“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın…” (Âli İmran 3/103)
Bu âyet müslümanları dinde ayrılığa (tefrikaya), fırka fırka, hizip hizip, grup grup olup asabiyeye düşmekten sakındırıyor. (Ayrıca bkz: Şûra 42/13)
Önceki ümmetler Din’i istedikleri ve işlerine geldiği gibi anladıkları için tefrikaya düştüler. Her grup, her mezhep, her hizip “en hak din bizimki, doğru yolda olan biziz, Din’i en iyi biz anladık” diye zannetti.
Kur’an müslümanlara zımnen “siz de öyle olmayın” diyor.
“(Yahut) inançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu (ilkelerle) övündüğü kimselerden olma!” (Rûm 30/32. Bir benzeri: En’am 6/159)
Ebu Hureyre’ den gelen bir rivâyete göre Peygamber (sav) şöyle dedi: “Yahudiler yetmiş veya yetmişiki gruba ayrıldılar. Hırıstiyanlar da buna yakın gruplara ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılacaktır.” (Tirmizî, İman/18, no: 2640. Bir benzeri: İbni Mâce, Fiten/17 no: 3991. Darimî Siyer/75. no: 2521. Ahmed b. Hanbel, 2/332, 3/120, 145. Ebu Dâvud, Sünnet/1 no: 4596)
Rivâyetlerde fırka sayısı farklılık göstermektedir. Bazılarında hırıstiyanların adı geçmemekte, bazılarında ise İslâm ümmetinin yetmişiki veya yetmişüç fırkaya ayrılacakları söyleniyor. Bazı rivâyetlerde kurtulacak fırkanın, Peygamberin ve sahabelerinin bulundukları yol üzerinde olanlar denilerek, adeta yukarıda geçen hadisteki cemaat kelimesi açıklanıyor.
Bu rivâyetlerdeki ortak nokta şudur: İslâm ümmeti de tıpkı önceden gelen kitap ehli gibi çeşitli fırkalara/gruplara ayrılacak, aralarında ciddi bölünmeler olacak… Her ne kadar her grup kendisinin doğru yolda olduğunu iddia etse bile, Allah’ın bildiği bir fırka/grup dışındakiler kurtulamayacak.
Kurtulacak olan kimseler grup (fırka-i nâciye); Allah’ın ipine sımsıkı, hem de müslümanlarla birlikte sarılanlardır. Burada bazı müslümanların kendilerine verdikleri isimler, ünvanlar, klişeler önemli değildir. Önemli olan Allah’ın istediği gibi O’nun dinine iman etmek ve sâlih amel işlemektir.
Peygamber (sav) buyurdu ki: “Şüphesiz Allah sizin için üç şeyden razı olur ve sizin için üç şeyi hoş görmez. Ona ibadet edip kendisine hiç bir şeyi ortak koşmamanızdan, Allah’ın İpine topluca sarılıp ayrılmamanızdan razı olur. Dedikodu, çok soru sormanızdan ve malı zayi etmeninizden razı olmaz.” (Müslim, Akdiyye/10 no: 4481. Muvatta, Kelâm/20)
Hâris el-A’ver anlatıyor: “Mescide uğramıştım, gördüm ki halk malâyanî konulara dalmış konuşuyor. Ali (ra)’ye çıkıp durumdan haberdâr ettim. Bana:
-“Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?” dedi, Ben:
-“Ben Resûlullah’ın şöyle söylediğini işittim:
-“Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!” Ben hemen sordum:
-“Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah’ın Rasûlü?” Buyurdu ki:
-“Allah’ın Kitabı (na uymak)dır. O’nda sizden önceki (milletlerin durumuyla ilgili) haber, sizden sonra (kıyâmete kadar) gelecek fitneler ve kıyâmetin durumu ile ilgili haberler var. Onda ayrıca sizin aranızda ortaya çıkacak ahvâlin de hükmü var.
O, hak ile bâtılı ayırdeden ölçüdür. O’nda herşey ciddîdir, gâyesiz bir kelâm yoktur. Kim akılsızlık edip, O’na inanmaz ve O’nunla amel etmezse, Allah onu helâk eder. Kim O’nun dışında hidâyet ararsa Allah onu saptırır.
O Allah’ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur. O, kendine uyan hevâları kaymaktan, kendisini (okuyan) dilleri karışıklıktan korur. Âlimler ona doyamazlar. Onun çokca tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez, O öyle bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar:
“Biz, hiç duyulmadık bir tilâvet dinledik. Bu doğruya götürmektedir, biz onun (Allah kelâmı olduğuna) inandık” (Cin 72/1). Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ecre mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adâletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur. Ey A’ver, bu güzel kelimeleri öğren.” (Tirmizî, S. Kur’ân/14 no: 2906 garip kaydıyla)
Ali İmran 3/103. âyetin işaret ettiği şey aslında dinde önceki toplumlar gibi tefrikaya düşmenin zararlarından ve sapıtmaktan kurtaracak olan şeyin Kur’an olduğudur.
Burada harika bir söz benzetmesi ile karşı karşıyayız. Tehlikede, çukurda, kuyuda, karanlığın derinliklerinde kalan birisini nasıl ki bir ipe, bir tutamağa, bir kulpa, sağlam bir şeye sımsıkı sarılmak kurtarırsa, Allah’ın ipi de mü’minleri öyle kurtarır. Kişi nasıl ki kendisini kurtaracak şeye gevşek tutunduğu zaman, o şey elinden kayıp gider ve düşerse, Kur’an’a gevşek sarılan da bâtıla, yanlışa, delâlete, hatalara, zararlara ve mutsuzluklara düşer. Sonunda cehennemin “ğayya kuyusuna” bile düşebilir.
Âyet tarihte olduğu gibi günümüzde de mü’minleri uyarmaya devam ediyor. Üzülerek söyleyelim ki günümüzde müslümanlar bu âyetin uyarısına hakkıyla uyduklarını söylemek zor…
Ayrı devletlerde veya siyasi otoriteler altında yaşamak, hak bir mezheple amel etmek, doğru yol üzere olan herhangi bir gruba, cemaate, meşrebe katılmak, onlarla bazı hizmetleri yapmak, ya da İslâmî hayatını güçlendirmek mümkündür. Hatta bunlar bazen de ihtiyaç olur.
Ancak bütün bunlar, yani insanlar tarafından meydana getirilen –adı ne olursa olsun- yapılar ve yapılanmalar, din gibi algılanırsa, kutsal sayılırsa, diğer yapılanmaları din dışı kabul edilirse; yanlış olan budur.
Bir başka yanlışlık bir gruba, cemmate, mezhebe veya tarikata sıkı sıkı bağlı olmayı kurtuluş sebebi saymaktıır. Ya da kendi bağlandığı yapının fırka-i nâciye (kurtulacak grup) saymaktır. Başkalarını İslâma, vahdete, İslâmı hakkıyla davet etme yerine, kendine veya kendi grubuna bağlanmaya davet etmektir. Kendi cemaatinin din algısını/yorumunu hak saymak, buna bağlı olarak grubunun görüşlerini, iddialarını Kur’an’a aykırı olsa bile hak zannetmektir.
Bu tutumlar İslâmın vahdet anlayışına uymaz. Kur’an mü’minlere dinde kardeş diyor. (Hucurât 49/10) Kur’an’ın bu hükmüne rağmen diğer müslümanlara hasım olmak, buğzetmek, dışlamak din kardeşliğine aykırıdır ve tefrika sebebidir. Tefrika ise inanç bütünlüğünü, mü’minler arasında olması gereken vahdeti anlayışını bozar.
Halbuki Kur’an müslümanların bırakın birbirlerine düşman veya hasım olmasını, aralarında çekişmeye bile izin vermiyor. (Bkz: Enfâl 8/46)
Bütün bu yanlış tavırların çaresi de Allah’ın ipine gereği gibi sımsıkı tutunmaktır. Allah (cc) müslümanlara Kur’an’a ve Peygamber’e itaat etmelerini, bir anlaşmazlık hâlinde onlara başvurmayı farz kılmıştır. (Nisâ 4/59)
‘I’tisam’ kelimesinin korunma manasından hareketle diyebiliriz ki âyet; “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, tututunun, tefrikaya düşmeyin” manasına geldiği gibi; “Kur’anla hata ve günahlardan, sapıklık ve gaflete düşmekten, haksızlık ve zulme sapmaktan, dinde tefrikaya düşmekten ve yanlış inanmaktan, kulluk görevlerini ihmal etmekten ve ölüm ve âhireti unutmaktan korunun” manasına da gelir.
Ebu Hureyre’nın rivâyet ettiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Allah (cc) sizden üç şeye razı olur, üç şeye de gazap eder. Razı oldukları: O’na ibadet etmeniz ve O’na hiç bir şeyi ortka koşmamanız, toptan Allah’ın ipine sarılmanız, Allah’ın işinize veli yaptığı (meşru yöneticiğe) karşı samimi olmanızdır. Gazap ettikleri: Kîlukâl (dedi kodu), malı telef etmek, çok soru sormak.” (Muvatta, H. Hulk no: 1808. Buhârî, Edebü’l-Müfred, no: 442. Bir benzeri: Müslim, Akdiye/5(10) no: 4481. Ayrıca bkz: Ahmed b. Hanbel, 2/327, 360, 367)
Hüseyin K. Ece