“Amelsiz bilgi delilik, bilgisiz amel ise zaten yoktur.” İmam Gazali’ nin sarf ettiği bu söz bilgi ve amel arasındaki ilişkiyi nekadar güzel anlatıyor.
Bu durum yüksek voltajlı bir sistemden elektrik alan düşük voltajlı bir makinanın motorunun kontak yapması timsalidir.
Kişinin amelleri; ete, kemiğe, eyleme dönüşen ve onun yaşamı boyunca bilgi akışı ile beyne yüklenen potansiyel enerjinin yükünden kurtaran yapısal işlevi vardır. Bu işlem merkezi sisteme düşen bilginin potansiyel enerjisini, mekanik enerjiye dönüştürerek, sisteme giren-çıkan enerji akışını dengede tutarak rahatlatan eylemler bütünüdür.
Beynin hafıza noktasına yapılan ağır yükleme, amele dönüşmez ise insan işletim sistemi mutlaka kontak yapacaktır. Böylece beşeri varlığı elektrikle çalışan ve maddesel varlığı ‘’Biyolojik bir Termodinamik Makine’’ olarak tanımlanan insanı yöneten sistem çökecek. Bu durumun tabi sonucu olarak, düşünsel varlığı dumura uğrayarak Gazali’nin ” Amelsiz bilgi delilik” dediği sonucuna ulaşacaktır.
Edindiğimiz ilmi yıllarca kitap yüklü merkepler timsali üzerimizde biriktirdik. ‘’Biyolojik bir Termodinamik Makine’’ olarak tanımlanan varlığımızı yöneten metabolik sistemimiz kontak yaptı merhale merhale. İlmin ağırlığı dedik de öyle bir ağırlık çöktü üzerimize, katledilen insanlara karşı sorumluluk taşıdığımızı dahi anlayana kadar çöktü sistem üzerimize. O kadar ki bin bir oturum yapmak, bin bir çocuk cesedi izlemek zorunda kaldık hantal gövdelerimizle.
Aylardır Gazze, küçüğünden büyüğüne, yaşlısından gencine tüm halkı ile vuruluyor ve ölüyor. Ölüleri ukbada ayrı bir diriliyor, şehadet şerbeti içip ölümsüz hayatta dip diri yaşıyor; dirileri de ayrı bir diriliyor, hepimizin ölü toprağına ayet olup hidayetin ab-ı hayat suyunu üzerimize döküyor.
Onların yaşadığını biz seyrederken adeta deliriyor, sarsıntı geçiriyoruz. Hatta sağlıklı yanlarımız dahi sarsıntı geçirmesin diye evlatlarımızın ve kendimizin gözlerini, o iç yakan görüntülerden kaçırarak psikolojimizi korumaya çalışıyoruz. Fakat maalesef ki aklımızı başımızdan alacak, kendimize olan özgüvenimizi kaybetmememize sebep olacak, nihayetinde delirmek üzere olduğumuz hali ıslah edecek bir şifaya tutunamıyoruz.
İşte tam da ilim amel sorunsalında Taha Abdurrahman fevkalade izah etmiş.
İslami alanda insanın ilim ve amel arasındaki ilişkisini tanımlayacak, insan ve beşer varlığı arasındaki bu hassas balans ayarını yaparak kâmil bir varlığa tekâmül etmesinde ona rehber olacak bir takım temel ilkeler vardır.
Bu ilkeler şunlardır:
1. Amele İtibar Etmeyi Önceleme İlkesi : Kendisinden amel çıkmayan her konu faydasızdır. Hakkında araştırma yapmaya gerek olmaz ve hatta amel içermeyen her sözün terk edilmesi gerekir.
2. Amele Dönüşme Talebini İçeren İlim İlkesi : Kişinin sadece amel edeceği bilgiyi öğrenmesi gerekir, öğrenmiş olduğu bu bilgiyle de amel edinceye kadar daha fazla bilginin peşinden koşmaması gereklidir.
3. Fayda Veren İlim İlkesi : Kişi ancak amel işleyebileceği bilgiyle ilgilenmeli, bununla kalmayıp amele dönüştürülen bilginin sonuçlarının kişinin şimdiki anıyla sınırlı olmayıp geleceğine ulaşmalı, iz bırakmalı ve başka kişilere de ulaşımı sağlanmalı.
Görünen alemde, bu temel ilkeler korunarak insan ; beşer varlığından insan-ı kamile, ahsen-i takvime yolculuk yaptığı hayat akışında, tıpkı kainat gibi yaratıcısına delalet edecek güzelliğe ulaşır. Esmaü-l’Hüsnalara ve ayetlere şahitlik yapan bir erdemi taşır. İnsanların da esmaları ve ayetleri kişinin kendi üzerinde gerçekleştirdiğine şahitlik ettiği takvalı bir kula dönüşebilir.
İnsanın varlığı ve bu varlığın sırrı üzerinde tefekkür ettiğimizde şu neticeye varıyoruz :
İnsan da tıpkı tüm kainat gibi yaratıcısına delalet eden ayet, yani alamet olmak için yaratılmıştır. Şu var ki insan yaratıcısına delalet etme ve yaratılma hususunda kâinatla benzer bir konumda olsa da, kendisine yüklenen görev ve sorumluluk bakımından ondan ayrılmaktadır
Nitekim insanın hem nefsinde hem de afakında olan ayetleri açığa çıkarma şeklinde bir görevi bulunmaktadır. Çünkü insanoğlunu yaratıcısına karşı ayet olma noktasında diğer varlıklardan ayrıdır.
Bunun sebebi özgür iradesiyle iman etmesidir. İman etmek ise ispat gerektirir. Böylece amelinden hasıl olacak ve Allah’a delalet edecek güzellikler ile kâinata huzur ve esenlik taşıyan hale evirilmesi gerekir.
Amel ancak iman edenden sadır olur. İmansız bir amel ise bütünüyle beyhudedir.
İnsan, insaniyetini ancak özgür iradesiyle yaratıcısına delalet ettiği nispette kazanır. Dolayısıyla “amel nedir?” sorusu tıpkı “nasıl ayet olabilirim” ya da “özümden nasıl bir ayet inşa edebilirim” sorusu ile mutlak bir korelasyon içerir.
Gazze küçüğünden büyüğüne, yaşlısından gencine tüm halkı ile hepimizin ölü toprağına ayet olup hidayetin ab-ı hayat suyunu üzerimize döküyor.
Bilinç elması kömür, kömürü de elmas yapar. Bu bilinç ile ilim ve amel boyutundaki ahengi özenle sağlayan ve titizlikle koruyan kişi Rabbe delalet eden ve çağlara amelini konuşturan bir sadakayı cariyeye ulaşabilir. Arkasından güzel bir ün bırakır. Salih kişi olarak anılır. Dünya nimetinden, ister azaları, ister mal mülk ve sosyal nüfusundan yana kısıtlanmış olsun her şartta idrak ruh ile senkronize olarak tüm alıcılarıyla kulluğunu tahakkuk ettirir.
‘’Çölde yaşayan kum akreplerinin gözleri hemen hemen hiç görmez. Buna karşın her bir ayağının ucunda bulunan ve “milimetrenin milyonda birinden daha küçük titreşimlere” yol açan hareketleri bile tespit eden algılayıcıları sayesinde avlarını kovalayabilir ya da düşmanlarından kaçabilirler.’’
Bu örnekte olduğu gibi salih amel üzere olan kul hangi dar şartlar üzere olursa olsun, elinde kalan tüm varlığını nimet bilir ve asla Allah’a kullukta, ona şirk koşmaz. Ne nefsine yenik düşmeme hususunda gevşemez. Tehlike hudutlarına yanaşmaz, kaçmayı bilir ve muhafazası kuvvetlidir.
Nefs ve ruh arasındaki mücadele kulun amellerinden ayrılmaz. Neticede de insanın kulluğu, bu mücadeleyi iyi bir şekilde yönetip ruhun lehine sonuçlandırdığı ölçüde keyfiyet kazanır.
Müslüman dünya hayatında başarısız olsa dahi tüm alıcıları ile rabbe yöneldiği için amellerini ibadetteki takvasına vesile kılar. Dünyadaki salahını ahiretteki felahına bağlar. Gazze’deki Müslümanların örneğinde olduğu gibi masum ve mazlum kalmanın bile zafer olduğunu bilir. ‘’Hasbünallahi ve nimel vekil’’. Der ve baki hayatta bekaya ulaşan bir ruh ile sonsuz huzura mirasçı olabilir.
Artık kabul etmeli ve görmeliyiz ki ;Yaşamın tüm mecralarında ne vaziyet arz ettiğimizi, metafizik ve biyolojik varlığımızda nasıl bir gerilim ve çatışma içinde olduğumuzu itiraf edelim. Manevi dinamiklerimizden ne kadar uzaklaştığımız ortada. ‘’Biyolojik bir Termodinamik Makine’’ olarak tanımlanan varlığımızı yöneten metabolik sistemimiz, salih amele, cihada dönemeyen tonlarca ilmin depo edildiği varlık deryamızda çöktü. Kabul edelim.
Geçmişte asırlar boyunca bize asude ve nezih hayatlar bağışlayan ilim ve amelin bizleri felaha götüren dinamiklerimizden neden bu kadar ayrı düştüğümüzü daha fazla gecikmeden sorgulayabilelim.Her şey güllük gülistanlıkmış gibi davranmak ve bizi biz kılan değerleri laf ebeliğine, anlamsız tekerlemelere, klişe teorilere, gürültülü iddialara indirgeyerek durumu daha fazla idare etme şansımız artık kalmadı.
Kusurlarımızı bilmek, kendimizle yüzleşmek, ahlâki görevleri “sadakat” zincirine tutunarak toplum hayatında, ilişkilerde, davranışlarımızda en berrak haliyle yeniden yaşar hale getirmek, ‘kâl’i ‘hâl’e taşımak peygamberler ile bizlere taşınan mirasa olan borcumuzdur.
Aksi halde içine girdiğimiz ‘’delice döngüde’’, ‘’mecnun olmak’’ kaderini yüklenerek mahvolup gideceğiz.
Ümmetin üzerindeki bu ölü toprağın Gazze soykırımı üzerinden tek tek ölen insanlığımızın, hassaten Dünya Müslümanları ve de insanlık üzerindeki izlerini okumaya çalışırken; İslam düşünce enstitüsünün hizmeti olarak katılımcılara sunulan ve Prf. Dr. Mehmet Görmez üstadın rehberliğinde gerçekleşen Taha Abdurrahman Okumalarında İlim & Amel Sorunsalı başlıklı oturumlardan hayli müstefit olduğumuz mevzular üzerinden Gazze ve Biz ayırımında Üzerimizdeki ölü toprağın varlığını bir kez daha bize duyuran Allah’a hamd eder ve hizmetlerinden dolayı İDE ekibi ve Prf. Dr. Mehmet Görmez hocamıza teşekkür ederiz.
Hayatımızın ne kadar anlamsız olduğunu ve hayatın ne kadar anlamlı olabileceğini canlarını vererek öğretiyorlar hepimize. Biz de nefes alıp vermeyi yaşamak sanıyormuşuz meğerse…
Ey Gazze Hepimize ruh oldun
Üzerimizdeki ölü toprağın varlığını bize duyurdun.
İki cihan izzeti senin ve senin safından dünyaya bakabilenin olsun.
Cennet bahçelerinde efendimiz senin komşun olsun.
Selamm ve dua ile kalın
HATİCE ŞEBNEM DİKTÜRK
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
MİRATHABER.COM – YOUTUBE