Nûh kıssası, Müslümanları zayıf olduğu Mekke döneminde de etkili oldukları Medine döneminde de inmiş olan Kur’an ayetlerinde anlatılmıştır. Bu kıssaya ilişkin Hûd suresi ayetlerinin ilk üçü (Hûd 11/25-27) hakkındaki bu yazıda şu soruların yanıtları aranacaktır: “Hz. Nûh’un kavmine apaçık bir uyarıcı olarak gönderilmesinin anlamı nedir? Tebliğinde tevhidin ve cehennem azabının yeri nedir? Toplumun ileri gelenleri, onun insan olmasından ve ona tabi olanların yoksul kesim olmasından niçin rahatsız olmuştur? Hz. Nûh insanları zorla Müslüman yapmaya çalışmış mıdır?” Amaç, kıssaya dair üç ayetten günümüze dönük mesajlara dikkat çekmektir.
Şirksiz inanca davet
Yüce Allah Kur’an’da zaman zaman “melik dili” kullanmakta ve “biz” demektedir. Bu üsluba Nûh kıssası anlatılırken de yer verilmiştir: “Ant olsun, biz Nûh’u kavmine elçi gönderdik. Onlara, ‘Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.’” (Hûd 11/25). Yüce Allah’ın elçi gönderdiğini söylemesi, O’nun kullarını kendi haline bırakmadığını gösterir. Yani Müslüman deist olamaz. O, her an Allah’ın gözetiminde olduğu bilinciyle yaşar. Hz. Nûh’un apaçık uyarıcı olması, muhataplarının inkârcılardan oluşmasından dolayıdır. Onlar müjdelenecek bir tavır göstermemiştir. Hz. Nûh’un apaçık uyarıcı olması, bu görevini layıkıyla yerine getirdiğini göstermektedir. Ne yazık ki Nûh’un uyarıları onlara fayda vermemiştir.
Acıklı bir azaba karşı uyarı
Hz. Nûh, Allah’tan başkasına ibadet edenleri tufan cezasıyla ya da ahiret azabıyla korkutmaktadır. Korkutma nedeni ise muhataplarının Allah’tan başkasına ibadet etmeleridir: “Allah’tan başkasına tapmayın! Ben, size (gelecek) elem verici bir günün azabından korkuyorum.” (Hûd 11/26). İslam, insanları Allah’a inandırma mücadelesi vermekten ziyade O’na ortak koşulmaması gerektiğine vurgu yapar. Azabın bu ayette Allah’a değil güne atfedilmesi bir mecazdır. Yani azabın o günde gerçekleşecek olmasından dolayıdır.
İnkârcı itirazların muhtevası
Hz. Nûh dönemi kâfirleri, kendilerine gönderilen peygamberi “bir insan” olduğu gerekçesiyle peygamberliğe uygun görmüyorlardı. Hâlbuki insanların maslahatına örnek alabilecekleri insan peygamber gönderilmesi daha uygundur: “Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.” (Hûd 11/27). Kimileri beşer oluşu insan oluşun bir alt kademesi olarak tanımlamaktadır. Ne var ki bu ayette beşer oluşun peygamber oluşa engel oluşturmadığı nettir. Ayette kâfirlerin Hz. Nûh’a, “Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz.” demeleri, Mü’minûn suresinde geçen “sizin gibi bir beşer” (el-Mü’minûn 23/34) şeklindeki ifadelerinden farklılık arz etmektedir. Orada seçkinci bir tarzı benimsemişlerken burada göreli olarak daha mütevazı bir üslup kullanmaktadırlar. Yine bu ifadede “biliyoruz” gibi kesin bir ifade kullanmaktan kaçınmaları, insaflı ve objektif bir tutuma sahip kimseler oldukları izlenimi vermek içindir. Kâfirlerin “basit görüşlü” dediği kimseler, müminlerden olmayı seçmiş kimselerdir. Bu durumda inkârcılar, “ileri görüşlü” (!) olmaktadır. İnkâra sapanlar ayrıca kendileri gibi ileri gelenlerden olmayanların iman öncesi durumunu aşağıladığı gibi iman etmelerinin ardından da onlara karşı bir tutum değişikliğine gitmemektedir. Hâlbuki fakirlik, hayatın anlamını doğru kavramaya engel değildir. Kâfirler ise “Madem makam, mevki, para vs. bizde demek ki ileri görüşlü olan biziz.” diye düşünüp şeytanın tuzağına düşmektedir. Yüce Allah insanoğluna ulaşılması gereken hedef olarak rızasını dolayısıyla ahirette cenneti hedef göstermektedir. Bunu ıskalayanlar, dünyada makam ve para sahibi kimseler olsalar da gerçekte onların aklı kıttır. Tersine yoksul kimselerden dünyayı geçici ahiret nimetlerini kalıcı görüp ona göre bir hayatı seçenler ise gerçek anlamda akleden kimselerdir. Kâfirlerin, “bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz” demeleri üstünlüğü Allah korkusunda (takva) değil, makamda ve parada gördüklerine işaret etmektedir. Ayrıca bu inkârcılar, mümin insanları aşağılamakta ancak taştan, tahtadan vs. yapılan putları yüceltmektedir!
Görüldüğü gibi ele alınan üç ayette Hz. Nûh’un risalet görevini gereği gibi yerine getirdiğinden, insanları Allah’a imana çağırırken “şirksiz bir inanç” vurgusu yaptığından, inkârcıların “toplumda etkili olmalarını” hakkın ölçüsü gördüklerinden söz edilmektedir.
Kelimeler: Nûh, şirk, tevhid, ayaktakımı, azap