Danimarkalı Faşist Lider Kur’an-I Kerim Yaktı
Danimarka Parlamentosu önünde kılınan cuma namazını engellemek isteyen aşırı sağcı ve İslâm düşmanı Sıkı Yön (Stram Kurs) lideri Rasmus Paludan, Kur’an-ı Kerim yaktı. Yeni Zelanda’da geçen cuma iki camiye gerçekleştirilen ve 51 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırılarını protesto etmek maksadıyla, Danimarka Parlamentosu önünde kılınan cuma namazı aşırı sağcıların tahrikleri altında gerçekleşti. Gerekli yasal izinlerin alındığı Danimarka Parlamentosu önünde yapılan cuma namazı organizasyonuna yönelik karşıt gösteri düzenleyen bir grup aşırı sağcı, İsrail bayrağı taşırken havalı kornalar ile gürültü yaparak namazın kılınmasını engellemeye çalıştı. Sıkı Yön hareketinin lideri Rasmus Paludan ise Kur’an-ı Kerim yakarak namaz kılanları kışkırtmaya çalıştı.
Her Şeye Rağmen Batı İslâm Nuruyla Aydınlanacak
Her şeyde bir hayır vardır. Kendilerini şimdiye kadar gizleyen İslâm düşmanları, İslâm nurunun bütün dünyada yayılması ihtimaline karşısında adeta çıldırmaktadır. Müslümanlara karşı ırkçı siyasetçilerin ve onların tetikçileri olan faşist teröristlerin verdikleri sıkıntının sebebi açıktır. Çünkü ırkçılığı ve faşizmi ortadan kaldıracak yegane güç, evrensel insanlık dersi veren ve küresel barışın teminatı olan İslâm’dır.
Hiçbir İslâm düşmanı, kendini anti-demokrat göstermek istemez. Ama ırkçı görüşleri artık onları ele vermektedir. Suret-i haktan görünmeleri artık sona erdi. İslâm’a ve Kuran-ı Kerim’e saldırdıkça Batı toplumlarının meraklı aydınları İslâm’a ve Kuran-ı Kerim’e daha çok ilgi gösterecektir. Kıyamete kadar Allah’ın nuru bâki kalacak ve dalga dalga hem tekâmül edecek, hem de yayılacaktır. Yeter ki Müslümanlar, olumsuz gibi görünen hadiselerin karşısında soğukkanlı olsun ve ibadetlerini sabırla, sükûnetle ve ihlasla devam edebilsin. Panik yapan, bizler olmamalıyız.
Batı toplumlarında yaşayan Müslümanlar, asayişi bozacak hiçbir olumsuz hareket içinde bulunmadıkları halde maalesef bazı sapık görüşlü aşırı uçlar tarafından emsalsiz bir işkenceye maruz kaldığı ve bilfiil hayatlarına kast edildiği doğrudur. Vahşice masum Müslümanlara karşı tertiplenen saldırılara karşı, bizler protestolarımızı Batı dünyasına mensup bütün fertlerine yönelik değil sadece bu çirkin eylemlere yapan neo-nazi tiplere yönelik yapmalıyız. Çünkü görülüyor ki Batı dünyasının ekseriyeti bu gibi terör eylemlerini tasvip etmiyor ve Müslümanlara yapılan insanlık dışı saldırıları da samimiyetle kınıyor. O halde bizler “İslâm’a ve Müslümanlara tuzak kuranlar, kendi tuzaklarının kurbanı olsun” bedduasının ötesinde İslâm’a düşman olmayan ama henüz İslâm’la yakından tanışma fırsatı bulamamış insanlara hidayet dileyelim.
Batı’da Yaşayan Müslümanlara Düşen Görev
Batı toplumlarının içinde gurbet hayatı yaşayan hâlis Müslümanlar, tebliğ yolunda kendilerine düşen vazifeyi görmeli ve bu istikamet üzerine örnek insan olarak İslâm düşmanlarına hak ettikleri en güzel aksülameli göstermelidir. Ne var ki Müslümanların çoğu doğru yolda ama bazı yanlış davranışlar içinde oldukları da bir gerçektir. O doğru yolun gereği olarak manevî ve sosyal performanslarını tam olarak sergileyememektedir. Bazı gâfil Müslümanların tavır ve davranışları ne yazık ki İslâm’ın genel ahlâkına uymuyor. Dolayısıyla İslâm’ı benimsemiş ve Müslüman olmaktan iftihar eden kardeşlerimizin birçoğu, henüz ilim-irfan kıvamına kavuşamamış, marifetullah mertebesine erişememiş ve makam-ı ihsan üzere Allah’a kulluk edecek seviyeye ulaşamamıştır.
Bakınız Yeni Zelanda’da iki camide şehit edilen 51 kardeşimizi kaybettik ama bir hafta içinde araştırmaya meraklı yaklaşık bin gayri-Müslim, kendi gayretleriyle İslâm’ı inceledikten sonra kelime şehadet getirerek Müslüman oldu. Halbuki yukarıda saydığım manevî hasletlere sahip olsaydık gayri-Müslimlere karşı tebliğ görevimizi daha layıkıyla ifa edebilmiş olurduk ve on binlerce insanın İslâm’la müşerref olmalarını sağlayabilirdik. Bu durumda ehl-i dalalet, İslâm’a karşı ne kadar güç birliği yapmış olsa da, bu şuurlu gayretlerimizle İslâm, insanların gönlünde daha çok yerleşecekti.
Yine de son hadiselerden ders çıkartıp Müslümanlar, kendi aralarındaki ihtilafları bir yana bırakıp hem kendilerine çeki düzen vermeli, hem de Batı dünyasında İslâm’a atfedilen önyargıların ortadan kaldırılması için müşterek hareket etmelidir. Çünkü halen terörizm, fundamentalizm, radikalizm ve insan hakları ihlalleri gibi konularda İslâm’a menfî imajlar yüklenmektedir. Diğer taraftan materyalizmin ruhsuz vaatlerinden kurtulmak isteyen gayri-Müslim gençlerin önemli bir kesimi, manevî arayış içinde. Resmi Hıristiyan kiliseleri, bu gençleri tatmin edemiyor. Onun için gençler, hidayeti Doğuda arıyor ve/fakat çoğu zaman Budizm gibi başka bâtıl inanç sistemlerine kayabiliyor. Halbuki bu ülkelerde profesyonel Müslüman tebliğcilerimiz olsa, binlerce genç, aradıklarını İslâm’da bulacaktır.
O halde fazla zaman kaybetmeksizin, bir taraftan İslâm’a yüklenen menfî imajları ortadan kaldırmak, diğer taraftan da tebliğ ve irşat hizmetleri için, koordineli bir şekilde çalışmak gerekir. Tebliğ ve irşat hizmetlerinin nasıl yürütülmesi gerektiği hususunda C. Hak, bize belirli bir ölçü sunmaktadır:
“İçlerinden zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla ancak, en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim ilâhımız da, sizin ilâhınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuzdur.” (Ankebut: 46).
Modern dünyada “en güzel yoldan mücadele etmek”, güzellikle, yumuşaklıkla, ikna edicilikle, delil ve ispat yoluyla Hakkı anlatmak mümkündür.
Netice-i Kelâm
Tebliğde yabancıları ikna etmek, “en hayırlı ümmet” vasfının taşıma gayretiyle onların diliyle İslâm’ın güzelliklerini tebliğ edebilmekle mümkündür. Onların dillerine hâkim olarak İslâm’ı en tatlı bir üslup ile anlatmalıyız. Bunun için de kendi dinimizi iyi bilmeliyiz. Bilmek de kendi başına bir marifet değildir. Marifet, İslâm’ı hakkıyla en güzel bir biçimde yaşamaktır.
İşte o zaman, tebliğin müspet sonuçlarına daha kolay ulaşabiliriz. İşte o zaman Allah’ın nurunun İslâm’a hasret gönüllerle nasıl buluştuğunu müşahede ederek görebiliriz. İşte o zaman Allah’ın yardımı ile gönüllerin fethedildiğini göreceğiz. İşte o zaman insanların, Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini sevinç gözyaşlarıyla birlikte tespit edeceğiz. İşte o zaman bambaşka manevî duygularla Rabbimizi överek tesbih edeceğiz ve O’ndan mağfiret dileyeceğiz. Çünkü Allah, Müslümanların tövbelerini çok kabul edendir.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi