islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5498
EURO
36,4662
ALTIN
2.962,01
BIST
9.146,35
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

HZ. İBRAHİM’İN DİNİ/MİLLETİ

HZ. İBRAHİM’İN DİNİ/MİLLETİ
19 Ocak 2024 09:30
A+
A-

HZ. İBRAHİM’İN DİNİ/MİLLETİ

Tevhidî inanç çizgisinden ayrılan insânların/toplumların kendi yanlış algılarını düzeltmek yerine; kendilerini kurtuluşta/hidâyette görmeleri, bununla da kalmayıp başkalarını da bu yanlış algıya/inanca/öğretiye davet etmeleri ve bu konuda gayret sarfetmeleri ne trajik ve anlaşılmaz bir tavırdır. Üstelik bu insânların karşısında Allah’ın insânlığa gönderdiği son nebîsinin bulunmasına rağmen, O’nu dinlemeyip ve O’na uymayıp kendi tercihlerinde ısrarcı/inatçı tutumları  çok düşündürücüdür.  Önceki konumuzda yer alan âyette Yahudiler ve Hristiyanlar birbirlerini bir hakîkat temeli üzerinde olmamak noktasında suçlarken, şimdi de kendilerine uymayı Müslümanlara kurtuluş/esenlik yolu olarak dayatmakta ve teklif etmektedirler: “Yahudiler “Yahudi olun”, Hristiyanlar da “Hristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” derler. De ki: “Hayır! Biz, tek Allah’a inanan ve hiçbir zaman müşriklerden olmayan İbrâhim’in dinine/milletine uyarız.[1]

Âyette görüldüğü gibi Allah; Hz. Peygamber’in dilinden onlara red cevabı vermekte, kendisinin ve Müslümanların “hanif” olan “İbrahim’in Milleti”ne uyduklarını söylemekte ve ardından da onun hiçbir zaman müşriklerden olmadığını vurgulamaktadır. Dikkat edilirse verilen bu kısa cevap içinde bir çok Kur’ânî temel kavramı da taşımaktadır. Bu kavramlara geçmeden önce yapılan müşriklik vurgusundan anlıyoruz ki; Hz. Peygamber kendisini hidâyete çağıran bu topluluğu tevhid ehli olarak görmemekte, onlara ataları olmasıyla övündükleri Hz. İbrâhim’in “Hanîf” oluşu üzerinden hakîkati hatırlatmaktadır.

Hanîf” kelimesi, Kur’ân’da 10 yerde tekil, 2 yerde de çoğul olarak geçmektedir. Hem bütün müminlerin ve hem de Hz. İbrâhim’in bir sıfatı olarak kullanılmaktadır.

Hanîf’in kökü olan “hanef”, karanlık ve sapıklıktan doğruluk ve aydınlığa yönelmek anlamındadır. Ve bu yönelişi gerçekleştirene hanif denir. Kur’ân ve ona bağlı olarak İslâm literatürü hanifliği “yaratılış düzenine aykırı gidişlerden yüz çevirip dosdoğru olana yönelmek” şeklinde anlamlandırmıştır. Bu noktadan bakıldığında “fıtrat[2] ile “haniflik” neredeyse aynı anlama gelmektedir. Kur’ân’ın fıtratı bir din olarak tanımlayan âyeti, dolaylı bir şekilde haniflik kavramını da tanımlamaktadır. Rûm/30. âyet bize bu konuda şöyle ışık tutmaktadır. “Böylece sen, bâtıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde [hak olan] dine çevir. Ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran. [ki,] Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin. Bu, sahih [bir] din[in gayesi]dir; ama çoğu insânlar onu bilmezler.[3]

Hanîfliğin Kur’ân’da adı geçen en eski temsilcisi Hz. İbrâhim’dir: “İbrahim, ne bir “Yahudi”, ne de “Hristiyan” idi. Ama kendini Allah’a teslim ederek her türlü bâtıldan yüz çevirmiş/hanîf biriydi. Ve O’ndan başka bir şeye ilâhlık yakıştıranlardan değildi.[4]. Bakın, ben bâtıl olan her şeyden uzak durarak yüzümü gökleri ve yeri var eden Allah’a çevirmekteyim. Ve ben O’ndan başkasına ilâhlık yakıştıranlardan değilim![5] . Görülüyor ki verdiğimiz bu âyetlerde “hanîflik, din, fıtrat ve İslâm” arasında mucizevi bir ilişki kurulmuştur.

İşte âyette Yahudilerin ve Hristiyanların haniflik üzerinden Hz. İbrahim’in milletine/dinine çağrılmaları; O’nun mirasından geldiklerini ve O’nun yolundan gittiklerini iddia eden bu gruplara Hz. İbrâhim’in müşrik olmayıp tevhid ehli olduğunu bir kez daha hatırlatmak içindir.

Âyette Hz. İbrâhim’in “dini” yerine “milleti” ifâdesinin geçmesi bizi şaşırtmamalıdır. Çünkü, buradaki millet kelimesi, modern zihniyetin inşa etmek istediği birey ve toplumlardan, klâsik ve geleneksel gruplardan tamamen farklıdır[6] ve din anlamındadır. Daha farklı bir deyişle “İbrâhim’in Milleti”, onun hakîkat arayışındaki deneyimleri sonucu ulaştığı tevhidî çizgiyi, fikrî ve mânevî sonucu temsil etmektedir. Aslında Kur’ân’da Hz. İbrâhim’in hanifliğin açık ve ilk temsilcisi olarak anılması; onun tevhid dininin azim sahibi büyük bir peygamber sıfatıyla temsilcisi bulunmasının yanı sıra aile çapında iki oğlu ve eşi ile hanifliğin ilk öncüsü olma şerefini de taşımasından ötürüdür. Gerçekten de onun torunları ilâhî irâdenin hedefe vardırılmasında seçkin bir kadro olarak hizmet görMüslerdir. İşte bu nedenle Kur’ân, Hz. İbrâhim’in bu aile çapında temsil pozisyonuna işâret etmektedir. Şunu da ilâve edelim ki; tevhit dininin en büyük temsilcisi Hz.Peygamber’in ceddi de Hz. İbrâhim’dir.

Zaten bu gerçeklik üzerinde durduğumuz âyetin devâmında Yahudilere ve Hristiyanlara şöyle açıklanmıştır: “Deyin ki: “Biz Allah’a inanırız; ve bize indirilene; ve İbrahim’e, İsmail’e, İshâk’a, Yakub’a ve onların soyundan gelenlere indirilene; ve Musa’ya, İsa’ya ve Rableri tarafından [diğer] tüm peygamberlere tevdî edilmiş olana [inanırız]; onların arasında hiçbir ayrım yapmayız. Ve biz O’na teslim olanlarız.[7]

Aslında âyet genel ifâdesiyle gerçek bir imanın koşullarının neler olduğunu tevhitten sapanlara yâni Yahudilere ve Hristiyanlara çok açık ve net bir şekilde anlatmaktadır.

Bu imanın ilk koşulunda Allah’a şirksiz bir inanç bulunmaktadır. Bu, ilâhî vahiyden beslenmiş tüm inançların olmazsa olmaz tek ortak ilkesidir. Arkasından Kur’ân’a, Kur’ân’a gelinceye kadar Hz. İbrâhim’e ve onun soyundan gelen peygamberlere bildirilen ilâhî hakikatlere/kitaplara inanılması emredilmiştir. Daha da önemli olan ise her biri ilâhî hakîkatin taşıyıcısı/tebliğcisi/öğreticisi olan peygamberler arasında fark görmemek, onların hiçbirinin arasını ayırmamak, hepsine hürmet ve muhabbette bulunmaktır. Sonunda bu inancın/dinin Allah katındaki tek ismi “nahnu lehu muslimûn” yâni “tek olan Allah’a tam teslimiyet” anlamında “Müslim” olarak tanımlanmıştır. Başka bir ifâde ile Müslim; “Tek Allah, Tek Din ve Tek Kitap” olan inancın/imanın değişmez adıdır.

Bütün bu ifâdelerden sonra Bakara/140. âyette Allah bize veyâ tüm insânlığa şu sorıyu sormaktadır: “İbrahim’in, İsmail’in, İshâk’ın, Yakub’un ve onların soyundan gelenlerin ‘Yahudi’ yahut ‘Hristiyan’ olduklarını mı iddia ediyorsunuz?” De ki: “Allah’tan iyi mi biliyorsunuz? Allah tarafından kendisine verilen bir delili örtbas edenden daha zalim kim olabilir? Ama Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.[8]

Âyette geçen “el-esbât” yâni “torunlarına” ifâdesi Kur’ân’da öncelikle Hz. İbrahim’in, Hz. İshâk’ın ve Hz. Yakub’un yakın soylarını ve dolayısıyla, bu atalardan yayılan oniki kabileyi tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Bu da “Yahudilik” kavramının “Büyük Atalar” döneminden yüzyıllar sonra, hatta Hz. Musa’nın zamanından çok sonraları ortaya çıktığı, “Hristiyanlık” ve “Hristiyan” kavramlarının da Hz. İsa zamanında bilinmediği ve daha sonraki gelişmelerin ürünleri olduğu gerçeğine işâret etmektedir.

Bütün bu yazılanları şöyle özetleyebiliriz:

Ehl-i kitap, kendilerinin Müslümanlardan daha üstün ve seçkin oldukları şeklindeki kuruntularını kanıtlamak veya güçlendirmek için İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kub ile onun soyundan gelenlerin de kendileri gibi Yahudi ya da Hristiyan olduklarını söylüyorlardı. Oysa Âl-i İmrân/65. âyetinde de ifâde edildiği üzere, Tevrat ve İncil Hz. İbrâhim’den sonra indirilmiş; bu dinlerle ilgili Yahudilik ve Hristiyanlık isimleri de yine bu peygamberden asırlarca sonra ortaya çıkmıştır. Nitekim Yahudi kelimesi, Hz. Ya’kub’un on iki oğlundan dördüncüsü olan Yahuda’nın ismine nisbetle türetilmiştir. Ve başlangıçta bir dinin adı olmayıp Yahuda sıbtına mensup olanları ifade eden bir kabile veya boy ismi idi. Ancak Hz. Mûsâ’dan en az yedi yüzyıl sonradır ki, İsrâil soyuna aynı zamanda Yahudi, bunların dini inançlarına da Yahudilik denilmiştir. Bu sebeple âyette anılan peygamberlere ne dinî ne de ırkî anlamda Yahudi demek mümkün değildir.

Aynı şekilde bu peygamberler Hristiyan da sayılamazlar, çünkü bunların hepsi Hz. Îsâ’dan asırlarca önce yaşamışlardır. Hatta Îsâ’nın dini için bile başlangıçta Hristiyanlık kelimesi kullanılmamış, o dönemde Hz. Îsâ’ya tâbi olan topluluğa “Nâsıralılar” denilmiştir. “Hristiyan” kelimesi ise ilk defa Hz. Îsâ’dan sonra ona inanan Antakya halkı için, sadece onlarla sınırlı olarak kullanılmıştır. Şu halde “Yahudilik” ve “Hristiyanlık” kelimeleri Hz. İbrâhim ve âyette anılan diğer peygamberlerin inançlarını ifade etmek şöyle dursun, Mûsâ ve Îsâ’nın inançlarını bile tam olarak ifade etmez.

Çünkü bu isimler; söz konusu peygamberler tarafından tebliğ edilen hakîkatin tahrife uğradığı ve dolayısıyla özünde bulunmayan inanç ve ibâdet unsurlarının katılmasıyla yapı değişikliği sürecine girdiği dönemlerde ortaya çıkmıştır.

Sonuç olarak Âl-i İmrân/67. âyetinde de ifade edildiği gibi İbrâhim ne Yahudi ne de Hristiyandı. Bilâkis o, Hanîf bir Müslüman idi. Her türlü şirk ve benzeri kusurlardan da arınmıştı. Soyundan gelen diğer peygamberler de onun yolunu izlemişlerdi. Hz. İbrâhim’inki gibi onların dinleri de Hanîflik idi. Hanîflik ise putperestlik olmadığı gibi Yahudilik ve Hristiyanlık da değildir. Allah’ın, başlangıçtan itibaren insanlara bildirdiği, insanın tabiatına en uygun olan tevhid dinidir. Bu sebeple onların Yahudi ya da Hristiyan olduklarını iddia etmek büsbütün gerçeğe aykırıdır. Gerçekleri Yahudiler ve Hristiyanlar mı daha iyi biliyor, yoksa Allah mı? Bu konularda az çok bilgisi olan Yahudi ve Hristiyan din bilginleride bunları kendi toplumlarından gizliyorlardı. Halbuki ilâhî hakikatlere ilişkin bu tür bilgileri ve kanıtları saklamak en büyük haksızlıktır. Bu sebeple âyette onlar, “Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir”. Şeklinde ikaz edilerek işledikleri suçun ağırlığına dikkat çekilmiştir.

Necmetttin Şahinler

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

MİRATHABER.COM – YOUTUBE

 

[1] Bakara/135  “Ve kâlû kûnû hûden ev nasârâ tehtedû kul bel millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).

[2] Fıtrat terimi, insanın doğru ile yanlış, gerçek ile sahte/düzmece arasında ayrım yapabilmesine ve böylece Allah’ın varlığını ve birliğini kavrayabilmesine imkân veren, doğuştan edindiği sezgisel yeteneği ifade eder. Buhârî ve Müslim’in naklettikleri Hz. Peygamber’in meşhur Hadisi: “Her çocuk bu fıtrat üzere yaratılır; onu daha sonra anne-babası ‘Yahudi’, ‘Hristiyan’ veya ‘Mecusi’ yapar”.

[3] Rûm/30 “Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).”

[4] Âl-i imrân/67  “Mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen muslimâ(muslimen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).

[5] En’âm/79  “İnnî veccehtu vechiye lillezî fatares semâvâti vel arda hanîfen ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).

[6] Modern dönemde önce ilahî dinlerin ortak paydası yok edilerek dinî topluluklar birbirinden ayrıştırılmıştır. İkinci olarak, ümmet çatısı altında buluşanlar birbirinden ayrıştırılarak etnik yapılara bölünmüştür. Ayrı ayrı millet bilinçleri yerleştirilmiş ve bunun üzerine uzaklaşan, bölünen, yabancılaşan toplumlar bireyselleştirilerek sadece kendi mutluluğunu düşünen, kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden insânlar var edilmiştir.

[7] Bakara/136  “Kûlû âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ve mâ ûtiyen nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).

[8] Bakara/140  “Em tekûlûne inne ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâta kânû hûden ev nasârâ kul e entum a’lemu emillâh(emillâhu), ve men azlemu mimmen keteme şehâdeten indehu minallâh(minallâhi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).