Son zamanlarda ideolojik ve siyasi hareketlerin; devletlerin, partilerin, örgütlerin ömürlerine dair çeşitli görüşler ileri sürüldüğünü, meselenin çeşitli boyutlarıyla sıkça gündeme getirildiğini görüyoruz.
Müslüman tarihçi İbn Haldun, ünlü Mukaddime‘sinde; devletlerin de tıpkı insanlar gibi, doğup büyüme, gelişme, durağanlaşma ve ihtiyarlama devrelerinden geçtiklerini, her dönemin kendine has özellikler taşıdığını detaylıca açıklarken ilginç tespitlerde bulunur. Özetlemeye çalışalım:
1–“Zafer ve maksatlara erişme çağı” olan birinci devrede asabiyet (dayanışma ruhu) çok canlı olup devletin başında bulunanlar halkın fikir ve oylarını almadan tek başına hareket etmezler.
2-Ancak ikinci devrede yöneticiler, devlet idaresini, daha önce birlikte mücadele ettikleri insanlarla paylaşmaktan kaçınır; giderek kendilerine köleler, yardımcılar edinirler.
3–“Devletin servet ve meyvelerinden faydalanma ve rahatlık çağı”nda sultanlar, büyük binalar, köşkler, şehirler, heykeller yaptırmaya, etrafa bağışlarda bulunmaya, maiyetindekilerin sayısını artırmaya, süslü giyimleriyle askerlerini teftiş edip törenler düzenlemeye başlarlar.
4–“Kanaat ve barışla yaşama çağı”: Buna “taklit devri” de denilebilir; bu dönemde yöneticiler önceki hükümdarları örnek alarak onların izlerini karış karış izlerler; seleflerinin yolunun takip edilecek en doğru ve hayırlı yol olduğuna, onların izinden ayrılmanın düzeni bozacağına inanırlar.
5–Beşinci devre “ihtiyarlama çağı”dır; yöneticilerin bolluk ve nimet içinde yüzdükleri, arzu ve şehvetlerini tatmin etmek için har vurup harman savurdukları, masrafların çoğaldığı, gelirlerin harcamaları karşılayamaz hale geldiği, bu nedenle halkın sırtına ağır vergilerin yüklendiği, yoksullar mahvolurken zenginlerin zevke ve nimete daldığı, asabiyetin zayıflayıp ahlâkın bozulduğu, kalp ve nefislerde her türlü kötülük ve zaafın başgösterdiği “israf ve saçıp dağıtma devri”… Hükümdarlar bu dönemde, devletin büyük yardımcılarını da önemli iş ve görevlerden uzaklaştırırlar; yakınlarını ve kötü dostlarını üstesinden gelemeyecekleri, idare edemeyecekleri önemli görevlere tayin ederler. Halktan tamamen kopan yönetici sınıfla halk arasına sayısız perdeler girer. Böylece devlette ihtiyarlama hali husûle gelir, çökme belirtileri görülmeye başlar ve tedavisi kabil olmayan hastalığa tutulur; Allah’ın irade ettiği yıkılış anına kadar bu hastalıktan kurtulamaz (İbn Haldun, Mukaddime, çev: Z.Kadiri Ugan, I/426-447).
Devletlerin izzet ve inhitat (yükseliş ve çöküş) yasalarını isabetle teşhis eden Tarih sosyolojisinin kurucusu İbn Haldun’un “son evre”ye ilişkin tesbitleri İgnazio Silone‘nin şu gözlemleri ile pekişiyor:
‘İnhitat halindeki bir siyasi yönetim, sadece gelişen olaylar ve uyarılar karşısında sağırlaşıp duyarsızlaşmakla kalmaz, aynı zamanda ihtiyarlığın bütün arazlarını da üzerinde taşır. Yarım yamalak ve günübirlik tedbirlerle yaşar ve asıl meselelerin tetkikini hep ertesi güne bırakır… Devekuşu siyaseti güderek zaman kazandığını sanır… İdareciler yalnızca elindeki imkânlardan istifade etmeye yararlı kuvvet, kabiliyet, irade ve cesaretten değil, aynı zamanda devamlı olarak değişen duruma hâkim olmak ve olup bitenleri anlamaktan da mahrumdur (Abdullah Yıldız, Direnişten Dirilişe, s. 44-46).
İnhitat halindeki bir siyasal yönetimin/örgütün/partinin, çöküşe yol açan bazı arazları görse de, sorunların üstesinden gelecek zihniyet değişimini bir türlü gerçekleştiremediğini, geleneksel kalıplara sımsıkı sarılarak işleri büsbütün çığırından çıkardığını, yine İbn Haldun ve Silone’den öğreniyoruz.
Meselenin yanlış anlaşılmaması için, burada herhangi bir devlet, parti veya örgütü bahis mevzuu etmediğimizi, genelde insanlık, özeldeyse Müslümanlar olarak yaşamakta olduğumuz tıkanıklıkları aşabilmek için çıkış noktaları aradığımızı belirtiyor, son olarak Aliya İzzetbegoviç’in (İslâm Deklarasyonu, s. 73) bazı tespitlerini özetliyoruz: İslâm toplumlarının maddi gelişme dönemlerinde ‘birilerinin çabası, fedakârlığı ve adanmışlığının birilerinin kodamanlığına ve ahlâkî tökezlemelere dönüşmemesi gerektiğini’ hatırlatan Aliya, ‘rüşvet, ailenin tahribi, hızlı ve haksız zenginleşme, yetenekli ve değer tanımayan bireylerin ön plâna çıkması, gelenekleri hızla yok eden şehirleşme, toplumsal ilişkilerin bayağılaşması gibi riskleri beraberinde getiren kültürsüzlük seline, yani maddi ve teknik ilerlemenin barbarlığa dönüşmesine ancak Din ile; Allah’a olan temiz ve sarsılmaz bir imanla ve dinî vecibelerin yerine getirilmesi ile engel olunabileceğini’ söyler. İşte çözüm budur!
Aliya’nın “İslâmî yeniden doğuş” dediği süreç; Allah’ın inayetiyle, iman ve salih amel sahibi adanmışların öncülüğünde İslâmî hayat tarzına sımsıkı sarılarak zafere ulaşacaktır.
Abdullah YILDIZ
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi