ÖNSÖZ
Sol, liberaller, milliyetçiler, muhafazakarlar, radikal İslamcılar İslamcılığı marjinalleştirmek, marjinal-Türkiye dışı göstermek, Afgani ve Abduh ile başlatmak için ortaklaşır, birbirleriyle yarışırlar; halbuki İslamcılık, 18. yüzyılda 1699 Karlofça Anlaşmasıyla Müslümanların ve İmparatorluğun Batıdan geri kaldığını hatta yenildiğini tecrübe etmesi, Batı medeniyetini yakalayıp üstünlüğü yeniden ele geçirmek için tecdid-ihya-inşaya girişmesidir. Tecdid bir kesimin iddia ettiği gibi Afgani-Abduh ile başlamaz, onlardan iki asır önce Batı üstünlüğü karşısında yenilenme-ıslah-ihya-inşa fikri İstanbul’da oluşmuş, pek çok uygulama hayata geçmişti.
Müslümanların, İmparatorluğun ve İslam ülkelerinin İslam’ı tüm yönleriyle hayatın merkezine yerleştirerek var kalabileceğini savunan İslamcıların aksine farklı yönelimler İslam’ı devlet ve millet hayatından tard edip özel alana, kültürel sahaya yerleştirmek için öncelikle İslamcılığı yerinden sökmeye çalışırlar. Yusuf Akçura Türk düşüncesinin kült metinlerinden Üç Tarz-ı Siyaset ile İslamcılığı sıradanlaştırmaya, ideolojilerden bir ideoloji gibi göstermeye çalışır.
Kemal Karpat, klasik Batı eksenli akademisyen kimliğiyle İslamcılığı Tanzimat sonrası, modernleşmenin İslami olanı geriletmesi karşısında Müslümanların İslam hukukunun yeniden tesisi, İmparatorluk-Hilafet öncülüğünde İslam birliğinin teşekkülü ile dini yorumun çağın gereklerine göre tecdid-ihya-inşaya götürülmesini İslam’ın ideolojileştirilmesi şeklinde yansıtmaya çalışır.
Mümtazer Türköne ve milliyetçiler, İslamcılığı yalnız fikrî yönüyle ele alarak, Kemalistler gibi devlet yönetimi, siyaset, kamusal alanın inşası, askeri sahalarda İslamcılığı, İslamcıları devlet yönetimi dışında tutma çabasına gider. İslamcılığın İmparatorluk mekanizmasındaki ontolojik temellerini örterek sadece düşünce sahasıyla yetinmesi, “siz düşünün biz yönetiriz” kanaati, devletin işleyişinde bütünüyle laik sürecin belirleyici kalması bu yorumun arka planını oluşturur.
Tarık Zafer Tunaya ve Şerif Mardin İslamcılığı en sahih ve sahici yorumlayanlardandır; Tanzimat modernleşmesi karşısında İslami taleplerin tamamını İslamcılık başlığına yerleştirirler. Tunaya İslamcılığı Kemalist Batıcılığın öteki’si olarak konumlandırırken Mardin, siyasal ve fikrî alanın ontolojik temellerinden görür.
1980 sonrasında İslamcılık üzerine söz söyleyen araştırmacı-akademisyenlerin geneli, gelenekçi ya da modernist, sol-liberal farketmeksizin, dönemin şartları icabı İslamcılığı Kemalist merkezin çevresine ve Türkiye dışına taşımaya çalışırlar; Kemalist ulusçu dile uygun biçimde “kökü dışarıda”lık jargonunu kullanarak.
Kimi 80’lerin atmosferine uygun biçimde etnik kimliğini siyasallaştırmak, Türk millet-i hakimesine karşı durmak, kimi İmparatorluğun-Türkiye’nin İttihad-ı İslam’ı teşekkül ettirebilecek öncü vasfını yok saymak, Mısır-Ortadoğu-Pakistan’daki İslami hareketleri meşru-sahih göstermek, Cumhuriyet’in ilk yıllarında din adamlarının Tek Parti’ye desteği nedeniyle CHP’yi din düşmanı kimliğinden uzaklaştırmak için çaba gösterirler. Frankofonların gazetecisi Ruşen Çakır İslamcılığı, Olivier Roy tarzında İslam ülkelerindeki İslami hareket ve örgütler çapında anlayabilirken Frankofonlarınakademisyeni Nilüfer Göle, İslamcıları neoliberal küresel kültüre eklemleme üzerine çalışır. Kültür ve medeniyet bakışını magazine ederek ele alan Frankofonların yorumları arkaik ve dönemsel kalırken Anglo-Sakson araştırmacılar ise daha çok Türkiye’nin Hilafet, İmpratorluk öncülüğüne odaklanarak İslamcılığın bu vasıflarını kontrol etmeye yoğunlaştıklarından kalıcı ve dinamik analizler geliştirirler.
2000’lerden sonra şekillenen İslamcılık kanaatleri de tek boyutlu, aktüel, pragmatiktir. İslam’ı bütüncül anlama ve uygulamadan kaçınan kültürel Müslümanlar, milliyetçiler, Mavi Marmara’cıları, 11 Eylül Statükosu’nun icadı IŞİD-el Kaide-Taliban’ı, etnik kimlikleri, radikalizmi, selefiliği İslamcı görmek ve göstermek için çırpınırlar.
2010’lardan sonra bu marjinal yorumlar birer birer yıkılmaya, İslamcılığın Batı medeniyeti-küfür karşısında varoluş-kendilik çabası vasfı, 1699 sonrası kökler belirlemeye başladı. İran’ın başta Suriye ve tüm Ortadoğu’da yalnızca mezhepçilik yaptığının anlaşılması; İslami hareketlerin yerelden çıkamayan ufuksuzlukları ve dünya sistemince kullanılmaları; İslam ülkelerindeki elitlerin-yönetici-aydınların kafirle-Batı ile çatışma, İslam birliğini tesis etme gibi bir hedeflerinin bulunmadığının, kendi milliyetçilikleri üzerine yoğunlaştıklarının anlaşılması, “namaz kılınan her yer vatandır” eksenli yabancılaşmanın terkini getirirken ümmet savunusunun-İslam birliği-küfür-Batı karşıtlığının sadece bu topraklarda de facto bulunduğu “tecrübe edilerek” anlaşıldı.
••
30 yıla yakın bir süre, lise dönemlerimden itibaren Türkiye’nin ve Müslümanların dünyada bir yer edinebilmesi, İslami kimliğin bireysel-millet ve devlet hayatına içkinliğinin yeniden işlevselleştirilmesi üzerine düşündüm. Bu düşünme, okuma ve yazma çabası elbette İslamcılığın tarihi ve unsurlarıyla çakıştı. Kamusal alanda İslami olanın inisiyatif almaması gerektiğini öne süren milliyetçi-muhafazakar-Kemalistler ile kültürel Müslümanlara karşı İslamcılığın devlet-özel ve millet hayatıyla İslami ilkelerin ontolojik özdeşliğini savunan vasfı hem birikimi inceleme hem Türkiye’nin İslami dönüşüm geçirerek ruhunu ortaya koyabilmesi üzerine uzun çalışmalar yapmama neden oldu. Ortaya bilinen ama söylenmekten kaçınılan bir hakikat çıktı.
Bu çalışmam şimdiye kadar yapılan İslamcılık incelemelerinin dar bakış açılı, her kesimin kendi meşrebinin tezlerinden ibaret vasfını gösterirken aynı zamanda tüm yorum ve çıkarımları gözardı ederek, Müslümanların, İmparatorluk elitinin 18. yüzyılda başladığı tecdid-ihya-inşa faaliyetlerini yani İslamcılığı geçirdiği değişimlerle beraber günümüze kadar ele alıyor.
Bu kitap, İslamcılık araştırmalarının genelinden, iç ve dış odaklar için hazırlanmış rapor-ifşa-ihbar-fişleme, ansiklopedi maddesi, sıradanlaştırmama, marjinalleştirmeme, kendi küçük dünyasını ideolojileştirme konforu, öteki icadı, bir kalıba yerleştirme-tanımlama ve imha çabası olmamasıyla ayrışıyor. Batı medeniyetinin yükselişi sonrasında Müslümanların geliştirdikleri reçeteleri, fikirleri, faaliyetleri, dünya sistemi ve Kemalizm karşısında Müslümanların tutumlarını inceliyor. Türkiye’nin ve ümmetin İslami dönüşüm geçirerek “beka sorunu”nu çözeceğini, dünyayı yeniden İslami olanın anlamlandıracabileceğini, bunun da ancak öteki yani Batı ile çatışmayı ontolojisine içkin kılan İstanbul-İmparatorluk merkezliliğin sağlayabileceğini iddia eden bir bakışla yapıyor.
Kitapta uyguladığım yöntem Fenomenolojik epokhe… İslamcılık ve hatta Türk modernleşmesi üzerine şimdiye kadar yazılanları paranteze alıp bir kenara koyduktan sonra “köken”den başlayarak ama o özü unutmadan meseleyi günümüze getirdim. Destrüksiyonun varlıkların otantikliğini bozan tarihi yorumları yok sayıp başlangıca gitme tekniğini öteki çalışmalarım gibi bu kitapta da gerçekleştirdim.
Özellikle Tek Parti sonrasında ortaya çıkan, İslamcı kurum, akım, isim, tarikat-cemaatleri Türkiye ve dünyadaki siyasal-fikri alan ile İslamcılıktaki yerleri, katkıları, yenilikleri, öncülükleri, etkileri bakımından inceledim. Bu oluşumların, grupların, cemaatlerin, kurumların kimlerden oluştuğunu, tek tek neler yaptıklarını merak edenler rapor amacıyla hazırlanıp İslamcılık incelemesi diye kitaplaştırılan materyallerden öğrenebilirler.
Kitaptaki tezleri büyük oranda birincil kaynaklara başvurarak şekillendirdim. 2. Meşrutiyet, Tek Parti ve sonrasındaki yaklaşımları dergilere ve İslamcıların kitaplarına müracaat ederek belirginleştirdim. Fikirlerimi, tezlerimi temellendirmeden-olgulara doğrulatmadan öne sürmeme gibi bir usulü ilk yazmdan-kitabımdan bu yana uygularım.
Kitabın hacmi daha da artmasın diye alıntılara kısıtlı yer verdim, atıflar kaynak gösterdiğim yerlerde kullanıldı. Çok geniş bir kaynakçaya yer verdim; 1200’ün üzerinde kitap-makale aynı zamanda bu alandaki literatürün tamamına yakın kısmını da ihtiva ediyor.
Övgü-sövgü-yüceltme, red-inkar ve eleştirisiz sahiplenme üslubu analizi öne çeken tutumumdan dolayı hiçbir kitabımda yer bulmadı. İsimleri, cemaatleri, grupları, zihniyetleri kendi geleneği, ülkenin ve Müslümanların praksisi kapsamındaki yerine göre kritik ettim, belirledim.
•••
Kitap temelde iki kısma, İmparatorluk ve Cumhuriyet dönemlerine ayrılıyor.
İmparatorluk aşaması üç bölümde incelendi: 18. yüzyıldaki doğuş, Tanzimat ve Meşrutiyet evreleri.
Cumhuriyet dönemi Tek Parti etkisindeki 1924-1946, 1947-1960 arası ile 1960, 1970, Neoliberal İslamcılık, AK Parti dönemini ihtiva ediyor.
Sonuç mahiyetinde ise yönelimler, enkazlar ve tecrübelerin ışığında ciddi yol alan, birikime kavuşan İslamcıların ve İslamcılığın, 18. yüzyıl İmparatorluk fikrine yatkınlaşan aidiyetiyle geleceğine ilişkin kanaatlerime yer verdim.
İslamcılığın, Müslümanlar ve Türkiye ile özdeşleştiği hakikatini görmek gerekir. Kitapta Batının yükselişi karşısında Müslümanların, İmparatorluk mekanizmasının tutumlarını, bugüne kadar Müslümanların neler yaptığını, hangi evrelerden geçtiğini, temel tartışmaları gözler önüne serdim.
Müslümanlar ve Türkiye gelecekte kendilik bilgisini ortaya koyacaksa bu yalnızca İslam’ın yaşamın tüm kılcallarına nüfuz eden vasfını belirginleştirmeyle mümkün olabilir. Ümmet, Müslümanlar kendi biricikliklerini bilkuvveden bilfiilegeçirerek keşfedebilirler. Öncelikle Müslümanların dünya sisteminin Tevhid’i kıran vasfına yoğunlaşıp yekvücut halde mücadeleyi öne çıkarması gerekir. 2000’lerde İslam alemindeki tecrübeler gösterdi ki Türkiye dışında kafirle, Batı ile uzlaşmadan yaşamayı öne çeken çok az Müslüman devlet ve topluluk bulunuyor.
Küfrü-Batıyı gerileten, alternatif bir dünya sistemi getiren, İmparatorluk ve Hilafet vasfıyla Müslümanları İslam sancağı altında toplayabilen öncü bir devlet olarak Türkiye, 11. ve 18. asır tecdid-ihya-inşa perspektifiyle, kapitalizmi alt ederek Tevhid’i, Müslüman benliğini yeniden biricik kılabilecek bir hayatı kurmak için öne düşmeye en hazır güç olarak temayüz ediyor.
30 Ağustos 2022 | Keçiören