İnsan ne devletin ve ne de toplumun esiri olamaz. İnsan, ancak hakikatin ve değerlerin kabulüyle yüce gerçeklerin istikametinde hareket eder
İnsanın yeri ve önemi
İnsan, varlıkların en mükemmeli olması dolayısıyla asırlardan beri din, felsefe ve ideolojilerin muhatabı olmuştur. Bu muhataplık, onun bazan herşeyin sebebi ve ölçüsü; bazan da sistem ve ideolojilerin bir aleti haline gelmesine yol açmıştır. Ama, bilinmeyen bir şey var ki; insan, ilahi dinlerin dışında, diğer sistem ve felsefelerin gözünde sadece bir nesne seviyesinde kalmıştır.
Halen de bu yaklaşım ve bakış devam ediyor. Sosyalist ve Komünist sistemler insanı kendi kontrol ve komutasına almaya çalışırken, Liberalizm ve Kapitalizm, bütün varlık ve çabalarını insandan yana koymakta ve onu yüceltmeye çalışmaktadırlar.
Sadece ilahi dinler, insanı dengede tutarak onun hür iradesine imkan tanırken, aynı zamanda herşeyin belirleyicisi olmadığını ona hatırlatmaktadır.
Dinlerin, insanı ne eşya ve ne de tanrılaştırma seviyesinde görmemesi; devletçi ve ferdiyetçi doktrinlerin eleştirine uğramaktadır. Fakat her iki doktrinin, insanı sadece kullanmak ve istismar etmek için yücelttiği gözlerden kaçmamaktadır.
Sistem ve ideolojilerin tek yanlılığı
Demokrasi ve Sosyalist-devletçi sistemlerde insan, ya piyasanın veya devletin nesnesi haline getirilmiş ve onun eşsiz varlığını muhafaza ve huzurlu bir hayatı hakettiği dikkate alınmamıştır. Çünkü; her iki sistemde de, insanın kendi geleceğini belirleme hakkı ona verilmemiştir.
Hukuki, iktisadi veya siyasi sistemlere baktığımızda; bu sistemlerde de insan, bir araç ve edilgen bir varlık olarak dikkate alınmaktadır. İnsan düşüncesinin mahsulü olan sistemler; insanın zevki, yaşama tarzı ve değeri hakkında, “hazır reçeteler” üretmiş ve fakat, onun huzur ve gelecek mutluluğunu dikkate almamışlardır.
Liberal ve devletçi sistemler, hazırladıkları “yaşama şablonu” içerisine insanın hür ve değerli olduğunu iddia etmektedirler. Ama bu şablon’ların insanın ruh ve sosyal dünyasına cevap verip veremeyeceği ile ilgilenilmemektedir. Hatta, insan aklından kaynaklanan bu doktrin ve felsefeler, insanlığın çok yönlü sosyal ve ahlaki problemlerini de dikkate almamaktadırlar. Çünkü her iki sistem de, insanı; eşyayı kullandıkları mantıkla düzenlemeyi düşünmektedirler. Bu yüzden, birbirlerinden farklı olduğunu söyleyen iki doktrin de, temelde materyalist bakış içinde hareket etmektedir.
Günümüz demokratik ve sosyalist sistemleri, insanı; devlete, bir diğer ifade ile ideolojilere feda etmektedir. Siyaset, teknokrasi ve medya yoluyla insan ve toplum her gün “yeniden şekillenmekte” ve biçimlendirilmektedir. Çünkü; değişmeyen değerlerle insanı yönlendirmek yerine, onu avutmak ve temel hakikatlerden uzaklaştırmayı hedeflemektedirler.
İslam, ileri bir anlayış getiriyor
Halbuki, geri ve çağdışı kabul ettikleri İslam hukuku, toplumu ilgilendiren her konunun dini değer ve ahlak ile hayatını sürdüren “halkın onayına” sunulması gerektiğini şart koşmaktadır. Modern demokrasilerin bile lafını edip, bir türlü gerçekleştiremedikleri bu gerçeğin sebebi ne olabilir?, düşünülmesi gerekir.
Bu gerçek, insanın yeryüzündeki gayesi ve rolü ile ilgilidir. O da, insanın Allahın halifesi/vekili olduğu gerçeğinin henüz anlaşılamamasıdır. Buradaki vekillik rolü; bir yandan insanın iradesini kullanabilme hürriyetinin yanı sıra, ilahi değer ve kuralları yaşayarak adil bir ahlaki ve hukuki sorumluluklarla hayatı düzenlemeyi hedeflemektedir.
İnsanlık; sistemlerin, felsefelerin ve ideolojilerin baskısı ve kandırmasından, İlahi bilgi ve mesajın kendisi için sağladığı medeni ve gerçek dünyayı ne zaman anlayacak ?.. Asıl cevaplanması gereken soru bu.
Prof. Dr. Sami ŞENER