Yaz mevsiminde Türkiye gündemi meşgul eden yoğun konuların en başında Küresel ısınma, iklim değişikliği, iklim krizi, karbon emisyonu, sera etkisi, karbon ayak izi üzerine yapılan tartışmalar idi.
Günümüzde her gün karşılaşılan ve cevabı çoğu kişi tarafından tam olarak bilinmeyen hatta her kafadan farklı seslerin çıktığı esnada, espri olsun diye “bunlar hep ameriganın oyunu…” diye işi dalgaya vurup alay edenler bile oldu.
İklimcilerin geneli ise; İklim Krizini, İklim değişikliğinin hızla artmasına dikkat çekmek amacıyla iklim değişikliği yerine iklim krizi olarak isimlendirildiği söylüyorlar. Karbon ayak izi için ise; Karbon salımı yani karbon emisyonu karbonun doğrudan ya da dolaylı neden olmamızla açığa çıkmasıdır. Karşımıza sera gazı salımı ya da sera gazı emisyonu olarak da çıkabilir. Doğrudan ya da dolaylı olarak atmosfere salınan karbonun kilogram bazlı miktarına karbon ayak izi diyorlar. Nefesimizi verirken, çalışırken, yemek yerken, işe giderken karbon salıyoruz; yani karbon ayak izimiz oluyor. İklim değişikliğinden bahsetmemizin nedeni ise, haddinden fazla karbon salımı olması ve her geçen an hızla artmasıdır…” diye yazıyorlar ve anlatıyorlar. Ancak dikkat çeken ise İklim krizi hikayesinde Karbon bahsi çok geçmektedir. Karbon dünyada yaşam için en önemli olan ve olmazsa dünyada yaşamın ve insanın var olmayacağı önemli elementlerden biridir.
Peki öyleyse bu standart anlatım ne kadar doğru ve bilimsel araştırmalara ve verilere mi dayanıyor?
Yoksa ortada bazılarının iddia ettiği gibi aldatmaca mı var?
Başka bir değişle Ademin nesline düşman şeytanın ve hizmetkarlarının hilelerine mi maruz kalmaktayız?
Bu sorulara cevap aramak için bu sefer de Sosyal Medya’da oldukça tanınan ve “bu hafta acaba neler anlatacak ve hangi bilinmeyen bilgileri bize ulaştıracakta bilgi sahibi olacağız” diye merakla takip edilen bir isimle röportaj yaptık. Kendini her insan gibi tevazulu bir biçimde her orijinal insan gibi bende orijinal bir insanım dese de; merak eden, soran, sorgulayan ve itiraz eden doğrularını yılmadan anlatmaya çalışan Gül TEMEL hanımefendiye sorduk.
Bize verdiği röportajına; “Gerçek bilim yoksa, ideoloji vardır!” sözleriyle başladı. Sözlerine; “Co2/yaşam düşmanı ideolojinin ürünü olan iklim kanunu gerçeğinin ne olduğunu milletimiz bilirse asla onaylamaz” diyerek şöyle devam etti;
“Co2’nin (karbon/karbondioksit) tüm atmosferdeki gazlara oranı %0,04’tür. Bu %0.04 oranındaki Co2’nin insana atfedilen oranı ise %3.225’dir. Yani insan kaynaklı Co2’nin tüm atmosfere oranı ise sadece %0,00132’dir. Bu miktarın, iklim değişikliğine sebep olduğunun bilimsel hiçbir kanıtı yoktur. Bugün tüm dünyadaki bağımsız fizikçilerin, kimyagerlerin, klimatologların ve iklim bilimcilerin ısrarla deklare ettiği şey ise şudur: Co2 moleküler düzeyde de yeterli ısı tutamaz. Co2’nin iklimi etkileyecek düzeyde ısıya neden olabileceğine dair bilimsel hiçbir kanıtı yoktur! Co2 bitkilerin alglerin besinidir. Bitkiler güneş ışığında Co2 ile beslenir ve geriye oksijen açığa çıkarırlar. Bu insan ve diğer tüm canlılık için gerekli bir işlemdir. Daha az Co2 demek, daha az oksijen çıktısı, üretimi demektir”
“Co2 belli bir seviyede tutulmalı diyorsunuz da, peki öyleyse bu seviyeyi kim/ne belirliyor?” diye soran Gül Temel şöyle devam etti;
“Optimum seviyeyi belirleyen hiçbir bilimsel çalışma yapılmamıştır. Co2’nin azaltılmasının canlılık için olumlu olduğu düşüncesinin bilimsel hiçbir kanıtı hala sunulmamıştır! Co2 konsantrasyonu x ppm’den, y ppm’ye kadar arttı diyerek iddia ediyor olsalar da, bu artışın şehirlerde, sanayi bölgelerinde olup olmadığını nedense belirtmiyorlar. Türkiye’de ise 300’e yakın meteoroloji istasyonu şehirlerde, yerleşim birimlerinde ve havalimanlarında konumlanmış vaziyettedir. Bu da istasyonlardan gelen hiçbir verinin asla geçerliliği olamaz demektir.
Bu istasyonlar ısı ölçümü için değil mi?
Eğer değilse sizce neyin ölçümü yapılmaktadır?
Bu sorumuza; “Bu istasyonlar gerçekte ne ısı ölçümü için ne de Co2 ölçümü içindir” diyen Gül TEMEL; ” Çünkü şehirlerdeki beton ısısı ölçümleri ve egzozlardan kaynaklı yoğunlaşmış Co2 ölçümleri mutlaka verileri etkileyecektir. Bu istasyonlar gerçekte ise sonuçları etkileyen doğru olmayan veriler, yani kirli veriler üretmektedir. Halbuki doğru verilere ulaşmak için yerleşim birimlerinden uzak, kırsal kesimlerdeki istasyonlar da kullanılmalıydı. Ayrıca hangi istasyondan hangi verilerin geldiği şeffaf bir şekilde insanlara gösterilmeliydi. Türkiye ile alakalı şeffaf bir kaynağa hâlâ ulaşılamıyor. Belki de! insanımızın doğru verilere ulaşması istenmiyordur”cevabını verdi.
Türkiye’deki meteoroloji istasyonların konumlarından bahsettiniz.
Peki, dünyanın bir çok ülkesindeki meteoroloji istasyonlarının konumlanması nasıl yapılmıştır?
“Yine aynı şekilde dünyanın pek çok ülkesindeki meteoroloji istasyonları Türkiye’de olduğu gibi şehirlerde kalabalık yerleşim birimlerinde ve havalimanlarında yoğun konumlanmıştır. Buda bizlere Türkiye de dahil hiçbir ülkenin elinde Co2’nin tüm atmosferde artış gösterdiğini bildiren şeffaf veriler mevcut değildir. Netice olarak Co2 konsantrasyonunun tüm atmosferde artış gösterdiğinin gerçek bilimsel hiçbir kanıtı yoktur! Co2 artışı ve atmosferik ısınma arasında her zaman doğrusal bir oran olduğunu gösteren bilimsel hiçbir kanıt ta yoktur!”
Peki öyleyse gerçek bilimsel kayıtlar neyi göstermektedir?
“Geçmiş tarihi tüm bilimsel kayıtlar, Co2 ile ısı arasında zaman zaman zıt istikamette hareketler göstermektedir. Dolayısıyla Co2, atmosferdeki olabilecek herhangi bir ısı artışının sebebi olamaz. Aksi olsaydı, bütün geçmiş tarihli bilimsel kayıtlarda bunu mutlaka görmemiz gerekirdi. Böyle bir durum da yok, kayıtta yok. Hatta Co2’nin atmosferde ısınmaya neden olacak kadar moleküler düzeyde yeterli ısı tuttuğunun, atmosferdeki oranı da hesaba katılarak bugün deneyleyerek gösterilmiş hiçbir bilimsel kanıtta asla yoktur! Aksine Co2’nin yeterli seviyede ısıya neden olamayacağını gösteren deney sonuçları vardır. Co2’nin atmosferdeki ısıyı kontrol edebilecek düzeyde ısı yansıttığını, atmosferdeki oranını da hesaba katarak gösterilebilmiş hiçbir bilimsel kanıt ta yoktur!”
Türk İklim bilim adamlarının bilimsel çalışmaları var mı?
“Bugün hiçbir Türk iklim bilim adamı yukarıda saydıklarımıza yönelik bilimsel çalışma sunamamıştır. Aksine Türkiye’de meteorolojinin sunduğu bütün veriler şaibelidir. Bu hayati ve atmosferdeki eser miktardaki gazın, azaltılmasının ve hatta sıfırlanmasının talep edilmesi için, ne bilimsel, ne mantık, ne akıl yönünden tek bir geçerlilik yoktur!”
Gül Hanım; İklim kanunu tasarısının bilimsel kanıtlara dayanmadığını söylediniz. TBMM Ekim ayı açıldığında kanunlaşması için meclise sevk edilmesi beklenen iklim kanunu hakkında son olarak siyasilere ne söylemek istersiniz?
“Co2 ile atmosferik ısı ilişkisi üzerinden bilimsel hiçbir kanıt sunamadan, Co2’nin iklimi değiştirdiği teorisi sanki bilimsel bir gerçeklikmiş gibi bu meseleyi mevzuata ve yasalara, kanunlara bağlanmak isteniyor. “Kotalı karbon kullanımı, karbon ayak izi takibi, karbon vergisi, bunu takip edecek kurumlar oluşturulması vs.” gibi devletimizim hem idari hem de iktisadi tüm organlarını felce uğratacak, milletimizin her bir vatandaşının başta Anayasal temel hak ve özgürlüklerini hiçe sayacak yaptırımlara sonuna kadar kapı aralayacak olan İklim Kanununu TBMM’ye taşımak isteniyor. Milyonda bir ihtimaller üzerinden gerçek dünyayla hiçbir ilişkisi olmayan teori olarak bile sınıflandırılamayacak iklim modelleri üzerinden, milyonlarca insanın hayatı tayin edilmek istenmektedir.
Temelde hiçbir bilimsel, hukuki, ahlaki ve vicdani dayanağı olmayan bu kanun, hiçbir şekilde Türk Milletinin Meclisinden geçmemelidir! Hükümetimiz ve Meclisteki milletvekilleri Milletimizi karşılarına alma pahasına bu hataya düşmemelidirler…”
***
Röportaj; Sadi ÖZGÜL
Mirat Haber…