(Bu yazı Mâide 38. ayetle ilgili olarak hazırlamakta olduğum ve ayetteki tüm kavramları ele alan geniş çaplı bir çalışmanın sadece “el” kelimesiyle ilgili olan bölümünün ikinci kısmıdır. Çalışma tamamlandığında bütün halinde yayınlanacaktır.)
Önceki yazımızda[1] Mâide Suresi 38. ayetteki el kesme cezasını güç kesme olarak tahrif eden zihniyete cevâben, bu yaptıklarının Arapça’ya aykırı olduğunu, ayetteki ifadenin güç kelimesi olamayacağını sebepleriyle ayrıntılı olarak anlatmıştık. Bu yazımızda ise yine aynı zevâtın el kelimesi ile ilgili olarak ortaya attıkları diğer bahaneleri ele alacağız. Tekrar edelim ki bu konu Mâide 38. ayetteki tüm kavramları inceleyen ve ortaya atılan her iddiaya cevap niteliğindeki kapsamlı bir çalışmanın bir bölümüdür. Burada cevabı bulunmayan iddialarla ilgili olarak çalışmanın tamamlanması beklenmelidir.
Öncelikle ilgili ayeti hatırlayalım:
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِّنَ اللَّـهِۗ وَاللَّـهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
Erkek hırsız ile kadın hırsızın ellerini kesin ki kazandıklarına karşılık bir ceza, Allah tarafından bir caydırma olsun. Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır. (Mâide 5/38)
Ayette çoğulu geçen يد yed (el) kelimesi ile ilgili olarak ortaya atılan iddialardan biri de Arapça’da çoğulun en az üç adedi gösterdiği ve bir insanın üç eli olamayacağı için bunun farklı bir anlamda olması gerektiği idi.
Kelime ayette أيديهما eydiyehumâ şeklinde yer almaktadır. Kelimenin أيدي eydiy bölümü eller anlamındadır. Devamındaki هما humâ bölümü ise “ikisinin” anlamına gelen zamirdir. Buradaki ikil zamir, ayetin başındaki erkek ve kadın hırsız anlamındaki السارق es’sâriq ve السارقة es’sâriqa ifadelerini göstermektedir. İddia sahipleri ise kelimede kullanılan eydiy ifadesinin ikil değil çoğul olması sebebiyle en az üç eli ifade ettiğini ve her bir hırsızın ellerinden bahsedildiğini, bir insanda üç el olamayacağından bu kelimenin el anlamında olamayacağını söylemektedirler.
Her şeyden önce, ayetteki أيد eyd kelimesinin hiçbir şekilde güç anlamında olamayacağını daha önce ispatladığımız için artık “bu kelime eller anlamında olamaz” gibi bir söylemin hiçbir tutarlı yanı yoktur. Yine de biz iddiaların hiçbir yönden tutarlı olmadığını göstermek adına çürütmeye devam edelim.
Arapça’da isimlerin tekil (müfred), ikil (tesniye) ve çoğul (cem’î) formları vardır. Her kelimenin özel bir ikil formu olduğundan, bir kelime tekil veya ikil değil de çoğul ise 3 veya daha fazla adet olduğu anlatılıyor demektir. İncelediğimiz kelimede أيدي eydiy ifadesi çoğuldur ve en az üç adedi kastetmesi gerekir. Ancak burada “erkek ve kadın hırsızlık yapan herkesin ellerini” dendiği çok açıktır. Ayette tek bir erkek hırsız ile tek bir kadın hırsızdan bahsedilmemektedir. Erkek veya kadın, kim olursa olsun hırsızın elini kesin denmektedir. Bu anlamı kelimenin ikil ve tekil formlarını kullanarak dile getirmek mümkün değildir. Şöyle ki; kelimenin tekil olması zaten mümkün değildir bu kullanım anlamsız bir sonuç verir. Çünkü ifade فقطعوا يدهما faktaû yedehumâ şeklinde olacaktır ve bu ifadeden her ikisinden bir el kesilmesi anlaşılır. Diğer ihtimal ise el kelimesinin ikil olması durumudur. O zaman da ifade فقطعوا يديهما faktaû yedeyhimâ olacaktır. Bu ifadedense her iki hırsızın da iki elinin birden kesilmesi anlaşılır. İşte zaten bu karşıklıkların önüne geçmek için Arapça nahiv kitaplarında şu kural dile getirilir:
“Tesniye (ikil) formundaki kelime bir diğer tesniye formundaki kelimenin tamlayanı (muzaf) olduğunda, tamlayan tamlananın (muzafun ileyh) bir parçası ise tamlayan çoğul formunda kullanılır.”[2]
Nitekim bu durumun Kur’an’da başka örneklerini de görmek mümkündür. Tahrîm Suresi’nin 4. ayeti şöyledir:
إِنْ تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا…
Allah’a yönelip tevbe ederseniz iyi olur. Çünkü ikinizin de kalpleri kaydı… (Tahrîm 66/4)
Ayetteki “ikinizin kalpleri” ifadesi قلوبكما kulûbukumâ kelimesinin Türkçe karşılığıdır. Burada iki kişinin kalbinden bahsedilmesine rağmen kalp kelimesi ikil değil çoğul kullanılmıştır ki anlam karışıklığı olmasın. Hatta burada iki kişinin kalp sayısının toplamda ikiden fazla olma ihtimali olmamasına rağmen ikil değil çoğul kullanılmıştır. Buradan hareketle bu kullanımın kural dışı olmadığı, anlam karışıklığının önüne geçilmesi için böyle olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kadın veya erkek, hırsızlık yapan herkesin tek bir elini ifade ederken çoğul gelmesi bir kişide üç el olmasını değil, herkesin birer elinin kastedildiğini göstermektedir. Ayrıca Kur’an’da ayeti böyle anlamamız gerektiğini doğrulayan çok daha güçlü deliller de vardır. Bunlardan biri Mâide 33. ayet ve benzerlerindeki kullanımdır:
إِنَّمَا جَزَاءُ الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللَّـهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْأَرْضِ فَسَادًا أَن يُقَتَّلُوا أَوْ يُصَلَّبُوا أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلَافٍ…
Allah’a ve elçisine karşı savaşan ve ortalığı birbirine katmaya çalışanların cezası öldürülmeleri veya asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi… (Mâide 5/33)
Bu ayetteki ifadelerden يد yed kelimesinin çoğul kullanımında bile zamirlerden dolayı tekil kastedildiği, tek bir elden bahsedildiği açıkça anlaşılmaktadır. Şöyle ki; burada تقطًع أيديهم وأرجلهم tukatta’a eydiyhim ve erculuhum (ellerinin ve ayaklarının kesilmesi) ifadesinde de eller ve ayaklar çoğul ifadelerdir. Burada kelime “onların” anlamına gelen هم hum zamiri aldığı ve çok kişiden bahsedildiği için çoğul ifade kullanılmıştır, ancak buna rağmen her birinin birer eli ve birer ayağının kastedildiği çok açıktır. Çünkü devamında من خلاف min hilafin (çapraz olarak) ifadesi geçmektedir. Burada “çapraz olarak” ifadesinin kullanılmasından, “elleri ve ayakları” şeklinde çoğul kelimeler kullanılmasına rağmen, kast edilenin birer el ve birer ayak olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü başka şekilde çapraz kesmek mümkün değildir. Demek ki bir kişinin bir eli kast edildiğinde de kişi sayısının çokluğundan dolayı kesilecek organ çoğul olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla Mâide 38. ayetteki فقطعوا أيديهما faktaû eydiyehumâ ifadesinde kast edilenin her hırsızın sadece bir elinin kesilmesi olduğu diğer ayetlerin delaletiyle sabittir. Benzer durum firavunun sihirbazları tehdit ettiği A’râf 124, Tâhâ 71 ve Şuarâ 49 ayetlerinde de görülebilir.
Yusuf Suresindeki ellerini kesen kadınlardan bahseden ayette de aynı durum mevcuttur:
… وَأَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَأً وَآتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِّنْهُنَّ سِكِّينًا وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ ۖ فَلَمَّا رَأَيْنَهُ أَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ…
…Onlara mükellef bir sofra hazırladı; her birine bir bıçak verdi. Sonra Yusuf’a “Haydi yanlarına çık” dedi. Kadınlar Yusuf’u görünce büyülendiler ve ellerini kestiler…. (Yusuf 12/31)
Bu ayette de “ellerini” şeklinde dilimize çevrilen ifade, çoğul olan أيديهن eydiyehünne kelimesidir. Burada kadınların üçer eli olduğundan söz edilemeyeceği açıktır. Tüm kadnların ellerinden bahsedildiği için çoğul kullanıldığı söylenebilir. Ancak kast edilenin her birinin iki eli mi olduğu sorusu sorulamaz. Çünkü kadınların bir ellerinde bıçak vardır. Dolayısıyla kesilen elleri yine bir tanedir. Yani kelime çoğul kullanılmış ancak her birinin bir eli kast edilmiştir. Dolayısıyla Mâide 38. ayetteki ifadeden bir kişinin üç eli olamaz sonucunu çıkarmak anlamsızdır. Kelime bir elin kast edildiği durumlar için de çok sayıda kişiden bahsedildiği için çoğul gelmiştir. Kelimenin çoğul kullanılıp herkesin bir tek elinin kast edildiğini anladığımız bir ayet daha mevcuttur:
إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّـهَ يَدُ اللَّـهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ…
Sana bağlılık sözleşmesi yapanlar, o sözleşmeyi aslında Allah ile yapmış olurlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir… (Fetih 48/10)
Daha önce mecaz olarak “Allah’ın iki eli” ifadesinin Mâide Suresinin 64. ayetinde geçtiğini görmüştük. Böyle bir kullanım olmasına rağmen yukarıdaki ayette “Allah’ın eli” derken tek bir elden bahsedilmektedir. Devamında ise “onların elleri üstündedir” ifadesi yine deyimsel bir kullanımla karşımıza çıkmaktadır. Burada “onların elleri” derken her birinin tek elinin kast edildiği “Allah’ın eli” ifadesinde de tek bir elin kullanılmasından anlaşılmaktadır. Eğer “Allah’ın iki eli onların elleri üstündedir” denseydi onların “iki elinin” üstünde olduğu anlaşılırdı. Ancak “Allah’ın eli, onların elleri üstündedir denilerek” deyim dahi olsa, her bir kişinin bir tek elinden bahsedildiği anlaşılır hale getirilmiş ve burada da kelime çoğul kullanılmıştır.
Yaptığımız tüm bu tesbitler, hırsızlık suçunu işlediği sabit olmuş kişilerin sadece bir elinin kesilmesinin emredildiğini de göstermekte, “kesilecek elin bir tane olduğunu nereden çıkarıyorsunuz” gibi garip sorular da cevap bulmuş olmaktadır.
Bu konuda çok sorulan sorulardan biri de elin sınırlarının ne olduğudur. Zira “ayette eli kesin deniyorsa elin nereden kesileceğini nasıl tesbit edeceğiz” gibi soruların bu konudaki anlamsız iddiaları güçlendirdiği düşünülmektedir. Gerçekten de herhangi bir Arapça sözlüğe bakıldığında Türkçe’ye “el” olarak çevrilen يد yed kelimesinin anlamı ile ilgili olarak şu ifadelerle karşılaşılır:
من أَعضاء الجسد ، وهي من المنكب إِلى أَطراف الأَصابع
“Bedenin, omuzdan parmak uçlarına kadar olan organı.”[3]
Görüldüğü gibi sözlüklere göre يد yed kelimesi Arapça’da omuzdan itibaren tüm kolu ifade eden bir kelimedir. Ancak bu durumun Kur’an’da bir örneği yoktur. Kelimenin Kur’an’daki tüm kullanımları bilekten parmak uçlarına kadar olan, bizim de “el” dediğimiz bölgeyle sınırlıdır. Kelimenin anlamını Kur’an’dan öğrenirken okuduğumuz ayetler hatırlanırsa bu durum net bir şekilde görülebilir:
أَلَهُمْ أَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَا ۖ أَمْ لَهُمْ أَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَا ۖ أَمْ لَهُمْ أَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَا ۖ أَمْ لَهُمْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا…
Ayakları mı var ki yürüsünler; elleri mi var ki tutsunlar; gözleri mi var ki görsünler; kulakları mı var ki dinlesinler… (A’râf 7/195)
Ayette يد yed kelimesinin tutmaya yarayan organ olduğu belirtilmektedir. Bu da bilek ve parmak uçları arasındaki bölümdür. Şu ayet de kelimenin Kur’an’daki kullanımının tüm kolu kast eder biçimde olmadığını gösterir:
وَاضْمُمْ يَدَكَ إِلَىٰ جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ آيَةً أُخْرَىٰ
Şimdi elini koynuna sok da lekesiz, bembeyaz bir şekilde dışarı çıkar. Bu da bir başka belgedir. (Tâhâ 20/22)
Kaldı ki abdesti tarif eden ayette ellerin yıkanması emredilirken “el” kelimesi ile kast edilenin yine aynı şekilde tutma organı olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple yıkacanak yerin sadece el olmadığının anlaşılması için “dirseklere kadar” denilerek sınırı genişleten bir ifadeye yer verilmektedir:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ…
Ey inanıp güvenenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın… (Mâide 5/6)
Ayetteki “dirseklere kadar” ifadesinin sınırı genişletmek değil, omuza kadar anlaşılmasın diye, aslında sırınırı daraltmak için kullanılan bir ifade olduğu söylenebilir ki fıkıh eserlerinde bu söylem dile getirilmektedir. Ancak hem Kur’an’da el kelimesinin hiçbir ayette tüm kolu ifade eden bir kullanımının olmaması hem de bu ayetin devamında teyemmüm emri verilirken el kelimesinin kullanılıp sınır bildirilmediği halde başta Rasulullah olmak üzere herkesin sadece elini mesh etmesi bu söylemin doğru olmadığını gösterir:
…وَإِنْ كُنْتُمْ مَرْضَىٰ أَوْ عَلَىٰ سَفَرٍ أَوْ جَاءَ أَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَائِطِ أَوْ لَامَسْتُمُ النِّسَاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُمْ مِنْهُ…
… Hasta veya yolcu olur yahut sizden biri ayak yolundan gelir ya da kadınlarınızla birlikte olur da su bulamazsanız, temiz yüzeye (toprağa) yönelin; onunla yüzünüzü ve ellerinizi meshedin… (Mâide 5/6)
Görüldüğü gibi ayette sadece “ellerinizi meshedin” denilip hiçbir sınır çizilmediği halde teyemmümde omuza kadar mesh yapılmaz. Bu durum يد yed kelimesinin Arapça’da ne anlamda olursa olsun Kur’an’da sadece parmak ucundan bileğe kadar olan bölgeyi ifade ettiğini gösterir. Ayetin başında el kelimesinin “dirseklere kadar” ifadesi ile birlikte kullanılmasının da yıkanacak bölgenin parmak ucundan başlayıp dirsekte bittiğini anlatmak için olduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Kur’an’ın kelimeye verdiği bu manaya bakılırsa el kelimesinin sözlüklerdeki anlamının daha sonradan değiştiği de rahatlıkla söylenebilir. Bizim sözlüklere değil Kur’an’a teslim olmamız gerekir.
Kaldı ki yukarıda alıntı yaptığımız sözlükte el kelimesi anlamlandırılırken ikinci anlam şöyle verilmiştir:
و اليَدُ من كلِّ شيءٍ : مَقْبَضُه
“Her şeyin tutulacak yerine de el denir.”[4]
Bir eşyanın tutulacak yeri için de bu kelimenin kullanılması, bu kelime ile tutma organı olan el yani parmak uçlarından bileğe kadar olan bölgenin kast edildiğini gösterir.
Sonuç olarak açıkça görülmektedir ki; Mâide Suresi 38. ayette hırsızlığı sabit olmuş kadın veya erkeğin cezasının, bir elinin bilekten kesilip bedeninden ayrılması[5] olduğu Allah’ın bir emridir. Bu ayete teslim olmak istemeyen kişilerin ürettikleri tüm argümanlar akla, mantığa, Arap dili kurallarına ve en önemlisi Kur’an’ın iç bütünlüğüne aykırıdır. Allah’ın ayetlerine teslimiyette inat edenlerin öne sürdükleri bahaneler içerisinde belki istihzayı en çok hak edeni de eli kesilen kişinin günümüzde mikro cerrahi ile elini diktirebileceği söylemidir. Açıkçası Kur’an’da buna engel bir durum yoktur. İsteyen hırsız elini elbette diktirebilir. Burada önemli olan elin dikilmesinin elin kesilmesinden sonra olmak zorunda olduğudur. Kesildikten sonra eli tekrar dikilmiş kişi suçunun cezasını çekmemiş mi olmaktadır? Suçun cezası elin kesilmesidir. Önemli olan budur. El sonradan ne yapılırsa yapılsın kesildiği anda ceza çekilmiştir. Bizim ilgilenmemiz gereken budur. Eli sonradan dikilen ile dikilmeyen kişi arasında cezayı çekmek bakımından bir fark yoktur. Çünkü suçun cezası elsiz kalmak ve ömrün kalanını elden mahrum olarak geçirmek değil, elin kesilmesidir. İnsan elini başka sebeplerden dolayı da kaybedebilir. Hırsızlığın cezasının el kesme olması eli olmayan herkesi eski bir hırsız yapmaz.
Benzer bir bahane de “bugün hırsızlık elle yapılmıyor, dolayısıyla hırsızın elini kestiğinizde hırsızlık organını kesmiş olmuyorsunuz” şeklinde dile getirilerek Allah’ın bu ayetine teslim olmak konusunda direnç gösterilmektedir. Ne var ki Rabbimiz hırsızın cezasını belirtirken “hırsızlık organını kesin” gibi bir ifade kullanmamaktadır. Elin kesilmesinin sebebi olarak hırsızlığın elle yapılmış olmasını ileri sürmek Kur’an’dan onay almayan hayalî bir üretimdir. Allah hiçbir emrinin gerekçesini açıklamak zorunda değildir. Fıtratı belirleyen de o fıtrata en uygun olanı emreden de kendisidir. Kaldı ki sadece elini kullanıarak hırsızlık yapabilen bir kişiye de rastlamak mümkün değildir. Kullanılan organ el olsa dahi hırsızlık plan yapmakla yani kafayla işlenebilen bir suçtur.
Güyâ mantık kullanarak bu gibi bahaneler üretmek ve böylece ayetleri gerçek mecralarından farklı noktalara çekerek Allah’ın emirlerinin üzerini örtmek aslında bizim ulemâmıza mahsus bir tutum değildir. Aksine bu tutum yahudîlerin kitaplarına yaklaşımlarıyla birebir aynıdır. Bir örnek vermek gerekirse, Tevrat’taki şu ifadelerin nasıl yorumlanarak farklı yerlere kaydırıldığını görmemiz yeterli olacaktır:
Cana karşılık can, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere. (Çıkış 21/24)
Tevrat’ta bu şekilde geçen ifadenin doğru anlaşılmasının önüne, Allah’ın bu sözü şöyle tefsir edilerek geçilmiştir:
“Saadya Gaon, pasuktaki (pasajdaki) ifadenin doğrudan anlaşılmasının mantıken de mümkün olmadığını örneklerle açıklar. Örneğin A, B’nin gözüne vurup sinirlerin bir bölümünü zedelemiş ve kısmî körlüğe yol açmışsa, A’ya tamamen aynı şeyi yapmanın mümkün olmadığı açıktır. Üstelik herhangi bir zarar karşısında bedenin dayanıklılığı insandan insana farklılık gösterir. A, B’yi tamamen kör etmişse bile A’yı kör etmek, belki onun acı ya da kan kaybından ölümüne yol açacaktır. Kısacası böyle bir anlayış kökten yanlıştır.”[6]
Görüldüğü gibi Allah’ın ayetle sabit bir emri insanın kısıtlı aklıyla yorumlanmaya kalkışılmış ve neticede ayette emredilen şeyin “kökten yanlış” olduğu sonucuna varılmıştır. Oysa burada anlatılan bölüm Kur’an ile de tasdik edilmektedir:
وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْأَنفَ بِالْأَنفِ وَالْأُذُنَ بِالْأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ ۚ فَمَن تَصَدَّقَ بِهِ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَّهُ ۚ وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللَّـهُ فَأُولَـٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Onlara o Kitapta şunu yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve her yaraya karşılık kısas gerekir. Kim onu sadakasına sayarak bağışlarsa bu kendi için keffaret olur. Kim Allahın indirdiğine göre hükmetmezse onlar, yanlış yapan kimselerdir (zalimler). (Mâide 5/45)
Görüldüğü gibi Tevrat’taki ifade Kur’an’da aynen yer almakta ve tasdik edilmektedir. İfadenin Tevrat’ta aynen geçiyor olması onun tefsir edilerek tahrif edilmesine engel olamamıştır. Zaten ayetler yorumlama faaliyetleri ile tahrif edilirler. Bu sebeple ayetin sonunda Rabbimiz bu tutumu Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek olarak değerlendirmekte ve bunu yapanları “zalimler” olarak nitelendirmektedir. İncelediğimiz Mâide Suresinin 38. ayeti de dahil olmak üzere Kur’an’ın sayısız ayeti aynen bu şekilde Kur’an’dan konuştuğunu iddia eden ulemâ tarafından tahrif edilmiş ve edilmektedir. Dolayısıyla günümüzde bir kısım ilahiyatçının Allah’ın Kitabına revâ gördükleri bu yaklaşım şekli bile kendi orijinal üretimleri değildir.
Yahudilerin Tevrat hükümlerine yaptıklarının bir benzeri Mâide 38. ayet bağlamında şöyle de dile getirilmektedir: “Bu ayette madem hırsızın elini kesin diyor, o halde eli olmayan kişiye ne yapacağız? Daha önce hırsızlık yapıp eli kesilmiş kişiye ne yapacağız?” v.s… Bu gibi istisnâî durumların ayetin hükmünü ortadan kaldıracağının düşünülmesi Tevrat’ın kısas ayeti karşısında yapılanla tam tamına aynı şeydir. Oysa böyle istisnâî durumlar ayetin genele hitap eden evrensel emrinin uygulanmasının önünde engel olarak görülemez. Mesela bir kişiyi kasten öldüren birinin cezası Bakara Suresi 178. ayete göre kısastır. Yani maktulün ailesi affetmediği sürece, katil ölüm cezasına çarptırılır. Ancak katilin bu ceza infaz edilmeden önce başka sebeplerle ölmüş olması yani cezayı çekecek kimsenin bulunmaması katilin cezasının kısas olması genel prensibini ortadan kaldırmaz. Yine böyle bir bakış açısıyla geçirdiği hastalıktan dolayı abdestini tutamayan kişiler örnek gösterilip abdestin namazın şartı olamayacağı söylenecek noktalara varılır ki bu da saçmadır.
Burada önemli olan Allah’ın emrine harfi harfine teslim olabilmektir. Zira ayetin son ifadesinde de belirtildiği gibi “üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır.” Bu emri yerine getirmeyi engelleyebilecek istisnâî durumların çözümleri ise ayrıca ele alınması, ancak asla emrin varlığını sorgulatmaması gereken ayrı konulardır.
Erdem UYGAN
[1] https://www.mirathaber.com/kesilmesi-emredilen-hirsizin-gucu-olabilir-mi/
[2] Şeyh Ebu’l-Hayyan Siracuddin en-Nahvî, Hidâyetü’n-nahv, Karaçi, Pakistan, s: 58.
[3] https://www.almaany.com/ar/dict/ar-ar/اليد/
[4]https://www.almaany.com/ar/dict/ar-ar/اليد/
[5]Kesmek anlamına gelen قطع qata’a fiilinin kesilen şeyi kesildiği yerden ayırmak anlamında olduğu konuyla ilgili tüm kavramları içeren çalışmamız tamamlandığında görülebilir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi