İnsanın erdemli davranışlardan biri de olduğu gibi görünmesi ve göründüğü gibi de olmasıdır. Bu nedenledir ki Mevlana “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” deme ihtiyacını hissetmiştir. Türkçe’ de olduğu gibi görünmemeye, iki yüzlülük deniliyor, “dürüst olmama” yı, kısaca gerçeği gizlemeyi ifade ediyor. Bir başka deyişle iki yüzlülük, “Bildiğinden, inandığından ve olduğundan başka türlü görünme veya göstermeye çalışma” anlamına geliyor. Dinî literatürümüzde ise iki yüzlülük, “riya” veya “riyakarlık” olarak biliniyor. “Görmek” anlamındaki re’y kökünden türeyen riyâ, “saygınlık kazanma, çıkar sağlama gibi dünyevî amaçlarla kendisinde üstün özellikler bulunduğuna başkalarını inandıracak tarzda davranma” [1] anlamında kullanılıyor. Bu bağlamda riya, “Allah’tan başkasının hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlâsı terk etme” olarak da açıklanıyor. [2]
Neden insanlar, kendilerini başka türlü gösterme ihtiyacı hissederler ve böyle bir gayretin içinde olurlar? Bu sorunun ayrıntılı cevabını, elbette ki konu ile ilgili uzmanların vermesi yerinde bir davranış olacaktır. Ancak basit gözlemlerden ve edinilen tecrübelerden anlaşıldığı kadarıyla insanların toplum içinde itibar kazanma, beğenilme ve onaylanma arzularına mahkum oluşları, iki yüzlülüğün sebepleri arasında yer alıyor. Dolayısıyla saçının rengini, boyunu, işini, anne-babasını vs. daha pek çok şeyi beğenmeyen, buna rağmen kendisini başkalarına beğendirme ve sevdirme çabası içinde olan insanların, beğenilme ve takdir edilme arzuları, onları böyle bir iki yüzlülüğe sevk ediyor. Bu insanların, kendisi olmak yerine, sevgisini almak ve beğenisini kazanmak istediği kişilerin, istek ve arzuları doğrultusunda yaşamaya başladıkları ve bu nedenle de maskeli bir hayata baş vurdukları görülüyor. Bu nedenle de iki yüzlü davranmak, kendisini sevmeyen, kendisiyle barışık olmayan ve özgüveni yeterince gelişmeyen insanların baş vurdukları bir yöntem oluyor. Böyle insanlar, taktıkları maskelerin adedince farklı kişiliklere bürünüyorlar ve asla kendileri olamıyorlar. Bu tür sorunlu bir kişiliği ise Kur’an’ın, asla onaylamadığı hatta şiddetle kınadığı görülüyor.[3] Bu nedenle de Kur’an, Müslümanlardan mallarını riya /gösteriş için sarf eden kimseler gibi olmamalarını ve riyakarlık etmemelerini istiyor.[4] Hz. Peygamber de riyakarlar hakkında şunları söylüyor:
“Siz insanları madenler (gibi cins cins) bulursunuz. Onların Câhiliye döneminde hayırlı ve değerli olanları, şayet dini hükümleri iyice hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar. Siz yine en hayırlı kişileri, yöneticilik işinden hiç hoşlanmayanlar olarak bulursunuz. Siz, en kötü kişileri de ikiyüzlüler olarak bulursunuz ki onlar, birilerine bir yüzle diğerlerine bir başka yüzle gider, gelirler.”[5]
“Riya duygusunun dışa yansımasının beş şeklinden söz eden Muhâsibî , bunları beden, dış görünüş, söz, amel ve sosyal çevreyle ilişkilere dindarlık süsü verme diye sıralar. Bir kimsenin âhiret endişesi taşıdığını göstermek için yüzüne kederli bir görüntü vermesi; oruçlu olduğu bilinsin diye sesi kısılmış, gözlerinin feri sönmüş bir hal takınması; âbidler ve zâhidler gibi saçı başı dağınık görünmesi; konuşmalarında hikmet sahibi, âlim ve zikir ehli bir kimse olduğu izlenimi uyandırmaya çalışması; rükû ve secde gibi rükünlerde uzun süre durarak namazı uzatması, kezâ oruç ve hac gibi ibadetlerinde titiz bir dindar görüntüsü sergilemesi; ilim ve din ehlinden olduğunu, ilimde ve dinde yüksek bir mertebede bulunduğunu hissettirmek amacıyla âlimler ve âbidlerle düşüp kalkması bu beş şeklin örnekleri arasında yer alır. Muhâsibî, dünya hayatına düşkün kişilerde sayılan beş yolla gösteriş yaptığını ancak dindarlık süsü verilerek yapılan riyakârlığın bundan daha kötü olduğunu belirtir”.[6]
Bu nedenle Hz. Peygamber, “dinin samimiyet”[7] ve “amellerin de niyetlere bağlı olduğunu” [8] , bu nedenle de ihlaslı olunması gerektiğini ifade ediyor. İhlas ise “İbadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” anlamına geliyor. Bir diğer ifade ile ihlas, şirk ve riyadan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel manada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeyi ifade ediyor. [9] Riya ise böyle bir ihlas ve samimiyete sahip olmadığı halde insanın, kendisini böyle göstermesi olarak biliniyor.
Allah Teâlâ, kurban konusunda “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır”[10] der. Bu kural, bütün ibadetler için de geçerlidir. Dolayısıyla gösterişe kaçmadan, ihlas ve samimiyetle ibadet etmek, Müslümanın en temel görevidir. Bunun için de toplu olarak yapılan farz ibadetlerin haricinde yapılacak nafile ibadetlerin ve yardımların mümkün mertebe gizli yapılması, büyük önem arz eder ve insanı riyaya götüren yola girmekten de alıkoyar. Çünkü Allah Teâlâ, “Sadakaları âşikâre olarak verirseniz bu ne güzel! Eğer yoksullara gizlice verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır” [11] buyurarak, açıktan vermeyi doğru bulsa da, tercihimizi gizliden yana yapmamızı ister. “Daha hayırlıdır” sözü bunu ifade etmektedir.
Ahirette bize ancak ihlasla yapılan ibadetlerimizin faydası olacaktır, yoksa içine riya karıştırılmış hiçbir ibadetin faydası olmayacaktır. Nitekim Hz. Peygamber, Allah’ın bizim dış görünüşümüze ve malımıza bakmadığını, kalplerimize ve amellerimize baktığını;[12] kahraman desinler diye savaşanların, cömert desinler diye infak edenlerin, alim desinler diye ilim öğrenen ve öğretenlerin, güzel okuyor desinler diye Kur’an okuyanların ahirette yüz üstü cehenneme atılacaklarını [13] açıklamakta ve “Kim işlediği hayrı şöhret kazanmak için halka duyurursa, Allah onun gizli işlerini duyurur. Kim de işlediği hayrı halkın takdirini kazanmak için başkalarına gösterirse, Allah da onun riyakârlığını da açığa vurur”[14] demektedir.
Allah Teâlâ da “O gün ne mal fayda verir, ne de evlât. Ancak Allâh’a kalb-i selîm (tertemiz bir kalp) ile gelenler müstesnâ”[15] diyerek ibadetlerin kabulünde ihlas ve samimiyetin temel bir kriter olduğunu haber vermekte ve kullarından huzuruna riyadan ve gösterişten uzak “selim bir kalp” ile gelmelerini istemektedir.
Prof. Dr. Celal Kırca
[1] Mustafa Çağrıcı, Riya, TDVİA, İstanbul, 2008, 35/137.
[2] Cürcanî, et-Taʿrîfât, “riyâʾ” madesi.
[3] Nisa, 4/ 38,142,148; Enfal,8/ 47; Maide ,5/105.
[4] Bakara,2/264; Maun,107/6.
[5] Buhârî, Menâkıb, 1.
[6] Mustafa Çağrıcı, Riya, TDVİA, 35/137.
[7] Müslim, İmân, 95.
[8] Buhârî, Bedʾü’l-vaḥy, 1.
[9] Râgıb el-İsfahânî, Müfredât, H l s maddesi.
[10] Hac, 22/37.
[11] Bakara 2/271
[12] Müslim, Birr,33.
[13] Müslim, İmare,152.
[14] Buhârî, Rikak 36
[15] Şuarâ, 26/ 88-89)
Muhterem üstadım çok teşekkür ederim Allah razı olsun sizlerden. Müstefit oldum