Fizik ötesi bir olgu olarak beşerin vahiy almasını boyutlar arası geçiş teorileri ile anlamlandırmak mümkün gözükse de evrendeki boyutların dışında olan bir kaynakla iletişim ististai bir durumdur. Dolayısıyla zaman ve mekan üstü bir kaynakla irtibat kurmanın mahiyetini tasvir etmek pek mümkün değildir.
Hz. Muhammed’in nübüvvetten önceki hayatı ile sonraki hayatı arasında kişilik ve yaşayış şekli bakımından keskin bir fark yoktur. Nitekim O hep temiz olarak yaşamış, içinde yetiştiği toplumdaEminolarak tanınmış, peygamber oluşuna en büyük referansı da bizzat ideal hayatı olmuştur. O’nun davetine ilk inanan insanlar kulluğuna bakarak Resulolduğuna iman etmişlerdir. Hira mağarasında vahye muhatap olup korkuyla evine geldiğinde, eşi Hz. Hatice O’nu teselli ederken yine güzel ahlakını hatırlatmış, “Allah seni asla utandırmaz”buyurmuştur.
Hz. Peygamber, nübüvvetten sonra insani yönü itibariyle çok büyük bir değişim yaşamasa da artık Allah tarafından büyük bir vazife omuzlarına yüklenmiştir. Diğer insanlar gibi hayat sürerken bir anda Allah’ın hitabına muhatap olmakta, beşere özgü sınırların dışına çıkarak melek ile görüşüp Allah’tan vahiy almaktadır. Bu görüşme, kendisinin dilediği bir zamanda ve zeminde değil bazen hiç beklemediği bir anda gerçekleşmektedir. Dolayısıyla kendisine gelen vahiy ve onu alış şekli başlı başına birer mucize olmaktadır.
Nitekim müşrikler, çıkarlarına engel olarak gördükleri Hz. Peygamber’i inkar ederken haksızlığını ispatlayacak her durumu ve olayı aleyhine kullanma gayreti göstermişlerdir. Hz. Peygamber’in yaşadığı Miraç hadisesini de akıllarına uygun görmeyip dillerine dolayarak O’nu karalamak istemişlerdir. Bu amaçla Hz. Ebubekir’e gelerek; “arkadaşın şimdi de bir gecede Beytülmakdis’e gittiğini, sonra aynı gecede döndüğünü iddia ediyor, onu tasdik ediyor musun?” diye söyleyince Hz. Ebubekir; “Eğer bunu O söylemişse doğru söylemiştir. Ben O’nu bundan daha büyük olan, sabah-akşam gökten vahiy aldığı konusunda tasdik ediyor, O’na inanıyorum” diye cevap vermiştir.(Zühri, el-Megâzi) Hz. Ebubekir’e “Sıddık” sıfatını kazandıran bu olay, vahyin sahabiler nezdinde diğer bütün mucizelerden daha büyük bir mucize olduğunu bize haber vermektedir.
Beşerin Vahiy Alması
Fizik ötesi bir olgu olarak beşerin vahiy almasını boyutlar arası geçiş teorileri ile anlamlandırmak mümkün gözükse de evrendeki boyutların dışında olan bir kaynakla iletişim ististai bir durumdur. Dolayısıyla zaman ve mekan üstü bir kaynakla irtibat kurmanın mahiyetini tasvir etmek pek mümkün değildir. Hz. Peygamber yaşadığı bu tecrübeyi bizlere anlatırken benzetmelere yer vererek açıklar. Kendisine vahiy getiren Cebrail’i bazen asli suretinde gördüğünü, bazen ise insan suretine büründüğünü söyler, kimi zaman da çıngırak sesine benzer ağır bir sesle Allah’tan vahiy aldığını haber vermektedir. Bütün bunlar bizim vâkıf olamadığımız bir boyutta gerçekleşen olaylardır. Ayet-i Kerîme’de Yüce Allah: “Allâh bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O, çok yücedir, hüküm ve hikmet sâhibidir.” (eş-Şûrâ, 51) buyurmaktadır.
Kaynaklarımızda vahiy esnasında Hz. Peygamber’in vücudunda değişik hallerin olduğu, vücudunun titreyip, yüzünün renginin değiştiği zikredilir. O’nun vahiy alışına en çok şahit olan eşlerinden Hz. Aişe o anı anlatırken; “soğuk bir günde bile kendisinden o hal geçtiği vakit şakaklarından şıpır şıpır ter akardı” buyurmuştur. (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 2) Ya’la b. Ümeyye adında bir sahabi vahyin geliş şeklini merak etmiş “Keşke ben Rasulullah’ı, kendisine vahiy inerken görebilseydim!”demiş. Bu durumdan haberdar olan Hz. Ömer, bir gün vahiy esnasında ona işaret etmiş ve o da Hz. Peygamber’e yaklaşarak O’nu örtmekte olan örtünün içine başını sokmuştu. Efendimiz’i, yüzü kızarmış, uyuyan kimsenin gidip gelen nefesi gibi solurken gördüğünü haber vermiştir.(Buhârî, Fedâilü’l-Kur’an, 2) Bir defasında da Peygamberimiz devesi üzerinde iken Mâide suresi nazil olmaya başlamış, bunun manevî ağırlığına tahammül edemeyen deve çökmüş, Hz. Peygamber de deveden inmek zorunda kalmıştır.(Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, 2, 176.)
Vahiy alırken Hz. Peygamber’in yaşadığı bu ağır hali bize anlatan bir başka sahabi ise Zeyd b. Sâbit’dir. Hz. Peygamber ile kalabalık bir ortamda otururken dizi Hz. Peygamber’in dizinin biraz altında kalır. O esnada Hz. Peygamber’e vahiy gelir. Bu olayı anlatan Zeyd b. Sabit; “o an baldır kemiğimi kıracak kadar bir ağırlık hissettim. Vallahi yanımdaki Rasulullah olmasaydı, acıdan çığlıkla haykırır, bacağımı çekerdim”demiştir. (Ebû Dâvûd, Cihad, 20) Tüm bu rivayetler, vahiy esnasında Hz. Peygamber’in sadece zihinsel ve ruhsal anlamda bir ağırlığı değil vücudunun da bu büyük yükü kaldırdığını ve bu tecrübeye şahitlik ettiğini göstermektedir.
Hz. Peygamber’e 23 yıllık bir zaman diliminde inen vahiy, hem bedenini ve ruhunu hem de aklını ve kalbini muhatap alan ve buralarda iz bırakan bir etkiye sahiptir. Bu etki yaşadığı vahyî tecrübenin bir sonucu olarak hal, davranış ve beyanlarına elbette ki yansımaktadır. İlahi terbiye dışında hiçbir eğitim almayan Hz. Peygamber’in sünnet ve kararlarındaki hikmet ve feraset, bu vahyî tecrübe içerisinde gelişen sürecin dolaylı bir semeresi olabilir. Aynı şekilde O’nun veciz konuşma özelliğini ifade eden cevâmiu’l kelimoluşu bu hususla açıklanabilir.
Hz. Peygamber vahiyden edindiği bu semavi tecrübeden dolayıdır ki; “Bu ağızdan hakikatten başkası çıkmaz” demiş, Allah’ın terbiye ettiği lisanın ancak hakka hizmet edeceğini bildirmiştir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi