Cehalet, dün olduğu gibi bugün de insanlığın en önemli sorunlarından biridir ve belki de mevcut sorunların en başında yer almaktadır. Nitekim Kur’an’da ilmin ve öğrenmenin öneminden, cahilliğin ise kötülüğünden söz edildiği ve insana “Bilmediğin şeyin ardına düşme, doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların her biri ondan sorumludur”[1] tavsiyesinde bulunulduğu görülmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın, bizden bilgiye dayalı bir hayat yaşamamızı ve bilmeden iş yapmamamızı istediği anlaşılmaktadır.[2] Ayrıca Kur’an’dan bilenlerle bilmeyenlerin eşit olmadığını, Hz. Musa ve Hz. Yusuf’un, cahillikten Allah’a sığındıklarını; Hz. Nuh’un da cahillerden olmaması için Allah tarafından uyarıldığını da öğreniyoruz. Nitekim Hz. Nuh ile Allah arasında geçen bu mükaleme, bize bilginin önemini ve değerini göstermesi açısından dikkat çekici bir nitelik arz ediyor.
Hz. Nuh, oğlu boğulup ölünce Allah’a yaptığı duada oğlunun da, aileden olduğunu söyleyerek, daha önce ailesini boğulmaktan kurtaracağına dair vadini O’na hatırlatır; Allah da ona, oğlunun doğru bir iş yapmadığını, bu nedenle aileden olmadığını söyledikten sonra; “Hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme. Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim”[3] der.
Kur’an’da yer alan kıssalarda da olduğu gibi bu kıssa ile bize verilen mesaj, “Kızım sana söylüyorum gelinim sen işit” anlamında bir mesajdır ve hakkında bilgi sahibi olmadığımız bir şeyi Allah’tan istemememiz öğütlenmekte; böyle bir davranışta bulunduğumuz takdirde cahillik yapmış olacağımız hatırlatılmaktadır.
Hz. Peygamber’in de “İlim talep etmek/öğrenmek her Müslümana farzdır” [4] dediği nakledilir. Kur’an’ı tebliğ ve tebyin eden biri olarak Hz. Peygamber’in bu sözünden ne anlamalıyız? Hz. Peygamber’in ifadesi ile “ilim öğrenmek farz” olduğuna göre ilim öğrenmemek, kısaca “cahil kalmak” ne anlama gelmektedir?
Bu sorunun cevabını verebilmek için, “farz” kelimesinin karşıt/zıt anlamının olup olmadığına bakmak icap edecektir. Zira bir dilin özellikleri arasında bazı kelimeler için eş anlamlı, bazı kelimeler için zıt anlamlı sözcüklerin bulunduğunu, fakat her kelimenin eş ve zıt anlamlılarının olmadığını gözden ırak tutmamak gerekiyor. Nitekim “farz” kelimesinin de zıt anlamı olmayan kelimeler grubuna dahil olduğu ve onun zıt anlamını gösteren her hangi bir sözcüğün bulunmadığı; daha açık bir ifade ile iyi-kötü, temiz-pis, doğru-yanlış, hak-batıl, helal-haram gibi birbirine zıt kelimelerde olduğu gibi farz kelimesinin zıddı bir kelimenin olmadığı anlaşılıyor. Bu nedenle dinî kaynaklarımızda ilim tahsil etmenin farz olduğuna, hatta bu farziyetin farz-ı ayn ve farz-ı kifaye şeklinde ikiye ayrıldığına dair bilgilere, özellikle de cehaletin kötülüğünden ve olumsuzluğundan söz edildiğine şahit olmamıza rağmen, farzın zıt anlamı gösteren bir kavrama şahit olmuyoruz.
Cehalet, “Bilgisizlik, kibir, bozgunculuk, serkeşlik gibi anlamlara gelen ahlâk terimi” olarak tanımlanıyor ve “bilgi ve görgüden yoksun olmak” anlamında kullanılıyor. Kur’ân-ı Kerîm’de dört âyette cehâlet şeklinde, yirmi âyette de aynı kökten gelen muhtelif isim ve fiiller şeklinde geçiyor. Bu âyetlerde genellikle cehâletin fenalığı, cahillerin yanılgıları, kötülük ve zararları üzerinde durulduğu görülüyor. Yine Kur’an’da ilim ve hikmetin Allah’ın sıfatları arasında yer alması, ayrıca Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlere verilen en önemli meziyetler içinde ilim ve hikmetin zikredilmesi, cehâlete karşı bir tavır olarak yorumlandığı da anlaşılıyor. Kur’an’ın ilk inen âyetlerinde kalem kullanmanın ve Allah’ın insana bilmediği şeyleri öğretmesinin öneminin vurgulanması, dolaylı olarak cehâletin insan için en başta gelen kusur ve tehlikelerden biri olduğunu gösteriyor”. [5] Bu nedenle Hz. Peygamber’e hitap eden “Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir”[6] ayeti, aynı zamanda bizim için de bir emir olduğunu unutmamak ve daima hatırda tutmak gerekiyor.
Mevlana, “Mesnevi” sinde Hz. İsa ile bir ahmağın hikayesinden söz eder. Hikayede Hz. İsa o ahmaktan kaçmaktadır. Biz “cahillerden yüz çevir” ayetinden de ilham alarak bu ahmakı cahil olarak da anlayabiliriz. Zira her cahil ahmak olmayabilir, ama her ahmak cahildir. Nitekim Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’n de ahmak, “Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal” olarak tanımlanmaktadır. Aklını kullanmamak ise cahilliğin bir göstergesidir. Böyle bir kimse, bilse aklını kullanırdı, aklını kullansa bilirdi.
“Meryem oğlu İsa, sanki bir aslan kanını dökmek istiyormuş da ondan kaçıyormuş gibi bir dağa kaçıyordu. Birisi ardından koşup dedi ki: “Hayrola peşinde kimse yok, neden böyle kuş gibi kaçıyorsun?” İsa öyle hızlı koşmaktaydı ki acelesinden cevap bile vermedi. Adam bir müddet İsa’nın peşinden koştu, ardını bırakmayıp bağırdı:
“Allah rızası için bir an olsun dur. Neden kaçıyorsun? Merak ettim. Ardında ne aslan var, ne düşman, ne bir şeyden korkmana lüzum var, ne de bir şeyden ürkmene sebep! O tarafa doğru neden koşuyor, kimden kaçıyorsun, a kerem sahibi?” İsa dedi ki: “Bir ahmaktan kaçıyorum, yürü benim yolumu kesme, kendimi kurtarayım!” Adam dedi ki: “Körün gözlerini, sağırın kulaklarını açan Mesih sen değil misin?” İsa “ Evet benim” dedi. Adam “Gayb afsunlarına me’va olan, O efsunu ölüye okuyunca ölüyü, av bulmuş aslan gibi sıçrayıp dirilten patişah sen değil misin!” dedi. İsa “Benim” dedi. Adam dedi ki: “A güzel yüzlü, topraktan kuşlar yapan sen değil misin!” İsa, “Evet benim” dedi. Adam “Peki öyleyse ey tertemiz ruh, dilediğini yaparken kimden korkuyorsun?” Alemde bu kadar mucizelerin varken, senin kullarından olmayan kim?” İsa dedi ki: “Teni eşsiz, örneksiz yaratan, canı ezelden halkeden Tanrı’nın tertemiz zatına and olsun. Onun pak zatı ile sıfatları hakkıycin.. felek bile yenini, yakasını yırtmış ona aşık olmuştur. O efsunu, o İsm-i Âzm-ı köre okudum, gözleri açıldı; sağıra okudum kulakları duydu. Taş gibi dağa okudum, yarıldı göbeğine kadar hırkasını yırttı! Fakat ahmağın gönlüne yüzbinlerce kere okudum, fayda vermedi; Mermer bir kaya kesildi, ona tesir bile etmedi. Adeta kuma döndü, ondan bir şey bitmesine imkan yok” Adam, “ Tanrı adının köre, sağıra, ölüye tesir edip de ahmağa tesir etmemesinin hikmeti ne? Onlar da illet, bu da illet.. neden onlara tesir ediyor da buna tesir etmiyor?” dedi. İsa dedi ki: “Ahmaklık Tanrı kahrıdır. Hastalık, körlük, kahır değildir, bir iptiladır. İptila acınacak bir illettir, ona kul da acır, Tanrı da. Fakat ahmaklık, öyle bir illettir ki ahmağa da mazarrat verir, onula konuşana da! Ahmağa vurulan dağ, Tanrı mührüdür. Ona bir çare bulmanın imkanı yok!” Mevlana bu hikayeyi anlattıktan sonra, “İsa nasıl kaçıyorsa sen de ahmaktan kaç!”[7] diyerek nasihatte bulunur.
Bazı internet sitelerinde yer alan şu hikaye, cehaletin kötülüğünü göstermesi açısından dikkat çekici bir bilgi ihtiva etmektedir: “Haziran 1503. Kristof Kolomb, gemilerin zorunlu tamiratı için Jamaika’ya uğrar. Oradaki yerliler tamirata yardımcı olur, gemi tayfasına yiyecek içecek verir. Ancak aradan aylar geçmesine rağmen tamirat bitmez. Üstelik gemi tayfası, yerlilerin yiyeceklerini yağmalamaya başlamıştır… Bu duruma kızan yerliler, yardımı ve yiyeceği keser. Çaresiz durumdaki Kolomb, o dönemlerde gemilerde bulunan ve yıldız pozisyonlarını da içeren takvimi karıştırırken, ertesi gün Ay tutulması olduğunu öğrenir. Aklına parlak bir fikir gelir ve hemen yerlilerin şefine gider…Şefe, Tanrı ile haberleştiğini ve Tanrı’nın yardımın kesilmesine çok kızdığını, bu kızgınlığını da Ay’ı kan kırmızıya çevirerek göstereceğini söyler.
Ertesi gün akşam Ay tutulması başlar ve Ay’ın rengi tutulmadan dolayı kızıla döner. Kolomb’un oğlu, o anı günlüğüne şöyle yazmış: ‘İnleme ve feryatlarla birlikte, her yerden gemilere doğru geldiler, yiyecek ve içecekler getirdiler, Tanrı’ya onları affetmesini söylemesi için amirale yalvardılar.’ Kolomb kum saatine bakar, 48 dakika süren tutulma bitmek üzeredir. Onlara Tanrı’nın kendilerini affettiğini ve Ay’ı birazdan normal rengine çevireceğini söyler. Tutulma biter, Tanrı tarafından affedildiğine inanan yerliler, mutludur. Tabii evrenin işleyişini bilen Kolomb da mutludur. Bunun üzerine seyir defterine ‘Cehalet, her zaman köleliği getirir’ [8] diye yazar.
Tarih boyunca hep böyle olmuştur ve böyle olmaya da devam etmektedir. Çünkü bilenler bilmeyenleri her zaman yönetmiş, sömürmüş, hatta köleleştirmiştir. Bugün de bu konuda bir değişiklik yoktur. Yine bilenler, bilmeyenleri köleleştirmekte, bunu da sömürerek ve sömürgeleştirerek yapmaktadır. Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyata, bu olguyu “Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız, onların İncilleri vardı. Dua edelim dediler. Gözlerimizi kapattık. Açtığımızda, bizim incilimiz, onların toprakları vardı” sözüyle açıklar. Nitekim Kristof Kolomb’ un bu hikayesi, bilimin kullanılarak insanların nasıl kandırıldığını ve sömürüldüğünü anlatan somut bir örnektir. Birisi bildiği için sömürüyor, ötekisi ise bilmediği için sömürülüyor. Bilseydi sömürülmezdi ve sömürüldüğünü de bilirdi. Nitekim Allah Teâlâ, “Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını” [9] söylüyor ve bu nedenle de mutlaka okumamızı ve cahil kalmamamızı istiyor. Çünkü cahiller, bilgiyi kötüye kullananlar ve sömürenler tarafından kandırılmaya ve sömürülmeye en yatkın kişiler olarak görülüyor. Cahillik de bunun aracı oluyor.
Prof. Dr. Celal Kırca
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
[1] İsra,17/36.
[2] Yunus,10/36
[3] Hûd,11/45-46.
[4] İbn Mâce, Mukaddime, 17.
[5] Mustafa Çağrıcı, Cehalet, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1993, 7/218.
[6] A’raf,7/ 199.
[7] Mevlana, Mesnevi ııı, Çev. Veled İzbudak, İstanbul 1974, s.209-211. (2570-2590)
[8] Hulki Cevizoğlu, Kristof Kolomb Jamaika’da, Yeniçağ Gazetesi, 9 Şubat 2020.
[9] Zümer, 39/9