İnsanın başıboş olduğuna dair bir inancı zihinlere zerk eden natüralist evrimin görüşleri, Müslümanların inanç dünyasına çok büyük zarar vermektedir. Çünkü tabiattaki her maddeyi başıboş bırakan bir Yaratıcı olduğu zannı oluşturuluyor. Bu durum, maddelerden oluşan insanı da, Yaratıcının başıboş bıraktığı zannını doğuruyor. Dolayısıyla Yaratıcıya inanılsa da, insanların nedenselliğe emanet edildiği varsayılıyor.
Bu sebepten dolayı natüralist Evrim ideolojisinin, Müslümanlar üzerindeki olumsuz yan etkileri, izah etmeye çalışacağım şekilde kalpleri sarsıcı bir hengame olarak karşımıza çıkıyor…
Evrim perspektifiyle sunulan modernizm dahil her şey, bazı Müslümanların kalbinde, uzak bir Allah inancını oluşturmaya sebep oluyor. Bu hasarı almış kalplerde, “Dua etmek yerine, sadece gerekeni yapmalıyım!” diye bir inanç oluşuyor. “Depremlerde ve Covid-19 hastalığından dolayı ölen kimseler, yalnızca insanların vurdum duymazlığından kaynaklı ihmallerin sonucudur” diye düşünmeye başlanıyor.
Bu kimselere göre Deprem, fay hatlarının hareket etmesiyle gerçekleşen tabiattaki bazı yasaların sonucudur. Bu kimselere göre Covid-19, yenmemesi gereken bir hayvanın yenilip, insanların ihmalleri sonucu dünyaya yayılan, aynı zamanda devamlı mutasyona uğrayan kendi halinde bir virüs diye bakılıyor. İnsanlığın işlediği günahlardan dolayı, hayata ilahi müdahale olan böyle bazı musibetlerin gelebileceği hususundaki bir inanç, yok sayılıyor.
Bu tür ilahi müdahalelerin olduğu kabul görmüyor. “Başa gelen sıkıntılardan dolayı hiç kimsenin kendisini muhasebe etmesine gerek yok” diye düşünülüyor. Yaratıcıdan kopuk bir hayat algısı ortaya çıkıyor. Böyle düşünen birine göre Yaratıcı, evrenin başlat düğmesine basıp, yasaların işleyişini başlatmıştır. Böyle bir zihne göre, maddeyi nedenselliğe emanet etmiş Yaratıcı, maddelerden oluşmuş insanı da hayatın nedenselliğine emanet etmiştir. Böyle bir kimse, her işini baştan sona sonuçlandıran en önemli nedensellik ilahı olarak sandığı aklını kutsar.
Aklıyla irade ettiğinde, fiillerini nedensellikle yaratanın Yaratıcı olduğu konusunda gafildir. Bu yüzden, kişisel hayatında en önemli nedensellik argümanı olarak gördüğü aklını, nedensellik ilahı zanneder.
Her işinde olduğu gibi vahyi anlayabilmek için de kişisel hayatında nedenselliğin ilahı zannettiği akılla sadece yol alır. Her işte olduğu gibi vahyi anlayabilme nedenselliğinin de yegane ilahının, Yaratıcı olduğu konusunda gafildir. Yaratıcının kendi vahyini, insanın aklına ve kalbine ulaştırabilme nedenselliğini dilediği gibi kurgulamada El-Ehad olduğu, hakkıyla kabul edilememiştir.
Vahyin içeriğindeki ilahi muradı ıskalamadan anlayıp, yaşayabilmek adına El-Ehadın kurguladığı bir nedensellik vardır. Bu nedensellikte yer alan ilim, hikmet ve ilahi rehberin (peygamberin) payı maalesef es geçiliyor.
“Enflasyon var, işsizlik var, bu yoklukta geçinemeyiz.” diyenlere kanıp aldanan biri, aslında Rabbimizin bize tayin ettiği rızkı koruyacak kadar bize yakın bir Rahman olduğu hakikatine güvenememektedir. Vahyi hakkıyla kavrayıp, yaşayabilmemiz için aklımızı ilahi murada göre eğitip, öğreten sünnet rızkının, bir rahmet olarak korunmuş olması hakikatine güvensizlikte böyledir.
Rasulullah’ın bizi eğitici ve öğretici muallimliğinin, Rahman’ın merhamet ve adaletiyle, kudret ve hikmetiyle günümüze kadar korunduğuna ikna olunmuyor. Çünkü Kuran-ı Kerim ile ilgili batıl yorumlara sapmamızı istemeyen, hak üzere bir yaşam sürmemizi sağlayacak olan Rabbimizin, şah damarımızdan daha yakın olduğu hakkıyla bilinmiyor. Tabiatı dilediği gibi yapan Allah (c.c), dini de benim mantığıma göre yapmaz. Vahyin hakkıyla anlaşılıp, yaşanmış hali sünnet ile bilginin kaynağı olan ilahi murada ulaşmak için akıl bir vasıta yapıldı. Yaratıcı bunu böyle murad etmiştir.
Rabbimiz, bizim çeşitli fikirlerden etkilenebilen zihin dünyamıza göre ilahi muradını belirlemek zorunda değildir. Kur’an’da geçen meleklerin Hz. Ademe secde etmesi, çeşitli hikmetli gerekçelerden dolayı şirk değildir. Kur’an-ı Kerim’de geçen, meleklere iş görebilmesi için yetki verildiği hakikati de bir şirk unsuru teşkil etmez. Allah’ın meleklerle ilgili dilediği gibi tasarrufta bulunması kabul görüyor. Lakin, ayetlerde geçtiği gibi peygamberimize (a.s) bazı yetkiler verildiği hususu dile getirilince ise buna şirk deniyor.
Allah (c.c) rahmetiyle, şah damarımızdan bize daha yakın ki, insanın salt aklına ve bozuk olabilecek inancına göre hüküm vermesini, tefsir yapmasını murad etmiyor. Bizden biri ve bize destek veren bir rahmet olan peygambere bu işi ilk olarak yaptırıyor ki, ardından gelenler onun yolundan gidebilsin… Allahın bu muradına teslimiyeti olmayan kişi, Rabbimizin böyle bir muradı olduğunu ayetlerde görse bile kabul edemiyor. “Benim inandığım Allah böyle yapmaz” diyor.
Oysa, Allah bizim kusurlu algılarımıza göre “karar” vermez. Çünkü karar vermek, her şeyi bilmeyen insanının aklıyla düşünerek yaptığı insani bir eylemdir. Rabbimiz her şeyi bildiği için insani bir akılla haşa düşünerek, karar vermez. Yüce ilmi ve yüce hikmetiyle muradını dilediği gibi gerçekleştirir. İnsan gibi düşünüp, karar vermeye ihtiyacı olmadan bunu yapar. Biz El-Alim’in bize bildirdiği ve bize öğrettiği kadarını bilebiliriz.
Sünnetin ilahi korumada olduğu gerçeği, dini belirlemede ve dinin nasıl yaşanacağı konusunda, aklımızın ve nefsimizin ilahlaştırılmadığı süre zarfında kabul edilebilir. Dinin belirlenmesinde ilahi irade olduğu gibi, dinin nasıl yaşanacağını gösteren sünnetin, korunması hadisesinde de aynı ilahi irade vardır. Bu ön kabul, bizi başıboş bırakmayan ve hikmetli iş yapan bir ilahı varsaymak ile mümkün olur.
Kur’an-ı Kerim’den beslenen Kelam alimleri, aklın bilgi kaynağına ulaşmada sadece vasıta olduğunu belirtir. Dolayısıyla akıl, bilginin kaynağı değildir, bilgiye ulaşma nedenselliğindeki bir sebeptir. Anladığımız üzere akıl, her şeyi bilen ve bilginin kaynağı olan bir ilah değildir. Gani ve Alim olan Allah’ın, insanoğlunun öğrenebilmesi için ortaya koyduğu kadar bilgiye ulaşabilmek adına akıl yalnızca bir vasıtadır.
Zihni bulandırılmış bir kimse, nedensellik ilahı diye zannettiği akılla, modernist bir düşünceye dayanarak, iman ve salih amellere dair sınırları, hataya düşmeden çizebileceğine inanır. Haddi aşmış olma ihtimaline karşın, Yaratıcı tarafından başına bela, musibet gelebileceği hususunda da korkuya kapılmaz. Çünkü bu kimsenin görüşüne göre, evrendeki kanunların işleyişi, kendisine ilahi iradeyle musibet verilmeyecek şekilde, olağan haliyle devam etmektedir.
Bu kimsenin zannına göre, Allah insanı evrendeki böyle bir nedenselliğe emanet etmiştir. Bundan dolayı, Kur’an-ı Kerim’i doğru anlayıp yaşaması hususunda, peygamberin kılavuzluğuna emanet edildiğini bir türlü kabul edemez.
Vahyi anlayıp, yaşamak için sadece bir vasıta olan aklı, kendisini güvenerek emanet ettiği nedenselliğin bir ilahı olarak görür. Modernist aklına ve bu aklın iradesine emanet edildiğini varsayar. Bu yüzden, dini yaşama hususunda akıl ve iradesinin yalnız olduğunu varsayarak, ilahi rahmet olan uyarıcı peygamberimiz (a. s) ile kendisi arasına mesafeler koymuştur. İmani, ahlaki ve ibadi konularda gevşeklik gösterebilmesi, sorunlar yaşaması buradan kaynaklanmaktadır.
Suat Altınbaşak