Önceki yazımızda Hûd suresi 50.-52. ayetler bağlamında Hz. Hûd’un, Allah’a inandırmaktan daha ziyade O’na ortak koşulmasını engellemeye yönelik bir gayret içinde olduğundan, diğer peygamberler gibi onun da -tabiri caizse- dünyayı kalbinde değil cebinde taşıdığından, tebliğinde Allah’tan bağışlanma dileme ve tövbe ile dünyevi nimetlerin çoğalması arasındaki irtibata dikkat çektiğinden, bununla birlikte Kur’an’ın, genellikle Müslümanları ahiret kazancına yönlendirdiğinden söz edilmişti. Bu yazıda ise Hûd suresi 53.-55. ayetler mihverinde ve Kur’an yorum tarihi rehberliğinde inkârcıların batıl inançlarındaki bağnazlıklarından, ilahlarından birinin Allah’ın birliğine inanmaya çağıran peygamberi çarptığını iddia etmelerinden ve Hz. Hûd’un mücadelesi sırasında Allah’a dayanmasından söz edilecektir. Amaç, batıl iddialar karşısında peygamberî tutumu ortaya koymaktır.
Batıl fanatizmi
Âd toplumu inkârda kararlıydı: “Dediler ki: Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin, biz de senin sözünle tanrılarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz.” (Hûd 11/53). Mekkeli müşrikler de Âd toplumunun izinden gidip şöyle dedi: “Rabbinden ona bir mucize verilseydi ya.” (Ra`d 13/43). Âd toplumunun inkârcıları, “tanrılarımızı” derken putlarını kastetmektedir. Onların üslubu, inkârda kalplerinin iyice katılaştığını, imana karşı entegrist bir tutum takındıklarını göstermektedir.
Sahte tanrılardan birinin Hz. Hûd’u çarptığı iddiası
Âd toplumu, fayda veya zarar vermekten uzak putlarının ekseninde oluşan hurafeleriyle Hz. Hûd’u korkutmaya çalıştı: “‘Biz ‘Tanrılarımızdan biri seni fena çarpmış!’ demekten başka bir söz söylemeyiz! (Hûd) dedi ki: ‘Ben Allah’ı şahit tutuyorum; siz de şahit olun ki ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.’” (Hûd 11/54). Âd toplumunun, “Tanrılarımızdan biri seni fena çarpmış!” diyerek ilahlarının tümünün değil birinin Hz. Hûd’u çarptığını söylemeleri, şirk dininin niteliğini göstermektedir. Müşrikler her şeye gücü yeten Allah’ın niteliklerini tanrılara bölüştürürler. Bundan dolayı Hz. Hûd’u tümünün değil, birinin çarptığını ileri sürmüşlerdir. Hz. Hûd’un Allah’ı şahit tutması, rabbini yüceltmesine, kâfirleri şahit tutması ise onları aşağılamasına işaret etmektedir; çünkü müminden düşmanının şirk konusundaki şahitliğine değer vermesi zaten beklenemez.
Şirke karşı peygamberî tavır
Yüce Allah’ı şahit tutan ve putlarla arasındaki mesafeyi netleştiren Hûd peygamberin tevekkülü çok açıktır: “O’ndan başka (taptıklarınızın hepsinden uzağım). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana mühlet vermeyin!” (Hûd 11/55). Benzer bir tutumu daha önceleri Hz. Nûh sergilemişti.[1] Sayıca üstün olan müşrikler, Hz. Hûd’un meydan okumasına karşı çaresiz kalmışlardır. Bu durum, müfessirlerce mucize olarak yorumlanmıştır. Gerçekten de meydan okuyan Hz. Hûd sağ kalmış, müşrikler azaba uğrayıp yok olmuşlardır. Putları ise bu açıdan hiçbir işe yaramamıştır. Etkisiz kalma açısından ahirette de durumları farklı olmayacaktır.[2]
Görüldüğü gibi Hz. Hûd dönemi inkârcıları, batıl inançlarında mutaassıptır. Uydurdukları ilahlardan birinin, tevhid çağrısında bulunan peygamberi çarptığını ileri sürmektedirler. Onların batılda ısrarı karşısında Hz. Hûd, Allah’a tevekkül edip davasına sahip çıkmaktadır.
[1] “Ey kavmim! Eğer benim aranızda bulunmam ve Allah’ın ayetlerini bildirmem zorunuza gidiyorsa bilin ki ben yalnız Allah’a dayanıp güveniyorum; siz de ortaklarınızı toplayıp ne yapacağınızı kararlaştırın, yapacağınız iş içinizde niyet olarak kalmasın ve bana süre de vermeden yapacağınızı yapın.” (Yûnus 10/71).
[2] Yüce Allah ahirette inkârcılara şöyle diyecektir: “Eğer (azabı kaldıracak) bir hileniz varsa haydi bana hile yapın bakalım!” (el-Mürselât 77/39).