Hukuk, hakları güvence altına alan kurallar sistemidir. Hukuk, öncelikle hak kavramının insanın gönlünde ve aklında yer etmesi ve bu değerleri kabulüyle gerçekleşir. Yani, insanın ruhen haklar sistemini kabule hazır olması ve onu benimsemesi ile hukukun hayat bulması mümkün hale gelir. Aksi halde, hukukun yazılı metinler topluluğu ve külliyatlar halinde bulunmuş olması yeterli değildir.
Modernleşme sürecinde; devletin giderek artan biçimde toplumsal hayatta önemli bir güce ulaşması ve hukuk kuralları koyarak toplumsal ilişkilere müdahale etmesi, hukuk kurallarının uygulamaya geçmesinde büyük bir rol oynamıştır.Ancak bir toplumun hukuk düzeni, sadece devlet tarafından konmuş olan yazılı hukuk kurallarından meydana gelmez. Devletin iradesi dışında oluşan genel hukuk ilkeleri ile din, örf ve adet kuralları da hukuk düzeninin kapsamı içinde yer alır. Ancak günümüzde bunların bağlayıcılık niteliği kazanmaları, pozitif hukuk tarafından tanınmış olmalarına bağlıdır. Günümüzde, pozitif hukuk, ancak ve çaresiz kaldığı durumlarda Örf’e müracaat etmekte ve fiilen sosyal kaynaklar ile problemleri çözme zorunda kalmaktadır..
Hukuku gerçekleştirecek sosyal sistem, öncelikle hak kavramını ayakta tutacak ve insanları, bir hesap endişesi ve mükafat ile yargılayacak bir otoritenin varlığı ile mümkündür.Bu otorite, tüm beşeri otoritelerin üzerinde bir otorite olması halinde, herkesi kendi kurallarına uydurabilir. Çünkü beşeri otoriteler; insanlara pratik fayda veya korku sebebiyle, güç ve caydırıcılık sayesinde benimsenme imkanına sahip olmaktadırlar. Batı’da inanç ve ahlak değerlerinin kaybolması ile ortaya çıkan pozitivist hukuk, somut bir nitelik taşımakta ve ancak iyi niyetli ve vicdanlı insanların varlığı ile tabii hak kavramını sürdürebilmektedir. Dolayısıyla hukuk’un insan gönlünde ve fikrinde yer etmesi açısından, onun bir inanç ve ahlak sistemi ile güçlendirilmesi son derece gerekli bir ihtiyaç olmaktadır.
Türkiye’de hukuk alanındaki tartışmaların varlığı, pratikte hukukun toplumsal meseleler karşısında yetersiz olması ve çözüm sağlayıcı bir sistem özelliği taşımadığı konusundaki şikayetlere yol açması sebebiyledir.
Çünkü ideolojik ve siyasi düşüncelere dayalı olarak sadece güç ve otoriteden kaynaklanan bir hukuk sistemi, hiçbir zaman bir toplumun hak beklentisini ve güvenliğini tam olarak gerçekleştiremez. Hukuk, sadece devletin elinde bir yaptırım aracı haline gelirse, böyle bir hukuktan adalet ve merhamet beklemek zordur. Hukukun öncelikle ahlaki ve sosyal bir nitelik taşıması ve toplumun değerlerine dayanması gerekir.Ayrıca, hukukun elindeki güç faktörünün, sadece hakların varlığını muhafaza edici bir özellik olarak sürdürmesi gerekir.
Günümüzde dünyasında laik hukuk, insanı eğiten, onun kişiliğini olgunlaştıran ve sosyal yapıyı iyi örnekler ile ayakta tutmaya çalışan bir mantık içinde çalışmamakta ve toplumu bozucu ve olay ve gelişmelere sessiz kalarak suç işlendikten sonra olayın faillerini ele geçirip, cezalandırılması ile ilgili işlemleri yerine getirmektedir.
Hukuk’un işlerliği; yıllardan beri Türkiye’de çözümü gereken bir sosyal mesele olarak varlığını hissettirmesine rağmen, olay veya problemlerin siyasi ve felsefi bir mantık içinde ele alınmaktadır. Hukuk kurumunun, İslami bilimlerin bilgisini de alarak sosyal bilimciler tarafından yeniden değerlendirilmesine ve böylece “hukukun sosyalleşmesi” ne ihtiyaç vardır. Bugün hukuk davaları, sadece hukukçular tarafından anlaşılan, halkın herhangi bir rol oynayamadığı bir sistem ve kurallar içinde gerçekleşmektedir.Halbuki İslam hukuku ve fıkhı ile ilgili Müslüman toplumlarda asırlık bir uygulama geçmişi ve başarıları ve bunun sağladığı sağlam bir “haklar düzeni” uygulaması vardır.
Türkiye’de muhafazakar bir iktidar, batı şartları ve kalıplarına göre düzenlenmiş bir hukuk sistemini, hiçbir revizyona tabi tutmadan aynen uygulayarak; bu toplumun asırlardan beri sahip olduğu dini, ahlaki ve geleneksel değerlerini bir çırpıda etkisiz kalmasına farkında olmadan müsamaha göstermektedir.
Bu durum, batılı kuralların; bu toplumun inanç ve kültürünün üzerinde değer taşıdığını fiilen kabul etmektir ve butoplumun, ruh ve kültür dünyasına karşı yıpratıcı ve hatta yıkıcı bir gelişmenin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
İslam dinine göre bir kişinin dini nikah ile evlenmesi sonunda, tarafların hiçbir hak ve güvencesi zarar görmemişken, bu işlemi yapan kişiyi hapse atmak, hangi mantık kuralı ile bağdaşmaktadır?
Bir erkeğin karısı ile anlaşamaması sonunda, kadının şikayeti üzerine ondan ayrılmak ve arkasından ciddi bir nafaka ödemesı yapmak durumunda kalan erkeğin, hiç mi hakkı yoktur?
Bir kadının, işinde “bana mobing yapıldı” demesiyle, yönetici veya patronunun davalarda haksız görülmesi, hukukun hangi temel kriterine uygundur?
Evde bakım gören eşi için hastanede ilaç yazdırmak için doktora ısrar eden, 82’lik dedeyi polis yardımıyla apar topar ve terörist gibi ihbar eden doktora, böyle bir hakkı veren hukuk anlayışı, ne kadar insaflı ve adildir? Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Bütün bu ve benzeri olaylar, hukuk’un Türkiye’de toplumun temel değerleri olan din, ahlak, örf ve geleneksel kurallar dışında dizayn edilen batı mantalitesine uygun şekillenmesinden kaynaklanmakta ve toplumun vicdanına ve ruhuna ızdırap vermektedir. Artık, kendi değerlerimiz ile hukuk alanımızı düzenlemek ve kendi toplumsal gerçeklerimiz, sosyal sistemimiz ve tarihimiz içinde bulmak zorundayız.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi