Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi: Öğretimde Felsefeye Yer Verirsek 20 Yıl Sonra Farklı Bir Türkiye Olur
1936’da İstanbul’da, bir Rum ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen, Türkiye’de felsefe alanında uzun yıllar çalışmış ve “felsefenin bilge annesi” olarak bilinen Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi, Türkiye’nin eğitim sistemi hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Sözcü Gazetesinden Edda Sönmez’in sorularını cevaplandıran Kuçuradi, Türk eğitim sisteminin özellikle felsefe alanındaki yetersizliğine vurgu yaparak, şöyle dedi: “Bugün eğitimde önemli değişikliklere ihtiyaç görüyorum, öğretmenlerin yetiştirilmesinde de. En büyük ihtiyaç, çocuklarımıza bilgiye dayanarak ve bağlantıları görerek düşünmeyi öğrenmelerine; insanlarımıza da her şeyden önce ölmeyi ve öldürmeyi reddetmeyi öğrenmelerine yardımcı olmaktır. 2003 yılında yaptığım bir söyleşide şöyle demiştim: Dersleri verecek öğretmenleri hazırladıktan sonra, üniversite öncesi öğretimde felsefeye yer verirsek 20 yıl sonra farklı bir Türkiye olur”
Hikmetten Arındırılmış Felsefe, Eğri Ayağa Eğri Pabuç Bulmaktır
Türkiye’de felsefenin ne olduğu ve önemi konusunda birçok insanımızın kafası karışık. Felsefeyi bilmek için, önce onu öğrenmek lazım, önce onun tanımını doğru yapmak lazım. Bir keresinde Doğu Ergil Hocanın 22 Temmuz 2012 tarihinde Bugün Gazetesinde kaleme aldığı “Felsefe, her zaman” köşe yazısını okumuştum. Bu yazısında Doğu Hoca felsefeyi “Akıl Sevgisi” (?!) anlamına geldiğini iddia etmişti. Ardından da felsefenin bir taraftan ”akıl ve mantık yürüterek hayat, ahlâk, insan doğası, bilgi gibi temel sorulara yanıt arayan akademik bir disiplin” olduğunu diğer taraftan da, bir bilim olmadığını ancak bütün bilimlerin felsefeden doğduğunu ileri sürmüştü.
Böyle bir tanım ve açıklama hakikaten izaha muhtaçtır. Bir kere felsefenin “akıl sevgisi” olduğunu öne sürmek kısmen doğrudur, evet felsefede akıl ve sevgi var ama buradan yola çıkarak böyle bir tanım yapmak isabetli değildir. Diğer yandan felsefenin hem bilim olmadığını söyleyeceksin hem de bütün bilim dallarının felsefeden türedeğini söyleyeceksin, bu da pek mantıkî bir açıklama olmasa gerek. O halde felsefenin doğru bir tanımını yapalım ilk önce.
Yunanca “Philosophia” kelimesinden türeyen felsefenin gerçek anlamı şudur: “Filo”, sevgi, “Sofia” da hikmet anlamındadır. Böylece felsefe, daha çok “Hikmet Sevgisi” anlamındadır. Akıl başka, hikmet başka bir şeydir. Eskiler, felsefeyi, “Hikmet İlmi (İlm-i Hikmet)”, “İlimlerin İlmi” veya “İlimlerin İzahı” olarak da tanımlamıştır. Aslında felsefe de dinden türemiştir. Dini, kalbî boyutlarıyla daha iyi anlayabilmek için nasıl ki tasavvuf doğmuş ise buna benzer bir şekilde dini, hikmet yoluyla daha iyi kavrayabilmek için, felsefe ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla felsefe, varlık, bilim, olgu ve hadiselerin, sadece deney, müşahede ve akıl ile değil tefekkür yoluyla da araştırılmasını gâye edinen bir disiplindir.
Eflatun (Platon), felsefeyi “Görülmesi mümkün olmayan ilim” olarak tanımlamış. Descartes, felsefe, hikmeti incelemekten ibarettir demiştir yani insanın bilebildiği kadar bütün şeylerin tam bilgisine ulaşmak olarak tanımlamıştır felsefeyi. Müslüman filozoflar ise genelde felsefeyi İslâm perspektifinden ele alarak, “felsefe, eşyanın mâhiyet ve hakikatini bilmek, varlığın sebebini açıklama gayreti ve insanın kendini bilip tanımasıdır” diye tanımlamışlardır. Mesela El-Kindi, “felsefe insanın kendisini tanımasıdır. Felsefe sanatların sanatı, hikmetlerin hikmetidir. Felsefe, insanın gücü yettiği sürece külli-edebî şeylerin hakikatlerini, mahiyetlerini ve sebeplerini bilmektir” demiştir. Muhyiddin el-Arabi ise “Nesnelerin hakikatlerini oldukları gibi bilmek ve onların varoluşları ile hüviyetleri konusunda hüküm vermek sûretiyle, insan ruhunun olgunlaşmasıdır” diyerek insan, ruh ve Yaratan ilişkisini ortaya sermiştir.
Felsefe Ne İşe Yarar?
Felsefe, soyut olduğu kadar sosyal boyutuyla da o kadar normatiftir. Yani sosyal felsefe, sosyal olgular hakkında fikir yürütürken sosyal kurumların ve münasebetlerin ne ve nasıl geliştiklerinin yanında nasıl olmaları gerektiği konusunda da sosyal teoriler geliştiren bir felsefe dalıdır. Bugünün modern seküler felsefe, nasıl ki vahiy kaynaklarını görmezlikten geliyorsa sosyal felsefe de (maalesef) sosyal hadiseleri, sadece tecrübe, müşahede ve akla istinat ederek tahlil etmektedir.
Sosyal felsefe, sosyal hayatın, fizikî kâinatın işleyişine benzeyen tabiî kanunlara bağlı bulunduğunu ileri sürerken yine tabiî kanunların Sünetullahla ilişkisini unutmaktadır. Ben genelde felsefenin, özelde sosyal felsefinin aslına rücu etmesinde fayda görüyorum. Yani (sosyal) felsefenin aklın yanında ilham, vicdan, duygusal-ruhsal zekâ gibi manevî kaynaklarla da beslenmesini önemsiyorum. Yoksa (sosyal) felsefe insanı çıkmaz sokağa götürür, beyinlerimizi boşuna yorar, yanlış sosyal teorilerin üremesine sebebiyet verir ve dolayısıyla fıtrata aykırı ve etkisiz eğitim politikalarının uygulanmasına yol açar.
Bir gayrimüslim olan Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi’nin felsefeye dair fikirlerinden elbette yararlanmak mümkündür. Ama bir dereceye kadar. Kur’ân ve Sünnetin sunduğu ilimden nasibini almamış bilim insanlarının felsefe anlayışları, vahiy ikliminden uzak olduğu için, sekülerdir ve bütüncül olmaktan uzaktır. İlim zannedilen dünyevî/materyalist felsefe, tefekkürün ve hikmetin yolunu keser ve bize hakikate ulaştıran bir yol göstermez.
Velhâsıl-ı Kelâm
Bize takdim edilen ve okullarda okutulması istenilen felsefenin eksik kalan fikrî yorumu ve değerlendirilmesi, İslâm’ın nuruna muhtaçtır. İslâm’ın dünya-ahiret, akıl-kalp, ruh-nefis bağlamındaki bütünlüğünü bir bilinç halinde zihnimizde ve kalbimizde tefekkür ederek, yaşatıp korursak ve geliştirirsek felsefenin de hakkını vermiş oluruz. Bize eğri ayağa bulunmuş eğri pabuç misali sakat bir felsefe anlayışı/dersi değil taklitten uzak vahiy denklemi ile olgunlaştırılmış bir felsefe anlayışı/dersi lazım. Eğri pabuca ayağımızı yerleştirmek, bizi maddî ve manevî boyutlarıyla daha büyük buhranlara götürür. İnşa edemediğimiz millî eğitim sistemine bir de maneviyattan arındırılmış felsefe dersi koymak, eğitim sistemini iyice materyalistleştirecektir. İlk önce sosyo-kültürel ve dinî kodlarımıza uygun millî olan bir eğitim sistemi inşa edelim daha sonra hikmetten/vahiyden arındırılmış “Felsefe” değil ama “Hikmet İlmi” dersini eğitim sistemimize dâhil edelim. Ne dersiniz?
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi