Herhangi bir konuda çok ileri gitmeye, makul ve meşru ölçüler içinde kalmayıp aşırı davranışlarda bulunmaya “ifrat”; çok gerilerde kalmaya veya ortalamanın çok altında bulunmaya da “tefrit” denilmektedir. Bir başka ifade ile ifrat, aşırılığı, taşkınlığı, söz ve davranışlarda ölçüyü kaçırarak uçlara savrulmayı; tefrit ise bunun tersi bir durumu, ifade eder.
Kur’an ifrat ve tefritte olmamayı, “sırat-ı müştekim/dosdoğru yol da olma” olarak tanımlar. Bu nedenle Allah Teâlâ, kullarından “sırat-ı müstakim” den ayrılmamalarını, bunun için de “Kendilerine gösterdiğin doğru yolda giden kimseler gibi, bize de o doğru yolda gitmeyi nasip eyle”[1] şeklinde bir talepte bulunmalarını istemekte ve bu talebini de “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun.(Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. Sakınmanız için Allah size bunları bildiriyor”[2] sözü ile de teyit eder. Bu nedenle Allah Teâlâ, kullarından yakınlarına, düşkünlere, yolda kalmışlara yardım etmelerini, fakat bu verişlerinde kendilerini yoksul bırakacak kadar aşırılığa kaçmamalarını, buna karşılık tutumlu olma düşüncesiyle de cimrilik etmemelerini[3], ikisini dengeleyen bir davranışta bulunmalarını;[4] “Küçük dağları ben yarattım” havası içinde böbürlenerek, kibirlenerek yürümemelerini;[5] namazlarında ses tonlarını yükseltmemelerini, çok da kısmamalarını, ikisi ortası bir yol takip etmelerini;[6] yemelerinde ve içmelerinde aşırılığa kaçmamalarını;[7] kâinatta bir düzenin ve dengenin bulunduğunu[8] ve bu dengeyi bozmaya sebep olacak her türlü olumsuz davranışlardan da uzak durmalarını [9] ister.
Hz. Peygamber ise görevi gereği bu ilkeleri hayatına bizzat yansıtarak ümmetine örnek olmuştur. Nitekim ümmetine farz kılınıp ifasında zorluk çekileceği endişesiyle teravih namazının cemaatle kılınmasına üçüncü veya dördüncü geceden sonra ara vermiş [10]; dua ederken sesi yükseltmeyi, hastalık ve yolculuk esnasında namaz ve oruç gibi ibadetler için tanınan ruhsatları kullanmamayı uygun bulmamış[11] ;oruç tutarken iftarda acele etmeyi, sahuru ise geciktirmeyi tavsiye etmiş[12]; insan gücünü zorlayacak şekilde nâfile namaz kılmayı tasvip etmemiş[13]; namazları uzatan imamları eleştirmiş[14]; abdest alırken organları üçten fazla yıkamayı haddi aşmak olarak değerlendirmiş[15]; aşırı şekilde ibadete dalarak eşini ihmal eden Abdullah b. Amr b. Âs’ı uyarıp eşine karşı da sorumlulukları bulunduğunu hatırlatmış[16]; ifa ettikleri ibadetleri azımsayarak geceleri sürekli namaz kılacaklarını, gündüzleri de devamlı oruç tutacaklarını ve cinsî hayatlarına son vereceklerini söyleyen bazı sahâbîlerin bu tutumunu İslâmiyet’te ruhbanlığın bulunmadığını belirterek sünnetine aykırı bulmuş[17] ve dinî hükümleri aşırılığa kaçarak uygulamaya çalışanların bunda muvaffak olamayacaklarına dikkat çekmiştir.
Bunun yanında Hz. Peygamber, günlük hayatın neşeli ve kederli görünümlerinde ifrat ve tefrite gitmeyi de menetmiş, sözleri ve davranışlarıyla insan fıtratına uygun düşen itidal çizgisini daima korumuş ve tavsiye etmiştir. Hıristiyanların Hz. İsâ’yı övmekte ifrata düştüklerini hatırlatarak kendisine karşı gösterilecek övgü ve saygıda aşırı gidilmesine de izin vermemiş;[18] “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev; olur ki bir gün o, senin buğzettiğin / sevmediğin kimse oluverir. Buna mukabil, kin beslediğin kimseye de ölçülü buğzet, olur ki bir gün o, senin sevdiğin kimse oluverir”[19] diyerek, diğer insanlara karşı da sevgi de ölçülü olunmasını tavsiye etmiştir. Nitekim Kur’an’da da sevgiden sık sık söz edildiği halde, aşktan söz edilmemektedir. Zira aşk, sevginin ifrat halidir.
Ne var ki insanoğlu, fıtrî yapısı gereği dengeli veya dengesiz bir hayat yaşama potansiyeline sahiptir ve bu sebeple de çoğu kere ifrat ve tefrite yönelerek uçlara savrulabilmektedir. Böyle bir savrulmaya imkan vermemek için insanın iyi bir eğitime, özellikle de duygu ve düşünce eğitimine ihtiyacı bulunmaktadır. Zira insan, eğitilmiş duygularını hayata yansıtırken daha dengeli, eğitilmemiş duygularını yansıtırken dengesiz davranışlarda bulunabilmektedir. Bu nedenledir ki İslam, getirdiği ilkelerle insana dengeli bir hayat vaat eder. Çünkü denge, insanın haddini aşmadan, aşırılığa kaçmadan düzenli bir hayat yaşamasını ve “Sırat-ı müstekîm” de devam etmesini, sağa-sola sapmadan doğru bir çizgide gitmesini sağlar. Düzenli ve dengeli bir hayat ise insana sağlığın ve huzurun kapılarını açar. Bu nedenle İslâm’ın önerdiği ilke ve kurallar içinde kalmaya özen göstermek, dolayısıyla haddi aşmamak, Müslümanın temel görevleri arasında yer alır. Zira hayatımızın her alanında ve yaptığımız bütün işlerde haddi aşmak, ifrat ve tefrit içinde olmak, İslâm’ın özenle korunmasını istediği denge ilkesini bozmak demektir. Nitekim Hz. Peygamber de
“Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri, dindeki aşırılıkları helâk etmiştir!” [20] ; “Din işlerinde aşırı gidenler yok olmuştur”[21] buyurarak, ümmetini uyarma ihtiyacı hissetmiştir.
Ne var ki günümüzde kimi Müslümanın, sadece dinî konularda değil, aynı zamanda hayatın diğer alanlarında da ifrat ve tefrit içinde oldukları ve bu sebeple de uçlara savruldukları görülüyor. Bu savrulma, haliyle insanlar arasındaki diyaloğu zayıflatıyor, dostlukları dinamitliyor; müzakereye dayanan yada dayanması gereken eleştiri kültürünü münazaraya çevirerek hakarete dönüştürüyor; neticede insanı beğenilme ve takdir edilme dürtüsünün bir aracı haline getiriyor. Dolayısıyla da insan, egosunun da tahrik edici etkisiyle övgülerinde ve eleştirilerinde orta yolu bulamıyor; hayatına yön veren duygu ve düşünceleri arasında bir denge kuramıyor. Bu nedenle Müslümanın, duygularını ve düşüncelerini, Kur’an ilkeleri ve Hz. Peygamber’in örnek kişiliği doğrultusunda eğitip egosunu kontrol altına almadıkça, bu sarmaldan kurtulması ve dengeli bir hayata kavuşması da pek mümkün gözükmüyor.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Fatiha,1/6-7.
[2] En’am,6/153.
[3] İsra,17/26-30.
[4] Furkân,25/67.
[5] İsra,17/37.
[6] İsra,17/110.
[7] A’raf,7/31.
[8] Rahman,55/5-9.
[9] Rûm.30/41.
[10] Buhârî, Teheccüd,5.
[11] Buhârî, Tevḥîd, 9.
[12] ;Buhârî, Ṣavm, 33.
[13] Buhârî, Îmân, 32.
[14] Müslim, Ṣalât, 182.
[15] İbn Mâce, Ṭahâret, 48.
[16] (Buhârî, Ṣavm, 55.
[17] Buhârî, Nikâḥ,1.
[18] Yusuf Şevki Yavuz, Gulüv TDVİA, İstanbul,1996, 14/192-195.
[19] Tirmizî, Bir, 60.
[20] Nesâî, Hac, 217.
[21] Müslim, İlim, 4.