islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,7503
EURO
36,6051
ALTIN
2.963,24
BIST
9.866,73
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
11°C
İstanbul
11°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
12°C
Perşembe Çok Bulutlu
14°C
Cuma Az Bulutlu
13°C
Cumartesi Az Bulutlu
17°C

İLK HACCIMDAN ANILAR

İLK HACCIMDAN ANILAR
7 Temmuz 2022 11:00
A+
A-

 

Bu ilk haccımla alakalı unutamadığım anılarım var. 1971 deki ilk haccımla 2017 deki son haccım arasında, Hac Menasiki’nin uygulandığı Kâbe ve çevresi, Mina, Müzdelife ve Arafat arasında öyle büyük farklar var ki anlatılmak istense inanınız hacimli birkaç ciltlik eser yazmak gerekir.

Ben anılarımın bir bölümünün geçtiği 1971 yılı Arafat’ından bazı çizgiler sunmadan önce anımızın daha bir anlam kazanabilmesi için Arafat’ın önemine kısaca değinmek istiyorum.

Arafât

Arafât, Mekke’nin 21 km. doğusunda yer alan ve Harem sınırları dışında kalan ova görünümlü bir alandır. Sınırları yaklaşık 4000 yıl önce Hz. İbrahim Peygamber tarafından çizilmiş ve Sevgili Peygamberimiz tarafından da pekiştirilmiştir.

Kuran-ı Kerîm Mekke’yi şehirlerin anası olarak vasıflandırır. Kur’ân’ın açıklamasına göre, Hz. Âdem ilk insan ve Peygamber, Mekke ilk yerleşim merkezi ve Kâbe de ilk mabed olduğuna göre -en doğrusunu Allah bilir- insanlık hayatı Mekke’de Arafât çevresinde başlamıştır.

İnsanlık, Hz. Âdem ve Havva ile birlikte yeryüzü hayatını bu alanda bildiği, tanıdığı veya hacılar birbiriyle  burada tanıştığı içindir ki, bu sınırları belirli bölgeye bilme – tanıma anlamına Arafât denilmiştir.

Hz. İbrahim ile başlayan Hac ibâdeti için her yıl özel vaktinde dünyamızın değişik bölgelerinden insanlık temsilcileri olarak gelen dilleri ve renkleri farklı insanlar, insanlık kongresi için Arafat’ta toplanırlar.

Arafât toplantısı, gerekliliğini Bakara Sûresi’nin 198. âyetinden alır. Peygamberimiz;“Hac Arafât’ta vakfedir.” buyurarak Kıyamet Günü ilâhi huzurda toplanışı sembolize eden bu toplantının farz bir görev olduğunu açıklamıştır.

Arafât, yeryüzünde pek çok Peygamberin iştiraki ile en azim toplulukların bir araya gelip ibâdet ettiği, duâlar yaptığı, en kutsal alandır. Arafât’ın bu mucizevi özelliği, milyonlarca insanın katılımı ile yapılan vakfelerle dönemimizde de devam etmektedir.

Açıklanan özellikleri sebebiyledir ki Kıyamet Günü’ne kadar her yıl arefe günü Arafât, duâların en ziyade kabul olunacağı ve hacıların kul hakları dışındaki bütün günahlarından arınabileceği bereketli bir alan olma hususiyetini koruyacaktır.

Arafat Anım/Tuvalet ve Işıklandırma Yoktu

1971’de Arafât’ın doğal görünümü Hz. İbrahim dönemi Arafat’ına daha yakındı. Arafât’ta tuvalet yoktu. Özellikle Afrika’dan gelen, tuvalet kültüründen yoksun hacıların bazılarının, açıktan idrara ve büyük abdeste çıktıklarını görebilirdiniz. Işıklandırma da yoktu. Akşam çöküp karanlık bastığında Arafât’ın ürkütücü, ıssız ve hüzünlü bir vadiye dönüştüğüne bizzat tanık olmuştum.

Arafât’ın, hacıların ayrılış hüznüne şahid olanlar var mıdır, bilmiyorum. Kuranımız, Sema’nın/Göğün ağladığını açıkladığına göre, (Duhan 29) Arafât’ın hüzünlenmiş olmasından doğal ne olabilir?

Arafât’a, Ali Arslan Hocamızın riyasetinde küçük grubumuzla birlikte çıkmıştık. Muhtemelen günümüzü zikir, dua ve sohbetle geçirmiştik. Bizim iptidaî çadırımızın yakınlarında olan Mısırlı bir hacı grubu tatlı tatlı ilâhiler söyleyip zikir yapıyorlardı.

Yanlarına gidip zikirlerine katıldım. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım. Onlar Müzdelife’ye gitmek için ayaklanınca ben de toparlandım. Grubumuzun yanına dönmek istediğimde ortada ne çadır vardı ne de arkadaşlarımız. Sağa baktım, sola baktım yok. Sırra kadem basmışlardı.

Karanlıkla birlikte içime korkutucu bir ürperti de sinmişti. Her yandan yarı dökük otobüsler yanımdan geçiyordu ama el kaldırdığım halde beni görüp de duran yoktu.

Hz. Hacer’in Safa ile Merve arasındaki Hervele’si gibi sağa sola saldırırcasına koşuşturuyordum. Ama çabalarım sonuç vermiyordu. Karanlık beni ve Arafât’ı iyice kuşatmaya başlamıştı.

Nihayet kırık dökük bir kamyonun şoförü, hal-i pür melâlimi anlayıp yanımda yavaşlayınca, kamyonun arkasından kurtarıcı eller beni kamyona çekiverdi. Kendimi kamyona atınca nasıl rahatlayıp sevindiğimi anlatamam.

Aklım başıma gelince, kendimi Suudi Arabistan’da çalışan Pakistanlı işçilerle ve samanları önlerinde olan kurbanlık keçileri ile bir arada buldum.

Onlar Arapça konuşamıyor, ben de onların dilini anlamıyordum. Ama Hac görevlerimiz aynıydı. Müzdelife’de konaklayıp akşam ve yatsı namazlarını yatsı vaktinde kılacak, istirahata çekildikten sonra sabah namazını erkence kılıp Müzdelife’den Mina’ya giderek Şeytan sembollerini taşlayacaktık.

Müzdelife’de durunca kendilerine lisan-ı hal ile kendimi tanıtmaya çalıştım. Onlara imam olup düzgün bir okuyuşla akşam, yatsı ve sabah namazlarını kıldırdım. Birbirimizle kaynaştık.

Allah onları bana, beni de onlara karşı vazifelendirmişti. Bana da bir battaniye verdiler.

Ailemden uzaktaydım, Hac arkadaşlarımı da yitirmiştim. Hüzünlüydüm, yüreğim ve gözlerimle anlaşarak secdeye kapandım. Dualar ettim, ama ne feyizli dualar…

Mehmet Zahit Kotku bölümünde anlatmıştım. Kabul olunacak dualar etmeye muhtaçtım, arayış içindeydim. Mehmet Zahit Efendiden de dua istemiştim. Meğer Arafat’ta yaşadıklarım benim arayışlarıma Rabbimin ihsanıymış.

Pakistanlı kardeşlerimle birlikte Mina’da Büyük Şeytan sembolünü taşladık. Sonra onlara veda edip Türk hacılarının çadırlarının bulunduğu bölgeyi araştırdım.

Arkadaşlarımın çadırlarından önce Mehmet Zahid Efendinin çadırını buldum. Çadırda her biri rahmetli olan Profesör Osman Çataklı, Gönenli Mehmet Efendi ve Mehmet Şevket Eygi’yi gördüm. Yanılmıyorsam öğle namazı vaktiydi. Namazı cemaatle kıldık. Hatm-i hâce yapıldı ve Mehmet Zahit Efendi bana Kur’ân okutturdu. Ben de Mina’da nazil olan Mürselat sûresini okudum.

Süleymaniye Cami Hatibi olduğum biliniyordu ama bir özelliğim daha vardı. Türk hacıların en gençlerinden biriydim. 15 günlük süreci kapsayan Haccımızdan İstanbul’a dönüşümüzde, Kadıköy tarafında bir okulda bizi bir gece karantinaya aldılar.

ALİ RIZA DEMİRCAN 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.