islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4795
EURO
36,4287
ALTIN
2.955,56
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ ASILDIR KANUNLAR ONA TÂBİ OLMALIDIR

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ ASILDIR KANUNLAR ONA TÂBİ OLMALIDIR
25 Aralık 2018 10:06
A+
A-

İnsan, dünyaya birtakım doğal/tabii haklarla gelir. Yaşama, hürriyet, eşitlik, öğrenim ve inancını yaşama, bu doğal hakların başta gelenleridir. Tarih boyunca bu haklar egemen firavûnî güçlerce ihlal edilmiş, hakkı hâkim kılmaya çalışanların karşısına bu güçlerce, acımasızca karşı çıkılarak toplu cinayetler işlenmiş, köleleştirmeler gerçekleştirilmiş ve kast sistemleri oluşturulmuştur.
Tevhid inancının yozlaştığı ve peygamber mesajının unutulduğu dönemlerde insanlar, bu doğal haklarından uzaklaştırılarak kula kulluk ameliyesiyle karşı karşıya bırakılmıştır.

Hâkim güçlerin dayattığı beşeri dünya görüşüne inanmayanlar, acımasızca cezalandırılmıştır. Ya diri diri ateşe atılmış veya vahşi hayvanlara parçalattırılmış, ya da mağaralara sığınmaya mahkûm edilmiştir. Ashab-ı Uhdud ve Ashab-ı Kehf bunların tipik örnekleridir.

 

Batı insanı, birtakım insanî hakları alabilmek için tarihi süreç içerisinde birçok mücadele vermiştir. Dokuzuncu yüzyıla kadar Hristiyan milletler, kadına daima şeytan nazarıyla bakmışlardır. İngiltere’de kadın murdar bir mahlûk sayıldığından İncil’e el süremezdi.  Batı insanı gasbedilen doğal haklarını -tabir yerindeyse- dişi ve tırnağıyla bedel ödeyerek kazanmıştır.XX. yüzyılda “İnsan Hakları” deyimi uluslararası sözleşmelere ve ulusal anayasa metinlerine geçmiştir. Genelde bu deyim temel hak ve özgürlüklerin uluslararası boyutunu ifade etmekte ve devletlerin ulusal sınırlarından bağımsız olarak, dünyanın her yerinde insanların onurlu bir şekilde yaşamalarını amaçlamaktadır. Uluslararası alanda insan haklarını korumaya yönelik en ciddi teşebbüs, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948’de kabul ettiği “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”dir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bilhassa Batı’da çok önemli problemlerden biri haline gelen insan hakları, uluslararası sözleşmelerin yanısıra, ulusal anayasa metinlerine de girmiştir. Bağımsızlığa kavuşan genç devletlerin anayasalarını süsleyen ideallerden biri, “İnsan Hakları” olmuşsa da, anayasa metinlerinde insan haklarına yer verilmesi, sosyal ve siyasal hayatta bu haklara yeterli düzeyde uyulduğu anlamına gelmemektedir.

İslam’da insan hakları, Batı’da olduğu gibi “KAZANILMIŞ” değil “VERİLMİŞ” haklardır. Yani zaten İslam’ın temel ilkeleri arasında insan haklarına yer verildiği için, İslam toplumlarında Batı’dakine benzer bir süreç söz konusu olmamıştır. K.Kerim’de ve Hadis-i Şerif’lerde tüm insanların Allah önünde eşit oldukları, kimsenin kimseye takva dışında üstünlük iddia edemeyeceği belirtilmiştir.  Rasülullah’ın Veda Haccı’nda söylediği şu sözler İslam’ın bu konudaki ana düşüncelerini özetler mahiyettedir: “Sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi, kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arab’a üstünlüğü söz konusu değildir.”  (M.Asım Köksal, Hz.Muhammed ve İslamiyet, 10/258.)

10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ilkeleri hep Batılı insana layık görülmüştür. Avrupa’nın ortasında bir İslam Devleti görmek istemediği için, dün Bosna-Hersek’teki Sırp Vahşeti’ne seyirci kalıp göstermelik kararlarla olayı savsaklayan Batı, hâlâ Yahudilerce Filistin’de işlenen vahşete, şu anda Suriye’de, pkk’nın türevi olan pyd terör örgütünün yayılmasına seyirci kalmaktadır. Eğer Ortadoğuda öldürülenler Yahudi ve Hıristiyan olsalardı, en acımasız yaptırımlarla BM ve Nato, faillerin üstüne giderdi. Bu, Batı’nın çifte standardını gösterir.

Bizde de “Cumhuriyet’in Tosuncukları”, resmi ideolojiyi koruma ve kollama adına; din ve vicdan hürriyeti, eşitlik, düşünce ve ifade hürriyeti ile ilgili yazılı anayasa kurallarına rağmen, insan hakları ihlallerini yıllarca inatla sürdürdüler. Daha dün denecek yakın geçmişe kadar, ilmî kalitesini her gün biraz daha yükseltmesi gereken üniversitelerimizde bazı Prof. namlı devrim yobazları başörtülü ve sakallı avına çıkma seviyesizliğini göstermişlerdi. 28 Şubat sürecinde, birtakım jakoben/tepeden inmeci vali ve kaymakam da, milletin değerleriyle ters düşerek İmam-Hatiplerin önüne polis panzerleri dikerek başörtülü kız avına çıkmayı “Hukuku Hakim Kılma” olarak değerlendirme garabetine düşmüşlerdi. Kanun hâkimiyetini, hukuk hâkimiyeti olarak algılama ve yutturma cehaleti ile muallel olan bu kafa, 1940’ların pis kokularını salıyordu etrafa… Unutmayalım ki, “hukuk”, insanın en tabii sahip olması gereken haklarını ifade eder. Hayat hakkı, din ve vicdan hürriyeti; inancını, dininin emrettiği şekilde yaşama hakkı, eğitim ve fırsat eşitliği vb. haklar, hukukun üstünlüğüne inanan her millet ve devletin titizlikle koruması gereken haklardır.

Fakat bugün yanlışlıkla milletvekili ve partisinin yetkilisi olmuş kalite yoksunu bir zat, tarih boyunca milletinin değerleriyle uğraşmaları yetmemiş gibi, her seçimde yenilmelerine, milletten tokat yemelerine rağmen, Erciyes Üniversitesinde bira yasağının bir hak gaspı olduğunu savunacak kadar seviye kaybı yaşıyor. Beyim, bunlar hak kaybı değil, gençliği alkol kullanma bataklığına götüren başlangıca kapıları kapamaktır.  

Sonuç; İslam dini şunu açıkça ortaya koymuştur ki, insanın görevleri olduğu gibi hakları da vardır. Kendisinden görevini yapmasını istediği gibi hakkının verilmesini de ister. Görevler haklardan daha öne alınmıştır. Çünkü bir insanın hakkı, aslında diğer insanların üzerindeki görevidir. İnsanlar görevlerine özen göstermeyince haklar da korunmaz olur. İşte bundan dolayıdır ki, İslam toplumu, görevlerin toplumudur. Bu toplumda bütün akıl sahipleri görevlidir. Yalnız “isteyen” ve “soran” değildir. Yani çağımızdaki gibi değil. Bugün herkes “Bu benim hakkımdır” der ama “Bu benim görevimdir” demez.  Hz. Ömer (r.a.), görevi halkın haklarını gözetmek ve korumak olan valileri, halkın şikâyetlerine istinaden azletmiştir. Devlet, millet için vardır. Milletin değerlerini ve haklarını korumak için mevcuttur. Yoksa vergi alıp, kanunları uyguluyorum diyerek vatandaşın ensesinde boza pişirmek için değil!!!

Öyleyse, aslolan hukuku öne almak, kanunları da ona tabi kılmaktır.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.