Hukukta temel bir kural vardır. “Suçlulara verilen cezanın caydırıcı özelliği olması gerekir” Günümüzde maalesef hukukun bu temel kaidesi şu ya da bu şekilde göz ardı ediliyorsa, adalet sekteye uğratılıyor demektir… Adaletin sekteye uğraması demekte toplumun felaketi demektir.
Suçlulara verilen cezalar, toplum nazarında insanların yüreğine su serpip serinletmiyorsa, o toplumda adalet duygusu zedelenmiş ve bu durumdan da herkes nasibini almış veya alacak demektir. Yani böyle bir toplumda mağdur olmadıysanız bile ya en yakın zamanda mağdur olacaksınızdır ya da mağdur olmaya adaysınızdır. Ve o adaylığınız, Demokles’in kılıcı gibi bir ömür boyu başınızda gezecektir.
Bu yazımızda biraz, adalet kavramı üzerinden bam teline dokunalım istiyorum. Adaletin tesis edilemediği bir toplumsanız, fen ve bilim noktasında ne kadar ilerlemiş olursanız olun, ne kadar son teknolojiyi yakalarsanız yakalayın, medeniyet çizgisine ulaşamamışsınız demektir. Bu sebepledir ki Sosyologlar, insanlar arasında adaleti sağlayabilen toplumları medeni toplum olarak kabul etmişlerdir.
Aslında yürürlükte bulunan Anayasa ve kanunları, o toplumun Kültürüne yani din, örf, adet ve geleneklerine göre hazırlanmadığınızda; diğer bir deyişle dışarıdan ithal kanunlar alıp o kanunları kendi toplumunuza uydurmaya çalıştığınızda, toplumunuzun fertlerine peşinen, aralarında adaleti sağlayamayacağınızı söylemiş ve deklare etmiş olursunuz. Bu, tam bir kan uyuşmazlığı demektir. Bunu da ne batılılaşma hareketi olarak, ne medeniyet çizgisini yakalamak olarak, ne de muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak olarak açıklayabilirsiniz. Sadece kan vermekle düzeltebileceğiniz ve ayağa kaldırabileceğiniz bir hastaya, yanlış kan gurubundan iki ünite kan vererek hastayı, ölüme terk etmek demektir. Zira Kültür, her toplum için farklılık arz etmekle birlikte, vücutta dolaşan kan mesabesindedir.
Bu olayı çok basit örnekler ile somutlaştırabiliriz aslında. Bir Japon’u iş yemeğine çağırdığınız zaman ona en büyük hakareti yapmış sayılırken, bir Amerikalı’yı iş yemeği görüşmesine davet etmeniz onu onurlandıracaktır. Aslında şu örnek bile, toplumlar arsında ki kültür farklılıkları arasında uçurumlar olduğunu, bir toplum için oluşturduğunuz kanun ve nizam anlayışının diğer toplumlara uymayacağının açık ve net göstergesidir.
Yaşanılan iklim şartları dahi toplumun kültürüne etki eden etmenlerin başında gelir. Mesela soğuk iklimin insanları biraz daha kaba ve yapılı bir görünüme sahip iken, sıcak iklimin insanları bunun tam tersi bir yapıdadır. Yemek kültüründen tutun, giyim tarzına kadar her toplum kendi kültürünü yaşamakta ve o kültür, o toplum için zenginlik kaynağı olarak görülmektedir.
O zaman bir toplumda yaşayan fertlerin ortak noktası, o toplumun kültürüdür…
Bizler de kanunlarımızı yaparken, geçmişte medeniyetler kurduğumuzu unutmadan ve bu bilinçle kendi kültürümüzün etkisinde yapmamızın gerekliliği, bir asırdır yaşadığımız acı tecrübeden sonra artık elzem hale gelmiştir. İsviçre’den alınan medeni kanun, Almanya’dan ve İtalya’dan alınan kanunlar ve kurallar, bizim kültürümüze ters düşmüş, toplumumuz kan uyuşmazlığı yaşamış ve yaşamaya da devam etmektedir.
Zira İslam, mensubu olan insan topluluklarına, adil bir hayat düzeninin nasıl kurulacağını[1], nasıl evlenileceğini ve boşanılacağını[2], suç ve ceza kavramlarının tanımı ile birlikte hangi suça hangi cezanın verileceğini[3], İslam ekonomik sisteminin nasıl işlemesi gerektiğini[4] ve zekât kurumunun kriterlerini[5] açık ve net bir şekilde, evrensel boyutta olan Kur’an-ı Kerim bizlere bildirmiştir. Dolayısıyla da Müslümanların, Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz (sav)’in sünneti dururken, ithal kanunlara başvurması ve yürürlüğe konulması; bizim düşündüğümüz manada adaleti tesis edemeyeceği gibi, adaletsizliklerin katlanarak çığ gibi büyümesine sebep olacaktır.
İşte bugün, tüm bu olumsuzlukları yaşayan bir toplum olduğumuz, artık yadsınamaz gerçekler arasındadır. Zinanın yasak olmaması, şu anda sosyal meydanında büyük etkisiyle aldatmalara sebep olmakta onlarca yıllık yuvalar bile dağılabilmekte çocuklar mağdur olmakta, işin garip tarafı bunu fırsat bilen programcılarda, eşleri sabahtan akşama kadar Tv ekranlarında kavga ettirerek paralarına para katmaktadırlar. İnsanların ümitleri, zaafları ve yanlışları üzerinden para kazanmak da ancak seküler düzenlerin keşmekeşlikleri olsa gerekir.
Konumuz adalet kavramı olunca; hırsızlık olaylarından tutun da cinayet olaylarına varana kadar, suçlulara ceza verme konusunda mevcut yasalar yetersiz kalmaktadır. Eğer bu ülkede bir kadın sokak ortasında samuray kılıcıyla öldürülebiliyorsa, bir Müslüman olarak bizlerin de “Kısasa kısas” hükmünü isteme hakkı vardır. Kadının beyanı esastır diyerek erkekler evlerinden uzaklaştırılıyorsa ve bu sebeple yuvaların dağılmasının önü açılıyorsa, bizlerin de ayeti kerimenin emriyle[6] iki taraftan hakem tayin edilerek eşlerin arasının bulunması taraftarıyız. Evlerimize girip canımızı da tehlikeye sokarak hırsızlık yapan ve emeğimizi bir çırpıda alıp götüren hırsızlara, birkaç ay ya da birkaç yıl ceza değil, bir Müslüman olarak Allah’ın kanunları[7] ile cezalandırılmalarını istiyoruz.
Aslında bu listeyi uzatabiliriz ama konu anlaşıldı diye düşünüyorum…
Burada sorunumuz, Sekülarizm, materyalizm, kapitalizm, laisizm, feminizm v.s denen nakıs düzenlerden kurtulabilmektir. Sonrasında ise rabbimizin emrettiği nizama talip olabilmek ve bunu gönülden arzu ederek çalışmak da olayın ikinci büyük adımıdır…
***
Bugün yaşadığımız seküler hayata baktığımız da sizi bilmiyorum ama benim aklıma şu soru takılıveriyor:
“Biz, biz miyiz acaba? Eğer biz, biz değilsek kimiz o zaman?”
****
Yazımızı Nisa suresinin 58. Ayetinin mealini vererek bitirelim:
“Şüphesiz Allah size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emrediyor. Böylece Allah size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah her şeyi hakkiyle işiten, kemâliyle görendir.”
Selam, saygı ve muhabbetlerimle….
Şaban Doğan
[1]Nisa 58/ Bakara 282/Nisa 135/Maide 8
[2] Bakara 221/ Nisa 24/ Nahl 72/Nur 32/ Rum 30-31
[3] Bakara 178-179/ Maide 45/ Nür 2
[4] Furkan 67/ Bakara 275-276
[5] Tevbe 60
[6] Nisa 35
[7] Maide 38