Hain kelimesi, rahatsız edici ve yıpratıcı bir kelime. Fakat, buna rağmen; ülkemizde kutsal ve milli değerlere yönelik çok sayıda zıt ve düşman insan yetiştirdiğimizi de, görmekteyiz. Fakat, “hain” kelimesinin karşılığı ve bu kelimeyi sahiplenme ve kullanma ile ilgili ciddi bir karışıklığın olduğu açık.
Hainlik, nasıl belirlenebilir?
Bir toplumda hainlik, özellikle o toplumun değerlerine, sosyal ve fiziki yapısına ve iktisadi kıymetlerine karşı kötü niyetli ve başkalarını tercih edecek şekilde bir anlayış ve davranış olarak açıklanabilmektedirler. Özellikle, toplum sistemi ve bu toplumdaki insanların değer verdiği ve en azından toplumun menfaatlerine karşı sakınmaz ve düşmanca bir tavrın ortaya çıkması hainliktir.
Fakat hainliğin de, üst seviyeye çıkması, bütün bu kötü niyet, menfaat ve zararların; toplum ve ülkenin genel menfaatlerine karşı yapılması ve affedilemeyecek bir kötülük haline gelmesiyledir. Özellikle bizim kültürümüzde; adalet, ahlak, din ve millet menfaatine aykırılık, en büyük hainlik örneği olarak kabul edilmiştir. Bu yönüyle hainlik, hukuk sisteminin de suç gördüğü ve cezalandırılması gereken bir davranış olarak kabul edilirken; toplum vicdanında da mahkum edilen bir uygunsuzluk ve suçtur.
Kavramlarda sapma ve hainlik ölçüsü:
Her toplum, kendi kültür ve hayat tarzını kendi kavramlarıyla birlikte oluşturur. Çünkü kavramalar; hayatın üzerine yerleştiği anlayış, inanç ve tutumları oluşturmaktadırlar. Dolayısıyla, bir toplumun kendi kültür, düşünce ve ahlak sistemlerini kaybetmesiyle, belli bir boşluğa düştüğünü ve olayları açıklamakta, başka kavram ve dünyaların kavramlarıyla olaylara baktığını sosyoloji bize açıklamaktadır.
Bu durum, bizim tarihimizde de Meşrutiyet dönemi dediğimiz, batılılaşmanın kurumsal bir şekilde kabul edildiği bir dönemin ürünüdür. Daha o dönemde, öncelikle siyasi sahada ortaya çıkarılan “hürriyet, eşitlik, adalet” gibi sloganlar, aslında; batı’daki bir olayı, ülkemizde yaşatmaya çalışmaktan bir mana taşımıyor ve “dökme suyla değirmen döndürmek” şeklinde ata sözümüzde dile getirilen “sun’i bir olay” yaşanıyordu. Batı kültürünün, kendi sosyal yapısı içinde oluşan kavramlar, yavaş yavaş insanımızın ruh ve zihninde yer ediyor; buna karşılık, kendi kavramlarımız siyasi yenilikçilerimiz tarafından kullanım dışı bırakılıyordu.
Meşrutiyet devri romanlarına da yansıyan; yasak aşklar, hovardalık, taklitçilik, batı tarzı yaşama gibi yabancı kültürün kavramları; günah, ahlak, namus ve emanet gibi kültürümüze ait kavramların etkisini ortadan kaldırıyordu.
Hainliğe yol açan yeni kültür ve anlayışlar:
Osmanlı devletinde III. Selim ile başlayan Batı yanlılığı, giderek; Batı’ya ait değer, anlayış ve siyasi kavramların, meşru olduğu gibi bir yanılgıyı ortaya çıkardı. Birçok Müslüman ve memleket sever insan, Batı siyasi ideolojilerini almak için; dini, ahlaki ve kültürel değerlerin terkedilmesine inandı. Halbuki, bu tutum, akla ve sosyal gerçeklere aykırıydı. Fakat; menfaat, para, arzulara göre yaşama ve kişisel beğenilme gibi arzular, değerlerin terkedilmesine ve hatta, ülkenin siyasi, mali ve hukuki düzenini, batılıların istediği şekilde değiştirme noktasına getirdi.
Bazıları, Fransız fikirlerini en değerli ve çözüm getirici fikirler kabul ederken; bazıları batı’nın ideolojilerini, ne pahasına olursa olsun kendi ülkesinde hakim kılmaya çalıştı. Bazıları, kendi tarihlerini unutup, batı felsefe ve sosyoloji akımlarını, yegane gerçek olarak kabul etti. Bir kısım sosyal bilimciler; komünizm, ateizm ve pozitivizm gibi akımları, bir din ve yaşama felsefesi haline getirdiler.
Sonuçta; bu tür sözde aydın ve sosyal bilimciler, kendi toplumlarının niteliğine bakmaksızın, bir hayalin ve dogmanın peşinden koştular. Nitekim, daha sonraki yıllar, bütün bu yönelişlerin; ölçüsüz, ilim dışı ve sosyal gerçekler ile uyuşmayan teori ve hayaller olduğunu gösterdi.
İşte bu tarihten sonra; ahlakı maddeye, inancı felsefeye, samimiyeti menfaate ve şeref’i maddeye , cinselliği aileye tercih eden bir insan kesimi çıktı. Sanıyorum; o tarihten bu yana, hainlik ahlaki ve sosyal bir problem olmaktan çıkıp, bir meslek haline geldi. Bu faydacı ve menfaatçi meslek; günümüzde, değerlerinden ve halkından çok, başka amaçlara bağlananların, yegane hedefi olmuştur.
Allahın, bu tür kişiliğini terkedip, kendini başkalarının maşası haline getiren bu “modern çağ hastalığı”ndan insanımızı korumasını diliyorum.
Prof. Dr. Sami Şener