Hocamız Abdurrahman Şeref Güzel Yazıcı’yı 3 Ekim 2018 Çarşamba günü vefatının kırkıncı yılında Ali Emiri Konferans salonunda andık. Bu anma merasiminde yaptığım konuşmayı sunuyorum.
Bizleri güzel insanları tanıma bahtiyarlığına erdiren Yüce Allah’ımıza hamd ederim. Salih insanlara saygılı ve onları sever olmamızı öğütleyen Aziz Peygamberimiz Hz. Muhammed’e kalbî ihtiramlarımı arzeder, bağlılarını artırmasını yüce Mevlâmızdan dilerim.
Bizim yapmamız gerekeni üstlenen İstanbul müftülüğümüze, ve Muhterem kardeşim İstanbul müftümüz Hasan Kamil hocamız şükranlarımı sunarım. Kendileri, benden de bir konuşma yapmam ricasında bulununca kabule ettim ve sunacağım konuşmamı hazırladım. Ama yazdıklarımı okuyunca kendime de yer verdiğimi gördüm. Başka türlü olabilir miydi bilmiyorum. Mazur görülmemi istirham ederim.
Hoca Efendimizi Tanımam
I-Allah’ın rahmeti üzerine olsun- Hocamızı ilk defa bir Pazar günü ikindi sonrasında Beyazıt camiinde vaaz ederken tanıdım. Bakara suresinin 97-98. âyetlerini açıklıyordu. Vaaz onrasında elini öpüp duasını aldım. 15-16 yaşlarında idim. Güleç yüzü ve şefkatli bakışları hafızama kazındı.
Rüyam ve Bağlılığım
1965-1966 yılarındaydı. Tasavvuf, Şeyh, Mürid konularında köklü bir bilgim yoktu. Bir gece rüyamda hoca efendiyi gördüm, güleç bir yüzle kollarını açarak beni öylesine kucakladı ve bağrına bastı ki tavsif edemem. Derin bir huzur içinde ve sevinçle uyandım.
Orhan İnce Ağabeyimiz ve Salı Geceleri
Kasımpaşa Camii Kebir İmamı Orhan İnce ağabeyle görüşürdüm. Merhum ağabeyin hocamızla irtibatlı oluğunu bildiğim için rüyamı ona anlattım. O da rüyamı kendince yorumlayarak beni hocamıza götürdü. Böylece hocamızın mürîdanı /irfan evladı arasına girmiş oldum. İhvanımızla tanıştım.
Salı geceleri hocamızın sohbetleri ve hatm-i hâce meclisleri olurdu. Bu toplantılara devam etmeye başladım. Benim hocamıza yakınlığım ve feyz almaya başlayışım bu vesile ile oldu.
II. Hocamızın Edebi Kişiliği
Kur’ânî ve Nebevî bilgi aktarımı, sosyal ve kültürel çevresi ile ilgili açıklamaları, şairliğini de yansıtan şiir örnekleri ve fıkralarıyla hocamızın edebi kişiliği bizi kuşatıyordu. Kendisini zevkle dinliyorduk.
Aziz Peygamberimize sevgiyi konu alan bir sohbetlerinde hocamız farsça yazan ünlü bir şairden bir dörtlük okudu. Bu dörtlükte şair Ashab-ı Kehf’in köpeğinin Cennet’e gireceği rivayetinden hareketle Peygamberimize yönelir ve şöyle der: Ya resulelleah Ashab- Kehf’in köpeği Cennet’e girerken senin ashabının kelbi olan benim Cehennem’e girmem reva mıdır? edilebilir.
Bu gün böyle bir dörtlüğe onay vermezdim ama o gün pek etkilenmiştim.
Hocamızdan bu dörtlüğü benim için tercüme etmesini rica etim. Bir hafta sonra hocamız manzum tercümesi ile geldi. Ali Rıza oğluma ithafıyla başlayan dörtlük şöyle idi:
Ya Res’ûlellah nolur Ashab- Kehf’in kelbi tek
Cennete girsem meyanında güzin ahbabının
Ben Cehennemde o Cennette reva mı hak içün
Ben senin ashabının kelbi o Kef ashabının
Hocamızı Hadisçiliği
Hafız olup kısmen de olsa Arapça bildiğim için Kur’ân’a atıfla yapılan açıklamalar daha fazla ilgimi çekmekle beraber hocamızın hadisçiliği daha bir öne çıkıyordu.
Hocamız sohbetlerinde Meşayih- i Nakşibendiye’den olan Muhahaddis Ahmet Ziyauddin Gümüşhanevî hazretlerinden çok söz eder, Râmuzu’l – Ehadis isimli eserinden de hadisler nakil buyururdu.
Ahmet Ziyauddin Gümüşhanevî
Bu sohbetlerin bereketiyle bendeniz Ahmet Ziyauddin hazretlerine derin bir muhabbet besler olmuştum. Rahmetullahi aleyh Süleymaniye camii haziresinde medfundur. Burada beni derinden etkileyen ve sevki kader konusunda daha gerçekçi kılan bir rüyama ve bu rüya ile alakalı gelişmeye değinmek istiyorum.
Rüyamın Gerçekleşmesi
1969 yılının sonlarıydı. 24,5 yaşındaydım. İstanbul Yüksek Enstitüsü’ne yeni girmiştim. Selefim merhum Ömer Öztop’un ısrarı ve yönlendirmesiyle Süleymaniye Camii Hatipliği imtihanı için başvuruda bulundum. Başvurudan bir ay kadar önce bir rüya gördüm.
Bahçesi çiçeklerle bezeli bir Medresedeyiz, Ahmet Ziyauddin efendi geliyor, dediler. Baktım nur yüzlü sarıklı bir hoca efendi. Gittim elini öptüm. Bana cübbesi cebinden çıkardığı bir kitabını hediye etti. Râ muz olduğunu tahmin ettiğim için ilk hadisi tedris etmesi ricasında bulundum. Ve uyandım.
Hatiplik imtihanına 21 kişi katıldık. İmtihan bu günkü İstanbul Müftülüğünde yapılıyordu. Birkaç gün sürdü. Bir gün İmtihana gelirken Süleymaniye Camiini bütün ihtişamıyla karşımda görünce rüyamı hatırladım ve o anda hatipliğin bana müyesser olacağına inandım. Öyle de oldu.
Hocamın Hatipliği ve ithafı
Hocamız Fatih Camiinde Hatiplik yaptı. Hutbelerini yazılı olarak hazırladı. Yayınladığı hutbelerinin ilk cildini 1 Haziran 1966 tarihinde, benim için iftiharımı mûcip Osmanlıca el yazılı şu ifadeleri ile imzalamıştı:
Nur-u aynım Ali Rıza oğluma rûhanî neşeler temennisile sevgilerimle…
Hocamız Hutbelerimi Yazmamı Öğütledi
Hatipliğe tayin edildiğimde duasını almak için gittim. Bazı tavsiyelerde bulundu. Daha da önemlisi hutbelerimi yazmamı öğütledi.
Yazar değildim. Ama çok çalışarak hocamızın öğütleri çizgisinde hutbelerimi yazdım. Yazmak bereketli oldu ve hutbelerim 300 ü buldu. Genç hatiplerin de el kitabı oldu.
Hocamızın hutbelerin den etkilendim mi? Etkilenmedim diyemem. Ama hocamızın üslubu edebi zevkiyle mütenasip sanatlı ve yüksekti. Ben de farklı bir nesildendim, cemaatimin büyük çoğunluğu da üniversite gençlerinden oluştuğu için konu seçimlerim farklı olmuştu.
Hocamızın Takrizi ve Takdiri
Hatipliğim üzerinden bir buçuk yıl geçmeden hutbelerimin birinci cildini yayınlamak istedim. Hocamızdan da birkaç satır yazmasını rica ettim. Dün bir bu gün iki, ne oluyor, ne bu acele demedi ve memnun oldu ve bir hocanın öğrencisini yüreklendirmenin müstesna bir örneğini verdi. 1 Ağustos 1971 tarihli aşağıda ki satırlarla başlayan takrizini lütfettiler:
“Fâzıl ve cevherli oğlum,
İlmî ve ruhî neş’elerin üzerinde benim de birkaç damla nurumun bulunması sürurumu ve muvaffakiyetin bakımından iftiharımı mûcib olmuştur.
Hutbelerinin bir kısmını bizzat dinlemiştim.
Süleymânî saltanatın Sinânî ihtişamını taşıyan mübarek “Süleymaniye” Camii şerifinin minberinde, çocuk görünüşüne bakıp kıymet hükmü vermekte acele edenler, tonlu sesinin irfan çağlayanı halinde dökülüşüne şahid olunca muhakkak aldanmışlar ve zahire bakarak not vermenin vicdanî acısını mutlak sezmişlerdir.
Hâlin şehadetine bakanlar ileriye doğru tecrübe ve tekâmüllerin de sağlayacağı feyz ü bereketleri göz önüne alarak- büyük ve mutlu bir istikbal yolcusu olduğunu kabulde tereddüt etmezler.”
Hocamızın Hutbelerimi Dinleyişi
Hocamız Cuma günleri genelde Süleymaniye Camiine gelir müezzin mahfiline çıkar ve hutbeyi oradan dinlerdi. Kısa boyumla minberde ayağa kalktığımda kendimi hocamızın tam karşısında bulurdum. Umumiyetle Cumadan sonra kendileri camiden çıkmadan yetişir elini öper duasını alırdım.
Bir Cuma günü “Buhranlarımız Günahlarımızdan Kaynaklanmaktadır” başlıklı bir hutbe irad etmiştim. İhlaslıydım ve sistemi eleştirir duygulu bir sunum olmuştu. Mihraptan çıkıp soyunmak üzere imam odasına giderken hocamız mutadı dışında bana doğru gelmeye başladı. Kollarını açarak beni muhabbetle bağrına bastı ve hâlâ kulaklarımda çınlayan ifadeleri ile şöyle buyurdu:
Oğlum ben söyleyemiyorum bari sen söyle.
İnce Ruhlu Bir İnsandı
Hatipliğim öncesi ve sonrasında zaman zaman Cuma günleri Hocamızı dinlemeye Aksaray valide camiine giderdim. Vaazdan sonra camiden çıkarken ayakkabılarını giydirirdim. Genelde tuvalete çıkardı. Ben de önceden hazırladığım mendille beklerdim. Benim mendilimi açmış beklediğimi görünce mutlaka avuçlayarak su içer, adeta ellerinin temiz olduğunu hissettirirdi.
Yüreklendirici Hakikat ve Sorularım
Muhterem Hazirun
Hocam ile ilgili beni asıl etkileyen hatıralarıma henüz değinmedim. Müsadenizle burada merhum hocamızdan bağımsız olarak bazı tespitlerim olacak.
Bizim saygı ve bağlılık anlayışımız son derece arızalıdır. Peygamberlik anlayışımız da böyledir. Biz sevdiğimiz ve bağlı olduğumuz insanları beşeri duygulardan arınmış, öfke, istırap, korku ve emel türü zaaflardan beri görürüz. Oysaki bunlar beşer olmanın tezahürleridir. Sınırda tutulabilirse nakîsanın değil kemalin belgeleridir.
Şahsen bu duyguları eksiklik olarak görürdüm. Baktım ki Kur’ânıızda Ulul-Azm bir peygamber olan Hz. Musa’da öfke de var, üzüntü de var, korku da var, şiddet te var.
Sahabilerin Hz. Peygambere Soruları
Rabbimiz Kur’an’ında Peygamberimizi eleştirir. Tahrîm ve Abese sûrelerinin ilk ayetleri bu eleştirilere misaldir.
Sahabiler Peygamberimizin bazı emirlerini içselleştiremediklerinde “Ya Resûlelah! Bu emriniz Rabbimizin buyruğu mudur yoksa sizin kişisel tercihiniz midir?” diye sorarlar, kişisel tercihleri olduğunu öğrendiklerinde farklı olarak görülebilecek görüşlerini beyan ederlerdi.
Merakımı Mücip Sorularım
Merakımı gerektirdiği için kitapları, görevleri, değişik konularda görüşleri ve beklentileri i konusunda hocamıza yönelttiğim sorularım olmuştu. Aldığım cevapların bazıları ufkumu açtı. Bazıları yeni sorular sormama vesile oldu. Aldığım bütün cevaplar benim için son derece faydalı oldu. İçime sindiremediğim cevapları sonraki yıllarda anlamlı ve bereketli buldum.
Önemli Bir Hatıra Daha
İşte böyle aziz müsafirler…
Benim hocamıza ilgili hatıralarım özetle böyle. Anmak bir tür kendimizi dile getirmek olduğu için hocamız için farklı bir şeyler yapmak gerek. Bendeniz bin bir zorlukla bir nüshasını edinebildiğim Ehl-i Sünnet İnanışının Değişmez Metinleri kitabını, unutulabilir endişesiyle Ertuğrul Düzdağ’ın yönetiminde olduğu dönemde Sebil Dergisi’nde yayınlattım. ( Cilt 5,sayı 209-215) Yönettiğim Mirat Haber sitesinde de yayınladım.
Bir diğer önemli konu da
Bitirmeden hazirûna bir teklif yapacağım. Hatıralarımızı yazmıyor ve yazdırmıyoruz… Ama yapmalıyız. Emekli binlerce müftü, imam ve dîn dersleri öğretmenimiz var, bunlar hatıralarını yazsa/yazdırılsa elimizde geçmişe ve geleceğe ışık tutabilecek büyük bir kültürel birikim oluşurdu.
İnsanlarımız ölmeden birinci elden beslenmeliyiz. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi