Kimlik, insan ve toplumu tarif eden ve onların farklı özelliklerini ortaya koyan bir ahlak ve düşünce yapısıdır.
İnsan ve toplumların dil, kültür ve coğrafya bakımından farklı özelliklere
sahip olduğunu biliyoruz. Genelde toplumlara karakterini kazandıran
özelliklerin coğrafi, etnik ve dil farklılıkları olduğu sosyoloji ilmi içinde
anlatılır. Fakat bu bakış, toplumlar üzerinde dinin etkisini dışarıda bırakması
itibariyle, eksik bir açıklama olmaktadır.
Tarihi süreç içinde dinlerin, hayatın her yönüne yönelik kural ve sistemler getirdiğini dünya tarihindeki çeşitli örneklerden anlıyoruz. Fakat, batı’daki Kilise’nin dini, siyasi ve iktisadi menfaatler içinde kullanmasıyla birlikte, dinin saygınlığı ve etkinliği kalktı. Batı bilgi ve sistemleri de, Rönesans’dan beri “din dışı” bir gelişme içine girerek, kimliğin de dini olmayan kaynaklar çerçevesinde açıklamasıhı yaptı.
Yaşadığımız dünyada ortaya çıkan sosyal düşünce, aynı coğrafya, dil ve etnik özelliğe sahip
olmakla bir kimlik oluşturduğu anlayışına dayanmaktadır. Halbuki kimliğin asıl
kaynakları; duygu, inanç, düşünce ve ahlaki değerlerdir.
Bu durum, dini ve ahlaki değerlerin, daha önce kimliği oluşturduğu söylenen fiziki, biyolojik ve linguistik faktörlerin etkisinin üzerine çıkan bir faktör olduğu gerçeğine işaret etmektedir. Bilineceği gibi, yukarıda belirttiğim maddi ve biyolojik faktörler; tamamen kimliğin görünen ve maddi yanıyla ilgili hususlardır ve kimliğin özünü teşkil edebilecek özellikleri yoktur.
Aslında, buna benzer bir gerçek de siyasi ideolojilerin varlığında kendisini
göstermektedir. Günümüzde siyasi ve iktisadi doktrinler, hem batı ve hem de
doğu dünyasında coğrafya, etnisite ve dil benzerliklerine rağmen, toplum
gruplarını birbirinde ayrı dünyalarda yaşamaya mecbur ediyor. Yani,
birleştirici ve bütünleştirici olmak yerine, aynı tabii özelliklere sahip
kitleleri bile birbirinden ayırıp,
birbirine hasım haline getiriyor.
Bu tarz kimliğin, kültür, hukuk, ahlak gibi toplumları bir araya getirebilme, birbirleriyle kaynaştırabilme özelliklerine sahip olmadığını görüyoruz. Tarihi süreç içerisinde batı ve doğu toplumlarında sınıf farkı, bizim bu değerlendirmemizi haklı çıkarmaktadır. Tek kelime ile kimlik; birçok toplumda siyasi-iktisadi alanların dışında sosyal hayatta belirleyici faktörler olamamıştır.
Burada belirtilmesi gereken gerçek, ideolojilerin ve çoğu dinlerin; başka din
ve düşüncelere hayat hakkı tanımamasına karşılık; İslam dininin, başka
kimliklere hayat hakkı tanıması yanında, dini kültür ve yaşama tarzı itibariyle
kendine has bir kimlik oluşturabildiğidir. Bu kimlik; birbirinden farklı,
dilleri, kültürleri ve coğrafyadan gelmiş insanlar tek bir ideal ve davranış
içine sokabilmiştir.
Bu kimlik, “iman” denilen inanç kültürüyle gerçekleşen bir kimlik olduğundan,
insanın varlık sebebi, yaşama kültürü ve haklar sistemini de
gerçekleştirdiğinden, güçlü bir temele sahiptir. Böylece batı kaynaklı coğrafya, etnisite ve
dil farklılığının oluşturduğu kimlik türüne zıt; aynı inanç sahibi olan kişi ve
grupları ortak hedeflere yöneltebilmektedir. İslam toplumlarındaki kardeşlik,
batı ve diğer toplumlardaki kardeşlik kavramından farklı; canlı bir şekilde
yaşanan ve etkili bir sistemi ortaya koyan değerlere sahiptir.
Bu olay, dün olduğu gibi, bugün de dünyanın herhangi bölgesinde karşı karşıya
gelen iki müslümanı birbiriyle hemen kaynaştırmakta ve dostane ilişkilere
yöneltmekte ve böylece sadece yerel değil, uluslararası bir niteliğe ve
etkinliğe sahip olmaktadır. Ama, bu olayın farkına varabilmek şartıyla..
Bu manzara, ilim adamlarının toplumları yeniden değerlendirmeye götürmeye ve
klasik batılı kimlik tanımının mevcut sosyal yapıları açıklamaya kafi
gelmediğini anlamaya yöneltmelidir.
Yaklaşık 200 yıldır, batı ilminin kendi bakış ve anlayışı ile farklı insan toplumlarını kendi anlayış ve tecrübesiyle ele almış olmasının getirdiği eksiklik ve problemleri bilmek ve bu bilgileri yegane doğru olarak görmenin problemler oluşturduğunu anlamak gerekiyor. Bu yanlış bakış ve değerlendiriş hatasından dönülmedikçe, gerçek bir sosyal ilim perspektifinin de oluşamadığını bilmek durumundayız.
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi