Bu sabah her zaman kalktığı vakitten çok daha erken kalkmıştı. İçinde onu huzursuz eden bir his vardı. Abdest almıştı, lakin elini yüzünü bir kez daha yıkama arzusu oluştu; gitti, arzusunu yerine getirdi. Yere serili seccadede bağdaş kurarak oturdu. Delikanlı ile aralarında geçen konuşmaları tefekkür etti. Bu hali devam ederken dışarıdan saba makamında okunan ve insana müthiş bir huzur veren ezan sesini duydu. İstemsizce evin balkonuna çıktı. Ezanı ve içeriğini iliklerine kadar duymak istiyordu sanki. Eşini uyandırdı. Üstünü değiştirdi. Evin yakınındaki camide sabah namazını eda etti. Cami avlusunda o sabah gelenlerle ayak üstü havadan sudan, evlatlardan, ülkenin ahvalinden meseleler üzerine sonuç getirmeyecek ama konuşanları rahatlatacak bir muhabbet yaptılar.
Oradan ayrıldı. Yolda günün her saati açık fırından dumanı üstünde bir ekmek ve iki gevrek simit aldı. Dayanamayıp simitlerden birinin bir tarafını koparıp ağzına attı. Tatlı bir keyif aldı. Eve gelmişti. Eşinin uyumuş olabileceğini düşünerek kapıyı kendi anahtarı ile usulca açtı. Ekmek ve simitleri mutfakta tezgâhın üstüne bıraktı. Pijamalarını giydi. Kitaplığa doğru gitti ve raftan Sedat Umran’ın Gittin Taş Atarak Denizlerime kitabını aldı, balkona çıktı. Orada şiirin dehlizlerinde dolaşmaya başladı.
‘’ Ben ne zaman bir gül koklasam
Elindeki gül daha çok gül olur
Dolarsın gözlerime
Toz pembe bir düş gibi’’
Eşinin sesini işitti. Toparlandı. Üzerindeki pikeyi fark etti. Şiirin içinde uyumuştu anlaşılan. Kahvaltı hazırmış. Kalktı. Elini, yüzünü yıkadı. Sofraya geldi. Eşinin alnına bir sevgi, hürmet, teşekkür ve minnettarlık busesi kondurdu. Muhabbetle birbirlerine baktılar. Maveraya doğru bir aşk merdiveni yükseldi.
Kahvaltı bitmişti, yapılacaklar listesi hazırlandı. Adam, erkenden hepsini halletti. Evde dinlendi biraz. Saate baktı, dışarı çıkma vaktinin geldiğini düşündü. Hazırlandı. Yanına sabah okumaya başladığı şiir kitabını aldı. Eşi, bu kez mevsim meyvelerinden birkaç tane bırakmıştı bir poşete. Meşhur gençle buluşulacağını biliyordu.
Adam ‘Şiir Ağacı’nın yanına gelmiş, elindeki kitaptan ‘Yakınında’ şiirini sesli okumaya başlamıştı.
‘’Düşüncelerimin yumağını verdim sana
Çöz beni;
Dolaşıklığım senin yüzünden
İsterim bilmeni! ..
Tutsağım, sımsıkı tutmuşsun avcunda
Bir çığ gibi büyüsem de yüzyıllara
Uzayan bir çizgiyim paralelinde
Beni ne bir kimseye sor ne de ara!.. ‘’
Delikanlı da gelmiş, adamın okuyuşunu bozmamak için usulca yanına oturmuştu. Şiir bitince birbirlerine bakıp gülümsediler. Hoşbeşten sonra genç adam, dün anlatılanları özetledi kendisine, nerede kalmıştık, sorusu sorulmadan. Derin bir nefes alarak ve keyifle başladı adam:
Üniversiteli olmuştum. Ailemin, çevremdekilerin bakışının değiştiğini bariz bir biçimde görüyor ve hissediyordum. Kayıt için gittiğimde şehrin büyüklüğü karşısında ürpermiştim. Kısa sürede kayıt işlemlerini tamamlayıp memlekete döndüm. Birkaç hafta sonra okullar açılacaktı. Bu sürede benden önce üniversiteyi kazanmış ve orada bir düzen kurmuş arkadaşlarla konuşup yurt çıkmadığı taktirde kalacak yer ile ilgili sorunu halletmeye çalıştım. Yurt çıkmadı. Birlikte kalacağım arkadaşlarla bir şekilde iletişim kurdum. Barınma sorunu büyük ölçüde hallolmuştu. Ev arkadaşlarımla çabucak kaynaştım. İlk günler yurtlardaki sıkıntılardan ötürü ev çok kalabalıktı. Sonra birer ikişer ayrıldılar yurtlara yerleşenler. Ev ahalisi olanlar kaldı
Üniversiteli olmanın keyfi ve heyecanı içinde yolculuğumun nereye gideceğini ve dönüşümünü ben de merak ediyordum. Orda daha kayıt zamanında bir aksiyon adamıyla tanıştım. Yunus. Dört yılda bölümünün ancak ikinci sınıfına gelebilmiş, hareketli, sevimli, akıllı biri. Necip Fazıl’ın:
‘’Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş;
Sayıları silmiş. BİR’e yönelmiş…
Bizim Yunus,
Bizim Yunus…‘’ şiirindeki Yunus gelir aklıma onu andıkça. Aynı zamanda Yaşar Kaplan’ın ‘’Sıfırüç Depremleri’’ romanındaki ‘Kurban’ karakteri canlanır zihnimde. Fedakârlıkları ve gençliğe sahip çıkma konusundaki gayretleri, dikkat ve rikkati takdire şayan bir örnek olarak durur. Yunus’u yakından tanımak istersen bahsettiğim romanı okumalısın delikanlı. Genç adam romanın ismini not aldı.
Aileme karşı mahcup olmamak için okula düzenli gidiyor, derslerimi takip ediyordum. Sonuçta onların benden üniversiteyi zamanında bitirmem konusunda beklentileri vardı. Üstelik hangi şartlarda beni okutmaya çalıştıklarını biliyordum. Bu farkındalıkla çalışıyordum. Bir de onlara ekonomik anlamda destek olmak için ben de her yaz bir iş bulup çalışıyordum, ailem pek istemese de. Üniversite insana okuduğu bölüm ile ilgili bir donanımın yanında hayata ait çok şey öğretiyor. Pazar alışverişi, yemek yapmak gibi ev işlerini de öğreniyor insan. En önemli kazanç ise uygun bir arkadaş ortamı olursa ders kitapları dışında muazzam bir kitap dünyasına girmektir. Ben böyle bir arkadaş ortamı bulmuştum. Okumayı çok seven bir ev arkadaşı grubunun içine girmiştim. İsmail, İbrahim, İlhami… hepsi birer kitap kurdu gibiydi gözümde. İsmini ilk kez duyduğum yazarlarla onlar vesilesi ile tanıştım. İsmet Özel, İtalo Calvino, Knut Hamsun, Kemal Tahir, Murathan Mungan, Attila İlhan, Hilmi Yavuz ve Cemil Meriç ile diğerleri…
Özellikle cuma ve cumartesi akşamları kitaplarla en çok içli dışlı olduğumuz zamanlardı. Bazen salonda birlikte bazen de herkes kendi odasında okuma denizinin dalgalarına kendimizi kaptırıyorduk sabahın ilk saatlerine kadar. İlhami Büyükbaş’ın aldığı auto reverse özellikli kasetçalarda dönüp duran Zamfir’in Flüt Konçertosu ya da Yedi Karanfil enstrümantal müzikleri eşliğinde yapılan okumaların verdiği keyfi anlatmaya kelimelerim kifayetsiz kalır. Bu kitap okuma seanslarına zaman zaman İsmail Karakurt’un yazdığı ya da birinin okuyup beğendiği bir şiiri, bir kitaptan bir paragrafı oturup değerlendirdiğimiz vakitler; bizi özellikle de beni hem fikri açıdan hem de edebi yönden geliştiriyordu. Özellikle İbrahim Atıcı abinin değerlendirmeleri bana yeni ufuklar açıyordu. Kitap değerlendirme becerim gelişiyordu. Farklı fikirlere sahip yazarların eserlerinden daha fazla yaralanmaya başlamıştım. ‘’Hikmet, mü’minin yitiğidir, onu nerede bulursa alır.’’ hadisinin yansımasını yaşıyordum adeta. Okudukça cehaletim artıyordu. İmamı Azam Ebu Hanife’nin sonradan öğrendiğim ve çok beğendiğim ‘‘Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe ererdi.‘’ sözünü bana söylenmiş gibi algıladım.
Üniversitede beni ve belki benim gibi pek çok kişiyi geliştiren bir diğer ortam da kitabevleriydi. Sık sık uğradığımız, kitapları incelediğimiz, bazı kitapları bölüm bölüm okuduğumuz, bazen de yazarlarla karşılaştığımız büyülü mekânlardı buralar. Orada yeni çıkan kitaplar hatta çıkması beklenenler üzerine koyu sohbetler yapılırdı.
Bu yıllarımda bir de ‘özgün müzik’ kavramıyla tanıştım. Ahmet Kaya’nın ‘Şafak Türküsü’ adlı çalışması ailelerinden uzakta okuyan bizler için yazılmamış olsa da en çok bizleri etkilemişti. Bir de yasaklı müzikler vardı. Dışı Emel Sayın içi Şivan Perwer ya da başkalarına ait eserlerin yer aldığı kasetler öğrenci evlerinde çokça bulunurdu. Pek çok arkadaşımız Perwer’in söylediklerini anlamasa da ‘Halepçe’ adlı ağıtını dinlerken yeryüzündeki tüm zalimlere öfkelerini dile getirirlerdi. Müzik de bir okuma şekli midir? Ya da müzik dinlemek de okumaya dahil midir?
Delikanlı, bu soruları düşüneceğini söyledi. Üniversitede okumanın hem ekonomik hem siyasi açıdan zor olduğu yıllardı benim okuduğum dönem. Tartışma ve kavgalar eksik olmazdı. Ancak özellikle tartışmalar bizim daha çok okumamız gerektiğini çok net bir şekilde gösteriyordu. Sahip olduğumuz fikirleri ve karşı düşünceleri öğrenmek için okumalıydık. Çünkü düşüncelerimizi bir kaynağa dayandırmak son derece önemliydi. Kaynak göstermediğimiz fikirlerimizin kabul görmeyeceğine inanıyorduk. Bu, bence böyle olmalı; şeklindeki ifadeleri kullanmaktan kaçınırdık. Fikri açıdan ayakta durmak oldukça zordu ama bu uğurda çabalamak insanı çok geliştiriyordu. İşte bu ‘Zor Zamanda Konuşmak’ İsmet Özel’e nasip olmuşken onu okumak da benim payıma düşendi.
Üniversite yıllarım, verimli geçtiğine inandığım ve anılarımın en müstesna köşesinde yer alan yıllardır. Hem branşımla ilgili güzel bir eğitim almıştım hem de hayata dair önemli deneyimlere sahip olmuştum. Klasik olacak belki ama bu süreçte iki üniversite okumuş gibi oldum. Asıl kazanımlarımın da branş dışında öğrendiklerim, yaşadıklarımdır diyebilirim.
Bu günlük bu kadar, diyerek delikanlıdan müsaade istedi. Akşam misafirlerinin olduğunu biraz alışveriş yapması gerektiğini belirterek kalktı. Sağlıkla görüşmek temennisiyle vedalaşıp ayrıldılar.
EYYUP YÜKSEL
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-