İmam Gazzâlî, İslâm düşünce sistemine ve dinî ilimlere damgasını vuran nâdir şahsiyetlerden biridir. Çok yönlü ve renkli bir ilmî kişiliğe sahip olan Gazzâlî’nin en belirgin özelliği, dinî ilimlere yeni bir çehre kazandırması ve bu alanda yenilikçi bir anlayışa sahip olmasıdır. Hayatının son dönemlerinde yazdığı eserine “İhyâu Ulûmi’d Dîn” adını koymuş olması, bunun bir ifadesidir. Bilindiği gibi ihyâ, “bir şeyi eski biçimine, eski durumuna getirme, yeniden canlandırma, diriltme, iyi duruma getirme, geliştirme” [1], demektir.
O, bu eserinin mukaddimesinde, hak yolunun kılavuzu peygamberlerin varisleri olan alimlerin gittikçe azaldığından; bu nedenle ciddî ilim adamlarının yetişmeyip yerlerine taklitçi kişilerin, ilmi istismar ederek kendi çıkarları doğrultusunda kullandıklarından; vâizlerin yaldızlı sözlerle halkı kandırmaya çalıştıklarından; insanların kendi üstünlüklerini başkalarına göstermek için veya onları susturmak için cedele ve münakaşaya başvurmalarından; Kur’ân’da yer alan fıkıh, hikmet, ilim, ışık, hidayet ve doğruluk gibi insanı ahiret yoluna sevk eden bilgilerin unutulmasından; bunların da ötesinde bütün bunların dinde bir gedik açmış ve karanlığa götürücü bir tehlike oluşturmuş olmasından yakınır. Bu nedenle o, “İhyâu Ulûmi’d Dîn” adlı eserini, dinî ilimleri yaşatmak; ilk imamların kapanan yollarını açmak ve faydalı olan ilimleri anlatmak amacıyla yazdığını açıklar .[2]
Halkın zayıflayan imanı karşısında bid’at ehlinin güçlenmesi, dinî ilimlerde zihinlerin henüz durulmamış olması, aklî ilimlere karşı takınılacak tavrın net bir biçimde belli olmaması veya bu konuda cesur adımların atılmamış olması, bir ilim adamı olarak Gazzâlî’yi ziyadesiyle rahatsız ettiği anlaşılıyor; bu nedenle de onu bu konularda bir çözüm aramaya sevk ettiği; yaptığı çalışmalar ve yazdığı eserler sebebiyle de kendisine hicrî beşinci asrın dinî müceddidi veya “Huccetu’l İslâm” unvanı verildiği görülüyor.[3]
Dinî müceddidler, topluma canlılık ve aktivite getiren bilim insanlarıdır. Hataları düzeltip doğruları göstermeye çalışmışlardır. Ne var ki bu hareketin; korkaklık, çekingenlik, takdir eksikliği, kötüleme, haset gibi ciddî engelleri mevcuttur. Gazzâlî, bu engelleri aşabilen nâdir şahsiyetlerden biridir. Alışıla gelmiş şeylerin dışına çıkan, yeni şeyler söyleyebilen ve farklı usul ve metotlar geliştirerek onları uygulayan bir alim oluşu da bunun bir kanıtıdır.
“Îhyâu Ulûmi’d Dîn” adlı kitabının adı bile onun bu yenilikçi yanını göstermektedir. Dinî ilimler, sistemleşmiş ve birbirinden ayrılmış olmasına rağmen o, dinî ilimleri her hangi bir ayırıma ve tasnife tabi tutmadan birleştirmiş, yeni bir yöntemle orijinal bir eser meydana getirmiştir. Belki de etkisinin sürekli oluşu, bu birleştirme ve sentezde gizlidir. Zira çift veya çok yönlülük, daima tek yönlülükten daha etkileyici olmuştur.
“İhya”, dört ciltten ibarettir. Her bir ciltte 10 bölüm bulunmaktadır. Birinci cilt, ibadetlerden; ikinci cilt, âdâbdan; üçüncü cild, helak edici şeylerden, dördüncü cilt ise, kurtarıcı şeylerden bahsetmektedir. Kitabının bu alanda yazılan diğer eserlerden daha farklı ve üstün olduğunu söyleyen Gazzâlî, bu üstünlüğü şöyle açıklamaktadır: Bu eserde, başka eserlerde kapalı bırakılan yerler açıklanmış ve kısa konular genişletilmiş; karışık mevzular tertiplenmiş ve bir araya toplanmış, uzatılan konular, kısaltılmış ve tekrarlar atılmış ve yeniden tertiplenmiştir. Anlaşılması güç olduğu için diğer kitaplarda yer almayan konulara da çözümler getirilmiştir.[4]
Bu açıklamalardan anladığımız kadarıyla Gazzâlî, dinî ilimleri amaç ve metot açısından yeniden ele almış ve alışılmışın dışında bir metotla dinî ilimlere canlılık getirmiştir. Öyle sanıyoruz ki onun amacı, öncelikle kendilerinden şikayet ettiği alimleri ıslah etmek ve bu yolla halkın ıslahını sağlamaktır. Nitekim bilim insanlarının bazı eksik yanlarını ve davranışlarını da eleştiren Gazzâlî, “Nice memleketler var ki, tabipleri hala gayri Müslimlerdir. Halbuki fıkhın tıp ile alakalı hususlarında bunların şahitlikleri kabul edilmez. Buna rağmen Müslümanlardan hiç kimse bunlarla meşgul olmaz. Fıkıh ilminde bilhassa cedel ve hilafiyatla uğraşırlar. Memleket bu gibi olaylara fetva veren fakihler ile doludur” der.[5]
Her alanda olduğu gibi dinî ilimlerde branşlaşma, sağladığı bir çok faydanın yanında, meslek körlüğü denilen olumsuzluklara sebep oluyor. Bu olumsuzluklardan mümkün olduğu ölçüde korunmak için, dinî ilimlerde interdisipliner bir anlayışa geçilmesinde de yayar bulunuyor. Zira günümüzde dinî ilimlerinin temel problemlerinden biri de, interdisipliner bakış açılarıyla konuların ele alınıp yeterince analiz edilememesi ve sorunlara çözüm üretilememesidir. Bunun da sebebi, ilimler arası yeterli diyaloğun olmayışı, dolayısıyla etkisi her geçen gün daha da artan uzmanlaşma körlüğüne ve indirgemeciliğe, “atalarımızdan böyle bulduk” [6] anlayışıyla yaklaşılmış olmasıdır.
Bundan kurtulmanın yolu da dinî konuları, interdisipliner bir yaklaşımla ele alıp ilgili bilim dalından yararlanarak yeni bilgiler üretebilmektir. Tıpkı evliliğin acı tarafları olsa da, bekarlığın hiçbir şeyi olmayışı gibi, düşünce üretmenin yanlışları olsa da, düşüncesizliğin hiçbir şeyi yoktur. Bu nedenle düşünce üretmekten korkulmamalıdır. Fikrî üretimde bulunmadan geleneği aynen muhafazaya kalkışmak, geleneği dondurmak; buna karşılık doğru olan ve devam etmesi gereken geleneği dışlayarak sadece yeni diye üretilen her fikri savunmak da geleneksizliğe/köksüzlüğe giden bir yola girmek demektir. Zira geçmişi sadece tekrar etmek ya da gelenekten kopuk düşünce üretmek, güncel dinî sorunlara doğru, yeterli ve nitelikli çözümler getirmemektedir. Bu da dinden soğuma ve özgürleşme temayüllerini artırmakta, ateist ve deist düşüncelere zemin hazırlamaktadır. Dolayısıyla din, hayatın dışına itilmekte, bir diğer bir ifade ile hayatın içinde bir bütün olarak yaşama imkanı bulamamaktadır. Bu nedenle Gazzalî’nin bu eserinde uyguladığı yöntem ve bu yöntemi yansıtan “İhyâu Ulûmi’d Dîn” başlığı, -her ne kadar bazı düşüncelerine yönelik eleştiriler olsa da- günümüze de bir mesaj niteliği taşımaktadır. Bu nedenle “İhya” benzeri eserlere ihtiyaç vardır ve bu ihtiyaç her geçen gün daha da artmaktadır.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca –Türkçe Lügat Ankara 1970, s.505.
[2] Ebû Hâmid Muhammed b. el-Gazzâlî, İhyâu Ulumi’d Din, Beyrut, Tarihsiz, 1/1-2; Mustafa Çağrıcı ,İhyâu Ulûmi’d Dîn, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul,2000, 13/10
[3] Mahmud Osman, Avnu’l Ma’bût, Şerhu Sünen-i Ebî Dâvûd, Medine, 1969, 11/393.
[4] Gazzâlî, İhyâ, 1/3.
[5] Gazzâlî, İhyâ, 1/21.
[6] Lokman,31/21.