Toplumlar, kendi hayatlarını düzenleyen kurumların belirlenmesinde söz ve irade sahibidirler. Bu konu, eminim birçok kişinin aklına bile gelmemiş olabilir. Halbuki toplumun önde gelen ilim, fikir ve siyaset adamları ve toplum önderleri, böyle bir konuda insiyatif ve rol almak durumundadırlar.
Toplumun sorumluluk çerçevesi:
Toplumsal sistem, çeşitli sorumluluk ve güç dengeleriyle ayakta durmaktadır. Toplum üzerinde geçerli olan yetki, bazen kişilerin arzu ve menfaatlerine dönüşmek durumuyla karşı karşıya kalabilmektedir. Bunun engellenmesi bazı iç ve dış güvenlik tebirleriyle sağlanabilir. İç güvenlik, dini ve ahlaki değerler ile olabilirken; dış güvenlik ise, ilmi bakış, normlar ve toplum denetimi ile olabilir.
Günümüzde bu kontrol mekanizmalarının bir kısmı çalışırken, diğerleri eksik kalmakta ve bu durum da sistemi tam olarak güvenceye alamamaktadır.
Modern toplum anlayışı, iç güvenlik faktörlerini uzun zamandır devre dışı bırakarak, hukuku yazılı ve maddi çalışmaların eline bırakmıştır. Fakat bu durum, hukukun asıl güçlendirilmesi gereken toplum kanadını, oldukça etkisiz ve yetkisiz bir hale getirilmiştir. Yani, devlet ve toplum arasındaki denge kaybolmuştur. Devlet adına hukukun, yani hakların korunması, hükümet kurumlarının insiyatifine terkedilerek, toplumun sistemi kontrol edebilecek fonksiyonları ortadan kaldırılmıştır.
Halbuki, İslam yönetim sistemi, tarlhte ilk defa yönetim sistemini, yönetici grupların hakimiyetinden, toplumun iradesine vermiştir. Toplum burada yöneticileri denetleyip, gereğinde onu görevden alabilecek hakka sahiptir. Bu hakkı, toplum adına ilim ve gönül adamları kullanmaktadır.
Sorumluluk ve demokratik anlayış:
Demokratik sistemlerde de toplumun insiyatifi doğrultusunda bir hakkın gündeme gelmesi, çok uzun yıllar sonra olabilmiştir. Fakat, bu hak, toplum tarafından hızlı bir şekilde kullanılamamakta, sadece seçim zamanında kullanılmasına rağmen ve olumsuzluğu düzeltme imkanı bulunamamaktadır. Sadece cezalandırma fonksiyonu elde edebilmekte, yanlışları düzeltme gibi bir rolü bulunmamaktadır. Hak ve yetkilerin, dengeye gelmesi, sadece dıştan alınan tedbirler ile sürdürülmektedir. Bu bakımdan demokratik özelliği, norm ve kuralların tüm toplumca sahiplenilmesi ve kurumların da, bu yaklaşıma sahip çıkmasıyla ancak mümkün olabilir. Fakat uygulamalar, demokratik sistemin; böyle bir toplumsal tabana sahip olmadığı hayretle göstermektedir.
Demokratik anlayışın, ahlak ve kültür temelli olmaması; onun amaçlarını tam olarak gerçekleştirememekte, bu hakkın; sözde kalmasına yol açmaktadır. Bu durum da, kitleleri tatmin etmeyip, başka beklentiler içine sokmaktadır.
Hukuku sosyalleştirmek:
Türkiye’de uygulanan Batı kaynaklı hukuk, sadece somut bazı materyaller üzerinden konulara bakarak, olayları bütünüyle kavrayabilme özelliğinden mahrumdur. Çünkü, toplumun değer ve ahlakı ile ilgilenmeyip, görünen konuları, bazı hukuk şablonları ile açıklamaya çalışmaktadır. Halbuki, her sosyal olay kendine has bir biçime sahiptir. Bu yüzden, onları sadece hukuki şablonlar ile açıklamak mümkün değildir.
Her hak olayı, kendi sosyal bulguları içinde değerlendirilmesi gerekir. Bunun için de; öncelikle hukuk kurallarını, toplumun değer ve normlar sistemine uyarlamak gerekiyor. İkinci konu ise, hukuk işlemlerinin, sadece hukuk adamları (hakim, savcı, avukat) gibi özel bir mesleki sınıfın bildiği ve anladığı literatür ve kavramlar içinde gerçekleşmemelidir. Çünkü bu durum, toplumun en önemli kurumunun işleyişini “seçkinci bir gruba bırakmak gibi” sınırlandırıcı bir yapıya imkan vermek oluyor. Dolayısıyla da, toplumun devre dışı kalmasına yol açıyor. Bu yüzden; hukukun sosyalleşmesi ve böylece değer ve norm kaynaklı bir hukuk sisteminin, bir an önce gerçekleşip, toplum ile birlikte bu sistemi ayakta tutmak gerekiyor.
Prof. Dr. Sami Şener
Birisi ağzını açıp demokrasi dedi mi oradan uzaklaşmak gerekiyor. Demokrasi, barış, hukuk diyosa sakat uzaklaş hemen ya minareye kılıf uyduracak yada menfaatine hazırlık yapıyor. Demokrasinin ne oldugunu Irak’ta gördük. Allah’a havale ediyorum.