Hint Alt Kıtasındaki İslami Partilerin Siyasi Uygulamaları: Zorluklar ve Fırsatlar
Hint alt kıtası, Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’i kapsayan geniş ve çeşitli bir Müslüman nüfusuna ev sahipliği yapmaktadır. Pakistan’da, 240 milyonluk nüfusunun yaklaşık %96’sı Müslüman olarak tanımlanmakta ve İslam, ulusal kimliğin ve yönetimin temel taşını oluşturmaktadır. Bangladeş’te ise, 170 milyonluk nüfusunun neredeyse %91’i Müslümandır ve ülke, seküler ilkelerle kurulmuş olmasına rağmen İslam, sosyo-politik dinamiklerde önemli bir rol oynamaktadır. Hindistan, 1.4 milyarlık bir nüfusa sahip olup, yaklaşık 200 milyonluk Müslüman azınlığı ile (yaklaşık %15) dünyanın en büyük Müslüman nüfuslarından birine sahipken, aynı zamanda Hindu çoğunluğa da sahip bir ülkedir.
Müslümanların İslami partilerle siyasi etkileşimleri, alt kıtanın farklı bölgelerinde çeşitlilik göstermektedir. Pakistan’da, Jamaat-e-Islami ve Jamiat Ulema-e-Islam gibi İslami partilere önemli bir destek söz konusudur, ancak son zamanlarda Tehreek-e-Labbaik Pakistan (TLP) gibi aşırıcı hareketlerin de destek bulduğu görülmektedir. Bangladeş’te, Jamaat-e-Islami gibi İslamcı gruplar, hükümet baskıları nedeniyle destek kaybetmişken, Hefazat-e-Islam gibi muhafazakâr hareketler özellikle kırsal bölgelerde önemli bir destek almaya devam etmektedir. Hindistan’da ise, All India Majlis-e-Ittehad-ul-Muslimeen (AIMIM) gibi İslami partilere olan destek, belirli bölgeler ve topluluklarla sınırlıdır; çoğu Müslüman, yükselen Hindu milliyetçiliğine karşı bir savunma mekanizması olarak laik veya sol eğilimli siyasi partileri tercih etmektedir.
Hint alt kıtasındaki İslami partilerin kökleri, 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarındaki önemli sosyo-politik değişimler ve milliyetçilik hareketinin yükselişi dönemine kadar uzanır. Britanya sömürge yönetiminin zayıflaması ve ağırlıklı olarak Hindu toplumunda Müslüman kimliğinin artan bilinç seviyesi, Müslüman çıkarlarını temsil etmeyi amaçlayan organizasyonların ortaya çıkmasına yol açmıştır.
1900’lerin başında, Hindistan genelinde Müslüman haklarını savunmak için kurulan All India Muslim League, başlangıçta birleşik bir Hindistan içinde Müslüman çıkarlarını temsil eden bir platform olarak faaliyet gösterdi. Mohammad Ali Jinnah gibi liderlerin önderliğinde, Müslümanlar için ayrı bir ulusun kurulmasını savunan bir harekete dönüşerek, 1947’de Pakistan’ın kuruluşuna yol açtı. Bu önemli an, Pakistan’daki İslami siyasi partilerin temelini attı ve Müslüman Ligi, bağımsızlık sonrası en baskın siyasi güç haline geldi.
Bölünmenin ardından, Pakistan’da çeşitli İslami siyasi grupların yükselişi gözlemlendi; bunlar arasında 1941’de Ebul ala Mevdudi tarafından kurulan Jamaat-e-Islami öne çıkmaktadır. Mevdudi’nin Şeriat yasalarına dayalı bir İslam devleti vizyonu, Pakistan’ın kimlik sorunlarıyla boğuştuğu dönemde pek çok kişi tarafından benimsendi. Parti, 1950’ler ve 1960’larda momentum kazandı ve Pakistan’ın siyasi sahnesinde önemli bir aktör haline geldi, ancak daha seküler partiler ve askeri yapıdan gelen zorluklarla karşılaştı.
Bangladeş’te ise, 1971’deki bağımsızlık sonrası siyasi manzara dramatik bir şekilde değişti. Kurtuluş Savaşı sırasında Pakistan rejimini destekleyen Jamaat-e-Islami, ilk etapta tepkiyle karşılandı ve büyük ölçüde marjinalleştirildi. Ancak, 1970’lerin sonları ve 1980’lerde siyasi boşluktan faydalanarak yeniden ortaya çıktı ve laiklik ile milliyetçilikle yüzleşen bir ulusta dini duyguların yükselişine kapı araladı.
Hindistan’ın İslami siyasi manzarası ise farklı bir seyir izlemektedir. Hindistan Ulusal Kongresi, başlangıçta Müslüman çıkarlarını Hindu milliyetçileriyle birlikte temsil ediyordu; ancak, bölünme ve ardından gelen toplumsal gerilimler, parçalanmış bir siyasi ortam oluşturdu. 1920’lerde, özellikle Haydarabad’da, Müslüman haklarını ve temsilini savunan All India Majlis-e-Ittehad-ul-Muslimeen (AIMIM) ortaya çıktı. Zamanla, özellikle Bharatiya Janata Party (BJP) altında hakim olan Hindu milliyetçi gündem karşısında güçlü bir etki kazanmakta zorlandı. 20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarında, alt kıtada muhafazakâr İslami hareketlerin yükselişi gözlemlendi. Pakistan’da, 1970’lerde General Zia-ul-Haq’ın İslamlaştırma politikaları, İslami ilkeleri devlet yapısına entegre ederken, dini partilerin güçlenmesine neden oldu. Bangladeş’te ise, 2000’lerde seküler politikalara tepki olarak muhafazakâr İslami grupların yeniden dirilişi yaşandı.
Genel olarak, Hindistan alt kıtasındaki İslami siyasi partilerin tarihsel bağlamı, dini kimlik, milliyetçilik ve sosyo-politik dinamiklerin karmaşık etkileşimi ile belirlenmiştir. Bu partiler, tarihi olaylara, değişen güç dengelerine ve seçmenlerinin beklentilerine yanıt olarak evrim geçirmiştir; bu durum, bölgedeki daha geniş siyasi manzaranın bir yansımasıdır.
İslami Partilerin Güncel Durumu
Hindistan’da İslami siyasi partiler, ülkenin seküler anayasası nedeniyle marjinal kalmaktadır. All India Majlis-e-Ittehad-ul-Muslimeen (AIMIM) gibi partiler, bölgesel başarılar elde etse de ulusal düzeyde sınırlı etkiye sahiptir. Hindutva ideolojisinin yükselişi ve Bharatiya Janata Party’nin (BJP) çoğunlukçu politikaları, Müslüman partilerin siyasi etkisini daha da azaltmıştır. 2019-2020 Vatandaşlık Değişiklik Yasası (CAA) protestoları, Müslümanların harekete geçme potansiyelini gösterse de, İslami partiler bu süreçte ikincil bir rol oynamıştır.
Pakistan’da Jamaat-e-Islami (JI) ve Jamiat Ulema-e-Islam (JUI) gibi İslami partiler, İslam devleti ideali üzerinden siyasi etki oluşturmuştur. Ancak son yıllarda İslami partiler, teokratik talepler yerine ana akım partilerle koalisyon kurma stratejisine yönelmiştir. Khyber Pakhtunkhwa’da bu strateji ile başarılı olmuşlardır. Radikal Tehreek-e-Labbaik Pakistan’ın (TLP) yükselişi ise, aşırıcı İslami siyasetin artan gücüne işaret etmektedir, özellikle gençler arasında.
Bangladeş’te İslami partiler, Awami League hükümeti altında baskı altına alınmıştır. Jamaat-e-Islami’nin seçimlere katılması yasaklanmış, parti aşırılıkla ilişkilendirilmiştir. Ancak bu, İslamcı etkileri ortadan kaldırmamıştır. Hefazat-e-Islam, Şeriat yasaları ve İslami değerlerin savunuculuğu ile önemli bir siyasi aktör haline gelmiştir. Kırsal muhafazakârlığın yükselişi, ülkenin seküler ve dini elitleri arasındaki gerilimi artırmaktadır.
Jeopolitik şarllar, İslami siyasi partilerin etkisini ülkeden ülkeye büyük ölçüde şekillendirmektedir. Pakistan, İslami ilkeler üzerine kurulu bir Müslüman çoğunluk ülkesi olmasına rağmen, terörizm ve aşırılıkçılıkla ilgili küresel endişeler, bu partilerin ana akım siyasette meşruiyetlerini korumasını zorlaştırmıştır. Ülkenin Afganistan’daki çatışmalardaki rolü ve Hindistan ile karmaşık ilişkileri, radikal İslamcı hareketlerin yükselişini engellemekte ve bu hareketler uluslararası alanda şüpheyle karşılanmaktadır. Bangladeş’te, Awami League hükümeti İslamcı partileri, özellikle Jamaat-e-Islami’yi bastırarak seküler ve kalkınma odaklı bir siyaset izlemektedir. Ancak, kırsal alanlarda artan dini muhafazakârlık, İslamcı grupların etkisini sürdürmesine zemin hazırlamaktadır. Bangladeş’in Hindistan ve Çin ile olan stratejik ilişkileri ve Rohingya krizi gibi bölgesel meseleler de İslamcı siyasetin etkisini karmaşıklaştırmaktadır. Hindistan’da ise Bharatiya Janata Party’nin (BJP) yükselen Hindu milliyetçiliği, İslami partilerin siyasi alanını ciddi ölçüde daraltmıştır. Vatandaşlık Değişiklik Yasası (CAA) ve Keşmir politikaları, Müslümanları daha da marjinalleştirmiş, pek çok Müslüman, İslami partiler yerine seküler hareketleri desteklemeyi tercih etmiştir. Hindistan’ın küresel imajı bir seküler demokrasi olarak güçlenirken, Batılı ülkelerle ve komşularıyla olan stratejik ittifaklar da dini temelli hareketler için siyasi alanı daraltmaktadır. Bu dinamikler, her üç ülkede de İslami partilerin geleceğini, hem iç siyasi dengeler hem de jeopolitik faktörler üzerinden belirlemektedir.
Hint alt kıtasındaki İslami siyasi partiler, İslami değerleri yönetimle entegre etme vizyonunu paylaşmakla birlikte, her ülkenin tarihi, kültürel ve sosyo-politik dinamikleri sebebiyle bu vizyonu gerçekleştirme yolları farklılık göstermektedir.
Pakistan’da Cemaat-i İslami (JI) ve Camiat Ulema-i İslam (JUI) gibi partiler, Şeriat yasalarının uygulanmasını aktif olarak savunmakta ve geniş sosyal hizmet programları aracılığıyla halkın desteğini kazanmaktadır. Ancak, son dönemde Tehreek-e-Labbaik Pakistan (TLP) gibi daha popülist partiler, özellikle dini hassasiyetler ve Peygamber’e saygısızlık gibi konularda kitlesel protestolar düzenleyerek popülerlik kazanmıştır.
Bangladeş’te Cemaat-i İslami’nin siyasi etkisi, 1971 Bağımsızlık Savaşı’ndaki tartışmalı rolü nedeniyle azalmış olmasına rağmen, sosyal programlar ve dini hizmetler yoluyla toplumla etkileşimini sürdürmektedir. Hefazat-e-İslam ise geniş bir medrese ağına sahip olup, dini eğitimin yaygınlaştırılması ve muhafazakâr reformlar üzerinde yoğunlaşmaktadır, özellikle kırsal kesimde geniş bir destek bulmaktadır.
Hindistan’da ise All India Majlis-e-Ittehad-ul-Muslimeen (AIMIM) gibi partiler, Hindu milliyetçiliğinin yükselişi ve Müslümanlara yönelik artan baskılar karşısında Müslüman azınlık haklarını korumaya odaklanmaktadır. Hindu milliyetçiliği ve ayrımcı yasalar, İslami partilerin hareket alanını daraltırken, bu partiler daha çok yasal mücadeleler ve hak savunuculuğu üzerinden etkili olmaya çalışmaktadır.
Genel olarak, Pakistan ve Bangladeş’teki İslami partiler tabandan gelen sosyal hizmetler ve dini ağlar yoluyla halk desteği kazanırken, Hindistan’daki İslami partiler daha zorlu bir siyasi ortamda Müslümanların haklarını koruma mücadelesi vermektedir. Her ülkedeki bu farklılaşan stratejiler, İslami partilerin bulundukları toplumların ihtiyaçlarına ve dinamiklerine göre şekillenmektedir.
1.)Anayasal Laiklik: Hindistan ve Bangladeş’in anayasaları, laikliği temel ilke olarak benimsemekte ve dini esaslara dayalı bir yönetim kurmayı amaçlayan İslami partilere karşı önemli engeller oluşturmaktadır. Hindistan’da din ve siyaset arasındaki ayrım anayasal olarak sağlam bir şekilde kurulmuş olup, dini partilerin ulusal düzeyde önemli bir güç kazanmasını zorlaştırmaktadır. Bangladeş’te ise, İslami kimliğine rağmen, özellikle 2008’den bu yana Awami Birliği’nin iktidarı döneminde laik yönetim kurumsallaşmıştır. Bu durum, İslami partilerin etkinliğini sınırlamakta ve dini temelli bir yönetim vizyonunu gerçekleştirmelerini zorlaştırmaktadır.
2.) Hukuki ve Kurumsal Engeller: Bangladeş’te Cemaat-i İslami’nin yasaklanması, İslami partilerin ideolojilerinin seküler devlet politikalarıyla çatıştığında karşılaştığı hukuki zorlukların bir göstergesidir. Bu yasak, partinin siyasi faaliyetlerini ciddi şekilde engellemiştir. Hindistan’da ise resmi bir yasak olmamakla birlikte, İslami partiler seçim yasalarının dine dayalı politik kampanyalara izin vermemesi sebebiyle önemli zorluklar yaşamaktadır. Pakistan’da İslami partilerin anayasal bir engelle karşılaşmamasına rağmen, koalisyon politikaları ve değişen ittifaklar sebebiyle siyasi etkileri sınırlıdır.
3.) Aşırılıkçılıkla İlişkilendirilme: Hint alt kıtasındaki İslami siyasi partiler, aşırılık yanlısı gruplarla ilişkilendirilmekle sıkça suçlanmaktadır. Bu durum, özellikle Pakistan’da, Camiat Ulema-i İslam (JUI-F) ve Cemaat-i İslami gibi partilerin muhafazakâr medreseler ve militan ağlarla çok yakın ilişkiler içinde olmasıyla daha da belirgin hale gelmiştir. Bangladeş’te ise Cemaat-i İslami’nin 1971 Bağımsızlık Savaşı sırasında savaş suçları ve aşırılık yanlısı faaliyetlerle ilişkilendirilmesi, partinin toplumdaki itibarını önemli ölçüde zedelemiştir.
4.) Bölünme ve Mezhepçilik: İslami siyasi hareketler, çoğu zaman mezhepsel çizgiler boyunca parçalanmış durumdadır. Sünni, Şii, Deobandi ve Barelvi gruplar arasındaki mezhebi anlaşmazlıklar, bu hareketlerin birleşik bir siyasi güç oluşturmasını zorlaştırmakta, bu da geniş Müslüman nüfusun tamamına hitap etmelerini engellemektedir. Bu mezhepsel bölünmeler, partilerin siyasi etki alanlarını daraltmakta ve onları güçsüz bırakmaktadır.
5.) Küresel İslamofobi ve Jeopolitik Baskılar: Küresel İslamofobinin yükselmesi ve uluslararası toplumun radikal İslam’a yönelik kaygıları, İslami partilerin meşru siyasi aktörler olarak kabul edilmesini zorlaştırmaktadır. Bu baskılar, özellikle Bangladeş gibi ülkelerde, hükümetin İslamcı partilere karşı baskıcı politikalarını meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Bangladeş’te Awami Birliği hükümeti, İslami partilerin faaliyetlerini sınırlandırmak adına birçok Bangladeş Jamaat-e-İslami ve Hefazat-e-İslam üyesini yaralamış ve kaybetmiştir. Bu eylemler, hükümetin Hindistan’daki Modi hükümetini memnun etme ve bu partilerin siyasi etkinliğini azaltma çabalarının bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Hindistan’da ise Müslüman siyasi liderler, terörle mücadele söylemi altında sürekli olarak denetime tabi tutulmakta ve partiler İslami radikalleşme ile ilişkilendirilerek marjinalize edilmektedir.
6.) Hükümet Baskısı ve Siyasi Manipülasyon: Bangladeş’teki İslami partiler, Awami Birliği hükümetinin sistematik baskılarıyla karşı karşıya kalmıştır. Cemaat-i İslami ve Hefazat-e-İslam üyeleri, siyasi baskılar nedeniyle tutuklanmış, kaybedilmiş ya da öldürülmüştür. Bu baskılar, sadece İslami partileri zayıflatmak amacıyla değil, aynı zamanda Hindistan’daki Modi hükümetine olan siyasi yakınlığı pekiştirmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Bu tür baskıcı yöntemler, Bangladeş’teki İslami siyasi hareketlerin zayıflamasına neden olurken, hükümetin laikleşme politikalarını güçlendirmeyi amaçlamıştır.
Birçok zorluğa rağmen, Hint alt kıtasındaki İslami siyasi partilerin, etkilerini sürdürmek ve hatta genişletmek için çeşitli fırsatları bulunmaktadır:
1.) Koalisyon İnşası ve Pragmatizm: Pakistan’daki İslami partiler, koalisyon inşasının siyasi hayatta kalma açısından uygulanabilir bir strateji olduğunu göstermiştir. Daha ana akım seküler partilerle ittifaklar kurarak, marjinalize olmadan politika üzerinde etkili olabilirler ve yönetime temsil kazandırabilirler. Bu strateji, Bangladeş’te de Awami Birliği’ne karşı muhalefet eden siyasi koalisyonlar içinde İslami partilerin kendilerine fırsatlar bulabileceği bir model olarak değerlendirilebilir. Koalisyonlar, İslami partilerin etkilerini artırmanın yanı sıra ülkedeki siyasal kutuplaşmayı azaltabilir.
2.) Sosyal ve Ekonomik Meselelere Eğilme: Pakistan’daki Cemaat-i İslami gibi partiler, sosyal refah programlarına odaklanarak, sağlık hizmetleri ve eğitim gibi ihtiyaçların karşılanmadığı bölgelere hizmet götürme konusunda başarılı olmuştur. Bu tür girişimler, özellikle kırsal ve yoksul bölgelerde İslami partilerin taban desteğini güçlendirmektedir. Benzer modeller, Hindistan ve Bangladeş’teki ekonomik eşitsizliklerin ve az gelişmişliğin hala baskın olduğu bölgelerde uygulanabilir. İslami partilerin sosyal adalet ve refah temalı politikalarla yoksul ve dezavantajlı kesimleri hedef alması, bu partilerin kitle desteğini artırabilir.
3.) Gençlerle Etkileşim: İşsizlik ve eşitsizlik gibi sorunlarla mücadele eden ve ana akım siyasetten memnun olmayan genç nesil, İslami partiler için önemli bir fırsat sunmaktadır. Pakistan’da Tehreek-e-Labbaik gibi hareketler, hayal kırıklığı yaşayan gençleri dini temelli söylemlerle harekete geçirebilmiştir. Ancak, daha sürdürülebilir bir yol olarak, eğitim ve sosyal adalet temelli programlar geliştirmek, uzun vadede İslami partilerin başarısını artırabilir. Hindistan ve Bangladeş’te de İslami partiler, gençlerin beklentilerine yönelik reformcu politikalar geliştirerek onların desteğini kazanabilir. Bu bağlamda, Bangladeş İslami Chatra Shibir (BICS), Bangladeş Jamaat-e-Islami’nin öğrenci kolu olarak aktif bir şekilde çalışmakta ve ülkedeki öğrenciler arasında güçlü bir örgütlenme ağı kurmuştur. BICS, özellikle eğitim kurumlarında dini ve siyasi bilinç kazandırmayı amaçlayarak, İslami değerlerin yayılmasını ve gençlerin topluma kazandırılmasını hedeflemektedir. Aynı zamanda, Jamaat-e-Islami’nin ideolojisini desteklemek amacıyla gençleri eğitip motive edip, yurtdışında yaşayan Bangladeşli öğrenciler arasında da kadrolaşarak uluslararası alanda da etkisini sürdürmektedir.
4.) Aşırılıktan Uzaklaşma: Aşırılıkçı söylemlerden başarıyla uzaklaşabilen ve kendilerini daha ılımlı, reformist güçler olarak sunabilen İslami partiler, daha geniş bir desteğe ulaşma açısından daha başarılı olabilirler. Bangladeş’te, Hefazat-e-İslam gibi partiler, Cemaat-i İslami’nin aşırılık ile ilişkilendirilerek siyasi arenadan dışlanmasından ders almalı ve bu kaderi paylaşmaktan kaçınmalıdır. Aşırılıktan uzak duran ve reform temelli politikalar üreten İslami partiler, toplumsal desteği artırarak siyasi arenada kalıcı bir yer edinme şansı yakalayabilirler.
Hint Alt Kıtası’ndaki İslami siyasi partiler, anayasal laiklik, yasal sınırlamalar, toplumsal değişimler ve içsel bölünmelerle şekillenen önemli ve çok boyutlu zorluklarla karşı karşıyadır. Bu zorluklar, hem toplumsal hem de siyasi düzeyde büyük etkiler yaratmaktadır. Pakistan, Hindistan ve Bangladeş’teki İslami siyasi partiler, farklı siyasi sistemler ve sosyal gerçeklikler içinde faaliyet göstermektedirler, bu da onların stratejilerini ve etkilerini büyük ölçüde farklılaştırmaktadır.
Pakistan’da, Cemaat-i İslami ve Tehrik-i Lebbeyk Pakistan (TLP) gibi partiler, İslami değerleri savunurken ana akım siyasetle ve sert çizgili popülizmle denge kurmaya çalışmaktadır. Cemaat-i İslami, sosyal refah projelerine ağırlık vererek toplumun geniş kesimlerine hitap etmeyi amaçlarken, Tehrik-i Lebbeyk Pakistan, özellikle dini duygular üzerinden halk desteğini mobilize etmektedir. Bu iki partinin farklı stratejileri, Pakistan’ın siyasi sahnesindeki İslami partilerin çok yönlü ve karmaşık bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Toplumsal refah, adalet ve dini hassasiyetler arasındaki bu denge, Pakistan’daki İslami siyasetin şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Bangladeş’te ise İslami siyasi partiler, hükümetin uzun süredir devam eden baskıları nedeniyle büyük bir gerileme yaşamaktadır. Özellikle Cemaat-i İslami gibi partiler, sıkı devlet kontrolü ve çeşitli yasaklamalar sonucu etkinliklerini yitirmiş durumdadır. Ancak, muhafazakar İslami gruplar arasında yer alan Hefazat-i İslam, kırsal bölgelerde ve dini ağlar aracılığıyla faaliyetlerini sürdürmeyi başarmıştır. Bu durum, Bangladeş’teki İslami hareketlerin devlet baskısına rağmen sahip oldukları dayanıklılık ve uyum sağlama becerilerini ortaya koymaktadır. Özellikle dini eğitim kurumları ve yerel dini liderler aracılığıyla kırsal topluluklar üzerinde etkilerini devam ettirebilmeleri, bu hareketlerin kalıcılığını sağlamaktadır.
Hindistan’da ise İslami siyasi partiler, Hindu çoğunluklu ve laik bir sistemde faaliyet göstermenin getirdiği sınırlamalarla mücadele etmektedir. Özellikle Tüm Hindistan Müslüman Birliği Konseyi (AIMIM) gibi partiler, bu çerçeve içinde azınlık meselelerine odaklanarak belirli bölgelerde etki kazanabilmektedir. Ancak, Hindistan’daki Müslüman toplulukların artan marjinalleşmesi ve sosyoekonomik eşitsizlikler, bu partilere daha geniş çaplı temsil ve sosyal adalet taleplerini savunma fırsatları sunmaktadır. Müslüman azınlıkların karşı karşıya kaldığı zorluklar, İslami siyasi partilerin bu topluluklara yönelik daha fazla çözüm üretmesini zorunlu kılmaktadır.
Genel anlamda, bu İslami siyasi partilerin gelecekteki başarısı, değişen siyasi ve sosyal dinamiklere ne ölçüde uyum sağlayabileceklerine bağlı olacaktır. Hem devlet baskıları hem de toplumsal talepler karşısında bu partilerin, ana akım siyasetle etkin bir şekilde etkileşim kurması, sosyoekonomik sorunlara duyarlılık göstermesi ve eğitim, sağlık, yoksulluk gibi temel meselelerde çözümler geliştirmesi büyük önem taşımaktadır. Dini kimliklerini ve inançlarını ulusal gerçeklerle ve modern yönetim gereksinimleriyle uyumlu hale getirmeyi başardıkları takdirde, Hindistan alt kıtasındaki gelişen siyasi ortamda önemli bir rol oynayabilirler. Bu bağlamda, İslami siyasi hareketlerin hem dini hem de sosyal sorumluluklarını dengeli bir şekilde yönetmeleri, uzun vadeli sürdürülebilir başarı için kilit unsurlar arasında yer almaktadır.
MD Salah UDDIN, Güney Asya Siyaset ve Din Analisti
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
Kaynakça