansıyordu. “Olmaz, erteleyemeyiz” dedi Ayşe Hanım. “Şu fani dünyada, sadaka-i cariye hizmetlerine yönelmemiz lazım ki, biz öldükten sonra da amel defterimiz kapanmasın” dedi. Ayşe Hanım bu sözleri eşine söylerken, biraz da çekiniyordu ama söyleyivermişti işte…

“Ayşe” dedi genç adam, zira kızdığında eşine hanım demez ismiyle hitap ederdi.

“Ayşe, ben zaten vergilerimi veriyorum. Okulu da devlet benim vergilerimden yapsın.” Dedi ve sözlerine şöyle devam etti Onur Bey:

“Hem yaşımız genç hanım! Biraz daha para kazanalım, okul da yaptırırız cami de”

Eşinin bu sözleri karşısında irkilen Ayşe Hanım, “Sabaha çıkacağımızın garantisi mi var bey?” diye inledi.

Eşinin bu sözlerini gayet iyi duyan Onur Bey, duymazlıktan geldi ve oturduğu yerden doğruldu…

“Ben kulübe gidiyorum, arkadaşlar ile buluşacağız. Gece geç gelirim beni beklemeyin!”

Ayşe Hanım kocasının bu sözleri karşısında bir şey demeden önüne baktı. Gözleri dolmuştu. Eşi nasıl bu kadar duyarsız olabilirdi ki! Ömür denilen sermaye hızla tükeniyordu ve kimsenin birkaç dakika sonrasına bile garantisi yoktu. Hal böyle iken kocası Onur Bey nasıl bu kadar duyarsız olabiliyordu? Hâlbuki paraları vardı ve dedikleri köy okulunu çok rahat bir şekilde yaptırabilirlerdi. Yaptıracakları bu okul, ahiret hayatında onlar için büyük bir sermaye olarak önlerine çıkacaktı. Ama kocası bunun farkında bile değildi.

Ayşe Hanım biraz buruk ve nemli gözler ile bunları düşünürken Onur Bey çoktan kulübün önüne varmıştı bile. Şoförü kapısını açarken o, hala gün içinde aldığı haberin etkisiyle coşuyor ve seviniyor etrafına gülücükler dağıtıyordu. Yalnız arabasından inerken, göğsünde ve sırtında anlam veremediği bir ağrı hissetmişti…

Onur Bey kulübe gelene kadar diğer arkadaşları kulüpte toplanmışlardı bile… Her zamanki gibi Onur Beyi yakın dostu Veysel karşılamıştı. Veysel, “Onur, yine geç kaldın!” diye hayıflanmayı da eksik etmedi.

Onur Bey:

“Ne yapayım dostum, iş güç anca gelebildim!”

Onur Bey ve arkadaşı Veysel, kulübün loş ışıkları içinde bir köşeye oturdular. Kulüp güzel ve rahat bir yerdi. Gelenlerin rahat etmesi için ince detaylara varana kadar konfor düşünülmüştü ama içki ve kumar gibi haramların işlendiği bir atmosferde farklı bir kasvet vardı. Tabii ki de bu kasvet ışıklardan başlıyor, konfor için düşünülen her detaya da yansıyordu.

Koltuklarına oturan ve sohbete başlayan iki arkadaşın göremedikleri üçüncü bir arkadaşları vardı. Şeytan…

İçkilerini içerken bir taraftan sohbet ediyorlar diğer taraftan da cep telefonları ile meşgul oluyorlardı. Aslında ne yaptıkları sohbetin tadı vardı ne de bardaklarında bulunan alkollü içkinin tadı… Onlar biraz sonra oturacakları kumar masasını düşünüyorlar, kumarda kaybetmeyi akıllarına bile getirmeden ne kadar para kazanacaklarını hayal ediyorlardı. Bu arada Onur Bey, elinde baktığı telefonda sosyal medyada gezinirken bir paylaşım gözüne ilişiverdi. Paylaşımı yapan kişi, sayfasında bir ayeti kerimeye yer vermişti. Onur Bey bu paylaşımı tam es geçecekti ama okumaya karar verdi. Şöyle yazıyordu paylaşımda:

“Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?” (Maide 91)

Ayeti okuyan Onur Bey’in biraz keyfi kaçmıştı ama onların göremedikleri arkadaşları şeytan, hemen devreye girdi. Şeytanın ve nefsinin kendine fısıldadıklarıyla;

“Para benim, sağlık benim… Zararı varsa da bana zararı var. Hem ben özgür bir insanım” diye geçirdi içinden. Bunları geçirdi ama ayete de kafası iyiden iyiye takılmıştı. Tekrar vicdanını rahatlatmak istercesine;

“Şimdi keyfimi kaçırmayayım, zaten şurada üç kuruşluk keyfim var… Hem günahsa bile tövbe ederim, Allah nasıl olsa kabul eder… Olmadı hanımın dediği okulu yaptırır günahlarımızı affettiririz”

Onur Bey, aslında bu sözleriyle vicdanının rahat olmadığını kendi kendine itiraf ediyordu. Adeta “nasıl olsa tövbe ederim” diyerek Allah’ın (cc) af ve mağfiret kapısını hafife alıyor, “Olmadı, hanımın dediği okulu yaptırır günahlarımızı affettiririz” diyerek de sadaka-i cariye kurumunu yüce rabbimize verilen rüşvet olarak telakki ediyordu.

Onur Bey’in arkadaşı Veysel seslendi:

“Onur, ne oldu daldın gittin ne düşünüyorsun öyle?”

Arkadaşı Veysel’in sesiyle irkilen Onur Bey tebessüm ederek cevap verdi:

“İşlediğimiz günahları Allah’a nasıl affettireceğiz, onu düşünüyorum!”

Bu cümle üzerine birlikte kahkaha attılar. Kahkaha atarken Onur Bey’in arabada sırtına ve göğsüne giren ağrı tekrar girmiş ve ilkinden biraz daha fazla sürmüştü. Önemsemedi Onur Bey.

“Hadi kalk oturalım masaya, arkadaşlar yavaş yavaş gelmeye başladılar”

Onur Bey bunları söylerken, içinde anlamlandıramadığı bir sıkıntı vardı. Biraz sonra, dönüşü olmayan gizemli bir yolculuğa çıkacakmış gibi, anlamsız bir düşünce sarmıştı her yanını.

Onur Bey, kumar masasına oturmakla bir bilinmeze oturduğunun farkındaydı aslıda. Onun ve onun gibilerin yaptığı şey, bilinmezlik içinde bilineni aramak gibi saçma bir şeydi… Saçma bir arayıştı. Bilinmezlik içinde bilineni aramak yerine bilinen içinde güzellikleri aramak ve bulmak gerekiyordu.

Mesela o akşam kumar masasına otururken ne kadar kaybedeceğini bilmiyordu Onur Bey.. O akşam kumarda kazansa bile o kazancının haram olduğunu da bilmiyordu. İşin en kötüsü ise bilmediğini de bilmiyordu bu orta yaşlı adam. Ona göre, para onundu o kazanıyordu ve istediği gibi harcama lüksüne sahipti. Bu lüksün içine kumar, içki ve kendi deyimiyle ara sıra başka kadınlar ile yaptığı kaçamaklarda giriyordu…

Para onundu(!) mal mülk onundu(!) kim ne diyebilirdi ki?

Kimler yoktu ki o kumar masasında! Veysel, Onur, Ahmet, Okan… Ve masanın şeref konuğu İblis!

“Meleklere: “Âdem’e secde edin!” dediğimizde İblîs dışındaki­ler derhal secdeye kapandı. İblîs ise direnerek bundan kaçındı, kibir­lendi ve kâfirlerden oldu.”[1] buyurulan İblis…

“Bir zamanlar meleklere: “Âdem’e secde edin!” diye emretmiştik de İblîs dışında hepsi derhal secdeye kapanmıştı. İblîs ise şunları söyledi: “Çamurdan yarattığın şu kimseye mi secde edeceğim?”[2] Diyen ve insanı aşağılayan İblis…

“Bak hele! Benden şerefli ve üstün kıldığın bu mu? Eğer bana kıyâmet gününe kadar mühlet verirsen, yemin olsun ki pek azı hariç, onun bütün zürriyetini hâkimiyetim altına alacağım.”[3] Diyerek, imanı zayıf insanlar üzerinde tahakküm kuracağını açıkça söyleyen İblis…

Evet, İblis, namı diğer şeytan içki ve kumar masalarının, aynı zamanda da haram işlenen her ortamın şerefsiz bir şekilde şeref konuğuydu.

Başlamıştı oyun. Dünyayı oyun ve eğlence olarak görenler, bir taraftan oyunun heyecanını yaşıyorlar, diğer taraftan da içkilerini içiyorlardı.

Birden olağan üstü bir şey oldu masada. Onur Bey’in nefesi daralmaya başlamıştı. Kravatını gevşetirken;

“Ben daraldım camları açın” dedi ve arkadaşlarının gözleri önünde oturduğu sandalyeden yere düşerek yığıldı kaldı. Bu durum karşısında herkes şaşırıp kalmıştı. Herkesin gözünde şaşkınlıkla birlikte bir korku belirmişti. Onur Bey’in ise gözleri donmuş bir şekilde tavana bakıyordu. Parmaklarında ise ufak kıpırdanmalar ve seğirmeler görülüyordu.

Veysel ve orada bulunanlar korkmuşlardı. Arkadaşının başında dizleri üzerine çöken Veysel, telaşla eline tutturulan kolonyayı Onur Bey’in yüzüne ellerine döküyor, bir taraftan da bağırıyordu:

“Kalp krizi bu, Onur kalp krizi geçiriyor, çabuk ambulansı arayın, çabuk!”

Kısa bir süre içinde ambulans gelmişti. Sağlıkçılar da Onur Bey’in kalp krizi geçirdiğini teşhis etmişler, kalp masajı yapmaya başlamışlardı.

“Bir, iki, üç, dört, beş…”

Oyun masasında bulunanların kimi korkudan kendini dışarıya atmış, kimi başını ellerinin arasına almış, kimisi de korku içinde kalp masajını seyrediyorlardı.

Elle başlanılan kalp masajı, getirilen seyyar elektro-şok cihazıyla devam etmişti ama nafile… Artık kalp masajı yapmanın da faydası yoktu. Onur Bey artık bu geçici aleme veda etmişti. Allah’ın (cc) “Her nefis ölümü tadacaktır”[4] ilahi emrine muhatap olmuştu. “Mal benim malım, bu parayı ben kazandım ve istediğim gibi harcamakta özgürüm, akşamdan akşama iki kadeh atmanın günahı olmaz” diyen Onur Bey kumar masasında hayatını kaybediyordu. İhracat yapabileceğini öğrenince “Sana artık karada havada ölüm yok Onur” diyen Onur Bey ölmüştü…

Veysel, yaşadıkları karşısında adeta şoka girmişti. Az önce sohbet ettiği, gülüştüğü, şakalaştığı arkadaşı, gözlerinin önünde ölmüştü. Evet, Onur ölmüştü…

Onur, yüce rabbimizin Enbiya suresinin 35. Ayetinde buyurduğu gibi “Ölümü tatmış, imtihan için gönderildiği bu dünyada yaptığı hayırlar ve şerler ile denenmiş ve Allah’ın (cc) insanlar için yarattığı baki aleme, ahiret hayatına sefer eylemişti.

NOT: Tam bir dava adamı olan, 28 Şubat sürecinde ki dik ve vakarlı duruşuyla bizlere örnek olan gazeteci yazar ama her şeyden öte gönül insanı olan Mustafa Karahasanoğlu ağbimiz “her nefis ölümü tadacaktır” ilahi emrine muhatap olmuştur.

Kendisine Allahtan rahmet, ailesine, yakınlarına ve bütün sevenlerine başsağlığı dileklerimi sunuyorum

İsmi  Mustafa Karahasanoğlu olan bir dava adamı geldi geçti bu dünyadan…

Rabbim seni Peygamberimize (sav) komşu eylesin inşallah!

Selam, saygı ve muhabbetlerimle…

(Devam edecek)

Şaban DOĞAN

 

[1] Bakara Suresi 2/34

[2] İsra Suresi 17/61

[3] İsra Suresi 17/62

[4] A’li İmran 3/185

Recent Posts

  • Makale

COP 29, G20’DERKEN..

Rio’da uzlaşma için görüş birliği sağlanamadı. Toplantı sonrası Rio’da başarısız bir darbe girişimi oldu. Dünyayı…

3 saat ago
  • Gündem

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Gallant İçin Yakalama Kararı Çıkardı!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…

11 saat ago
  • Gündem

KUR’ÂN ARAŞTIRICISIYDI BEL’AM MI OLDU!

Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…

11 saat ago
  • Gündem

YALNIZCA VE SADECE MİLLETİMİZİN ASKERLERİNE MUHTACIZ

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…

15 saat ago
  • Gündem

İBB Meclisi’nde İstanbul’da Suya Her Ay Zam Yapılacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…

16 saat ago
  • Gündem

Marmara’da Lodos: Deniz Ulaşımı Olumsuz Etkilendi

İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…

17 saat ago