İnsan hayatı, tesadüfi ve rastlantılarla yürüyen bir süreç değildir. İnsanın niteliği, ruhi ve fikri yönüyle ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla insanın varlığı ve gelişimini, bu iki temel faktörün üzerine kurulması gerekiyor.
İnsanın kendini idraki:
İnsan; öncelikle kendi varlığını bilmek ve bu niteliğine uygun bir hayat yaşamak zorundadır. Burada, kişinin kendi aklı ve bilgisinin ötesinde bir “varlık gerçeği”nin farkına varmak durumundayız. Hiçbir hareket, kendi varlığını bilmeden ve özelliklerini kavramadan; kendisi için bir gelecek oluşturamaz. Bu hususu, her aklı başında insanın bilmesi ve ona göre hareket etmesi gerekiyor.
İnsanın kendi varlığını bildikten sonra, artık kendi akıl ve değerleri ile kendine uygun bir dünya görüşüne uygun bir şekilde yaşaması kalıyor. Artık, bu noktadan sonra; kişinin kendi geleceğini tayin etmesi önem taşıyor.
İnsan toplumları da, bu gerçek etrafında ortak değerleri birlikte belirlemek ve bu anlayış ile kendi kaderlerini oluşturmak durumundadırlar. Bu konu, tamamen hür ve insanın kendi tercihleri çerçevesinde oluşmaktadır. İlahi dinlerin tamamı, insanların kendilerini tanımak için, yaratıcıyı bilmeleri ve onun kendilerine yönelik hangi sorumluluk ve bilgi kaynakları ile hareket etmeleri gerektiğini söylemişlerdir.
Buna rağmen; insanın menfaatçi ve bencil karakteri; ruh ve aklını çalıştırmayarak, kendi heva ve hevesine uymasıyla, bu ilahi-beşeri birlikteliğin gerektiği gerçeğini unutarak, acımasız ve vahşi bir özelliğe ulaştığı görülmektedir.
İnsanı köleleştiren anlayışlar:
İnsan, tarih boyunca çeşitli krallar, yöneticiler ve siyasetçiler tarafından kendi inanç, akıl ve değerleri ile yaşaması, engellemeye çalışmışlardır. Buna karşılık, başta peygamberler olmak üzere, fikir, din ve sanat kahramanları da bu otoriter ve monark sistemlere karşı insanın kendi kaderini tayin edebileceği mesajını ileri sürmüşlerdir. İnsanlık tarihi, bu şekilde; bu anlamlı mücadeleye şahit olmuştur.
İlk dönemlerde, çeşitli otoriteler; insanları fiziki ve fiili müdahaleler ile kendi düşünce ve iktidarlarına bağlamak için çaba gösterirlerken; teknoloji ve bilginin ilerlemesi ile, insanların köleleştirilmesi, fikri, siyasi ve iktisadi doktrinler ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Yeni dönemde insanlar; kendi ruh ve akıl nimetiyle, kişi ve sistemlerin kendilerini bağımlı hale getirmek için ortaya konulan bu oyunu anlamak ve bu oyunlara kendilerini kurban ettirmemek zorundadırlar.
Modern dönem, maalesef; insanın temel varlığının inkarı üzerindeki bir felsefeye oturduğu için, toplumların sosyal özellik ve dayanakları ortadan kalkmıştır. Böylece, insanın kendisini ve diğer insanları anlayabilecek nosyonları kaybolmuştur. Bu durum, insanlığın yeniden kendini anlamaya çalışacağı bir dönemin geldiğini göstermektedir.
İnsanın ruh, fikir ve davranış birliği; birçoğumuzda farkında olmadan kaybolmakta ve hayata bakış dengesi kaybolmaktadır. Basit, ayırımcı ve dogmatik anlayış ve tutumlardan uzaklaşabilen insan, hayatı ve insanı daha iyi anlayacak, varlığındaki bu dengeyi hareket ettirerek sağlıklı bir karar sistemine ulaşabilecektir.
Bugün insanlığın kaldığı çeşitli sömürüler, rantlar ve yoksulluklar insanların bencil ve menfaatçi karakterinin ortaya çıkardığı problemlerdir. Son olarak yaşadığımız deprem de, bu tür basit, menfaatçi ve eşyayı-parayı putlaştıran insan tipinin ortaya koyduğu problemlerden bir diğer örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanı, gerçekten insan yapan dini, ahlaki ve geleneksel değerlerin şuurlu bir biçimde sahiplenilmeden, her türlü yanlış, yıkıcı ve bozguncu gelişmelere imkan hazırlamaktadır.
Prof. Dr. Sami Şener