islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4764
EURO
36,4423
ALTIN
2.951,48
BIST
9.375,01
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

İçimizdeki Firavun

İçimizdeki Firavun
29 Aralık 2017 09:26
A+
A-

Yeni kurulan bir partinin lideri, basının huzuruna çıkar ve “Biz farklı bir partiyiz. Bizde lider sultası olmayacak. Kararlar ortak akılla alınacak. Parti içi demokrasiyi sürekli canlı tutacağız. Toplumda demokrasiyi hâkim kılmamız için önce bizlerin, demokrasinin kurallarına göre hareket etmesi gerekir” diye ilk demecini verir. İslamî cemaatlerin liderlerinden de, “bizde tek adam zihniyeti yoktur. Kararlar istişare ile alınır” sözlerini mutlaka duymuşsunuzdur.

Bütün bunlar, olması gereken ideal sözlerdir. Zaman içerisinde bu sözlerin, yerini, karizmatik liderlerin tek kişilik kararlarına terk ettiğini görürüz. Bu tutum, toplumun gelişmişliği ile doğrudan ilgilidir. “Gelişmemiş toplumlar, karizmatik liderlerin etrafında yapılanırken, gelişmiş toplumlar, kurumları ile çalışırlar.” Kurumsallaşmış ve kurumları sağlıklı işleyen bir yapılanmada lider, sadece koordine eder. Taktik verir, takviyede bulunur ve takip eder. Sorumluluk verdiğine, yetki de verir. Davul, kurumların boynunda, tokmak da kendi elinde olmaz.

İşte başlangıçta demokratik olmayı, istişareye önem vermeyi öne çıkaran liderler, zaman içerisinde muhalif görüşler karşısında sabır ve tahammül göstererek, “Bârikayı hakikat, müsademeyi efkârdan çıkar/hakikat ışığı, fikirlerin çarpışmasından doğar” anlayışını sürdürme yerine, lider sultasını devreye sokarlar. O, bir konuda konuştu mu, artık akan sular durur. O konuda fikir üretilmez. Çünkü konuyla ilgili ilk ve son söz söylenmiştir. Artık istişareden söz edilemez.

Sivil bir yapılanmanın bölge sorumlusu bir kardeşimizle konuşurken “Ben her şeyi istişareye götürmüyorum. Tüzüğün bana verdiği yetkiyi kullanarak bazı konularda inisiyatif kullanıyorum” demişti. Sonra öğrendim ki, bu arkadaş, istişareden geçiremeyeceğine inandığı konularda tek başına kararlar vererek, icraat ortaya koyuyormuş. Sonra da bu tek taraflı uygulamasıyla fitne ve dedikoduya sebep oluyormuş. Hukukta bunun adına “yetkiyi kötüye kullanmak” derler. Elbette bir lider inisiyatif kullanacaktır. Ama tek başına verilen kararlar, yapılanma içerisinde fitneye sebep oluyorsa, bu yola başvurulmadan konu istişareye götürülmelidir. Çünkü istişare edilerek sorumluluğu paylaşılan konularda, dedikoduya mahal olmaz.

Bütün bunların nedeni, içimizdeki firavundur. Her şeye hâkim olma, her şeyi elinde bulundurma tutkusudur. Yüce Allah, hayat kitabımız K.Kerim’de Firavun kıssasını boşuna anlatmamıştır. Bilindiği gibi Firavun, gördüğü rüyayı bir kâhine tabir ettirir. Kâhin, “İsrail oğullarından biri çıkıp senin saltanatını yerle bir edecek” diye tabir edince Firavun, rahimlerdeki çocuklara varıncaya kadar İsrail oğullarının erkek çocuklarını katlettirmiştir. Yüce Allah bu kıssayı niye anlatmıştır? Bu tabloda nasıl bir resim görüntüsü vardır?

Görüntü şudur: Muhalifleri yok etmek, susturmak, ayağını kaydırmak, Firavun taktiğidir. Hangi yönetici veya iktidar sahibi, muhalif sesi yok etme gayreti içindeyse o kişi, Firavunun izindedir. Bir başka ifade ile kim, “rakibim olur” diye bir kimseyi çeşitli entrika ve dolaplarla yıpratıp yok ediyorsa, aynen Firavunun, “İsrail oğullarından doğacak erkek çocuk, benim iktidarımı ortadan kaldıracak” diye öldürdüğü gibi, bir cahiliye davranışı ortaya koymuş demektir.

“Biz, Musa’mızı da Firavunumuzu da içimizde barındırıyoruz.”

Bize düşen, bu gerçeği bilerek Musa’ca duruşumuzu gün yüzüne çıkarıp, Firavunî talep ve ihtiraslarımızı baskı ve kontrol altına almaktır.

Mahkemenin kadıya mülk olmadığını bilerek, bulunduğumuz makam ve mevkinin, ömür boyu bizim zimmetimizde olmadığının şuurunda olmalıyız. Dolayısıyla icraatlarımızda, “ortak aklı” hiçbir zaman devreden çıkarmamalıyız. İçimizdeki Firavuna pirim vermemeliyiz. İstişare neticesinde bizim görüşümüzün aleyhine de bir sonuç çıksa, çoğunluğun bu kararına saygı duyarak icraata sokmalıyız. Fikrimiz namusumuz değildir. Vazgeçilebilir.

Rasulullah (s.a.v)’in Uhud savaşı öncesi yaptığı istişare, bizim için örnek olmalıdır. Peygamber Efendimiz, savunma savaşı istediği halde, özellikle Bedir savaşına katılmayanlarla, gençlerden oluşan çoğunluk, meydan savaşı yapılmasını istemişti. Rasulullah (s.a.v) de çoğunluğun görüşüne uyarak kendi fikrinden vazgeçip meydan savaşı yapılmasına karar vermişti. Bizim fikirlerimiz, Peygamber Efendimizin fikrinden daha mı kutsal da, değiştirmekte zorlanıyor ve ortak akla karşı direniyoruz?

İşin garibi, çoğunluğun fikrine uyarak meydan savaşına karar veren Rasulullah (s.a.v), 70 şehitle yenilgiye uğranıldığı halde “Çoğunuza uyduk, savunma savaşı yerine meydan savaşına karar verdik, bunlar başımıza geldi” dememiştir. Peygamber Efendimizin bu tavrını yüce Allah şu şekilde takdir etmiştir:

O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et. Umuma ait işlerde yine onlara danış. Artık kararını verdiğin zaman da Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah kendisine sığınanları sever.” (Âl-i İmran: 3/159)

Bu ayet bize açıkça gösteriyor ki, bir konu istişare edilip karara varıldıktan sonra, sonucu Allah’a havale ederek uygulamaya geçilmelidir.

Sonuç olarak deriz ki: Hangi kurum veya makamın başında olursak olalım, bizim üst kimliğimiz Müslüman olmamızdır. İdarecilik ve üyelik, ârızi alt kimliklerdir. İster yönetimle, isterse sosyal ve ekonomik işlerle ilgili olsun, ilişkilerimizin hamurunu, İslam kardeşliği oluşturacaktır. Bunun dışındaki uygulamalar, belirlenen kurallar dâhilinde cereyan edecektir. Bu konuda nefisler öne çıkarılmadan sonuca razı olunacaktır. Yöneticilik makamı, sulta kullanma ve efelenme makamı değil, hizmet makamıdır. Hâkim olmanın yolu da, hâdim olmaktan geçer.

Kararlarımız istişare ile alınacaktır. Kararlar, lider sultasının gölgesi altında alınmamalıdır. Lider sultası altında ezilen istişare heyeti, sadece bir onay makamıdır. Lider ne derse “tamam efendimci” bir tavırla noterlik yapılmış olur. Gerçek İslam lideri ve istişare heyeti, buna fırsat vermez.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.