Beşir İslamoğlu’nun kaleme aldığı “İnsanı Köleleştirmek En Ağır Suçtur” yazısını siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz…
Türkçede “köle” olarak adlandırılan insanlar, Kur’an’da; Rikab (2/177), rakabe (4/92), abd (2/178), emet (2/221), meleket (4/36) gibi isimlerle adlandırılmaktadır.
Sosyal bir statü olan köleliğin tarihi erken çağlara dayanmaktadır. Eski Mısır, Yunan, Roma ve Ortadoğu başta olmak üzere pek çok bölgede kölelik hüküm sürmekteydi. Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında da genişçe yer alırdı. Eski Yunan ve Roma’da kölelik öylesine kanıksanmıştı ki Aristo bile, köleliği, “ruh yüceliğine” sahip olmayanlar için gerekli görmekteydi.
Kölelik çeşitli yollarla elde edilirdi; savaşlarda esir alınarak, korsanlık vb. yollarla kaçırılarak veya yabancı (barbar) ülkelerden getirilerek, işlemiş oldukları suçlara karşılık rehin alınarak, borçlunun, borcuna karşılık alacaklısını köle edinerek, babaları veya yakınları tarafından ekonomik sıkıntılardan dolayı çocuklarını satarak, ebeveyni tarafından terkedilmiş çocukları büyütüp besleyerek köleleştirilirdi. Ayrıca, kölelerden doğan çocuklar da otomatik olarak köle statüsünde yerlerini alırdı.
Kur’an’ın indiği sıralarda Arap yarımadasında ve Mekke’de de kölelik yaygındı; köleler, hürlerle arası kesin çizgilerle ayrılmış alt bir sosyal sınıfa sahipti. Efendinin kölesi üzerindeki mülkiyet hakkı, kendisine mutlak tasarruf yetkisi veriyordu. Para kazanmak için, gerektiğinde cariyesini fuhşa zorlayabilirdi.
Kur’an, kölelik statüsünü insanlığa aykırı bir statü olarak kabul ettiğinden, çeşitli yollarla kaldırılmasını istedi. Öncelikle, devlet gelirlerinin belirli bir bölümünü, kölelerin azat edilmesine ayrılmasını kararlaştırdı. (9/60) Ayrıca, yanlışlıkla bir insanı öldürme (4/92), bilinçli olarak yeminlerini bozma (5/89) ve hanımlarına zıhar yapıp sonra kararlarından dönme (58/3) durumlarında da “kefaret” olarak köle azat edilmesi istenmiştir.
Diğer taraftan, Kur’an’da, köle ve cariyelerle evlenmek teşvik edilmiştir. “İçinizden bekarları, köleleriniz ve cariyelerinizden salih olanları evlendiriniz. Eğer onlar yoksul iseler Allah onları lütfu ile yoksulluktan kurtaracaktır. (24/32, 221)
Nebi as, savaş esiri olarak Mariye adlı kadınla nikahlanıp evlendiği rivayet edilmektedir. Esir kadın (cariye), “ümmüveled” (çocuk annesi) olduğunda, otomatik olarak cariyelikten çıkarak hürriyetini garanti etmiş olur.
Evet, Kur’an (İlahi talimat), insanın, insanı köleleştirmesine karşı çıkarak, geçmişte edinen köleleri azat etmeyi, “sarp bir yokuş” (zor bir iş) olsa da başarılmasını istemektedir. (90/10-14) Yani, hiçbir insan, sebepsiz yere bir başka insanı köleleştirmemeli, mevcut köleleri de hak ve adaleti esas alarak özgürleştirmeye çalışmalıdır. Özgürleştirmeye gücü yetmeyenlerin, en azından aç ve açıkta kalmamaları için yardım elini uzatmaları istenmiştir.
Yine Kur’an, kölelere karşı iyi davranmanın hukuki bir sorumluluk olduğunu (4/36), boyunduruk altında bulunanları (köle ile esirleri) özgürlüklerine kavuşturmak için, malını harcayarak yardım etmenin büyük bir iyilik/erdemlilik olduğunu belirtir. (2/177) Nebi as da bu gibi ayetlere uyarak, bizzat kendisi köle azat ettiği gibi, azat etmeyi tavsiye etmiştir.
Kur’an, sadece savaş esirleri anlamında köleliği kabul eder. Savaş esirleri dışında kalan geçmişteki köle edinme yollarını kabul etmez. Savaş esirleri konusunda “ya bağışlayarak karşılıksız, ya da fidye karşılığında serbest bırakın” (47/4) denilmektedir. Fidye karşılığında “esir mübadelesi” de yapılabilir. Her ne kadar karşılıksız bırakmak insani bir yol ise de karşıdaki düşmanın güçlenmemesi için bir süre (anlaşma yapılıncaya kadar) esir olarak tutulabilir; ancak ne öldürülür, ne de “köle” muamelesi yapılır.
Evet, İslam, savaş esirlerini/köleleri “mal/eşya” olarak kabul etmeyip, “şahıs/insan” olarak kabul eder. Dolayısıyla, savaş esirlerini, hem inanç ve ibadetlerinde ve hem de mali yönden hür insanlarla eşit seviyede kabul eder. Hiçbir şekilde nikah dışı evliliklere izin vermez; lakin gelin görün ki hem Müslüman, hem de diğer toplumlarda esir/köleler, “yarı insan” kabul edilerek, alınıp satılabilen “mal/eşya” muamelesi görmüştür. Hür insanlardan farklı bir statüde, hem fiili ehliyetlerinden hem de hak ehliyetlerinden mahrum bırakılmıştır.
Müslüman geleneğinde oluşan esir/köle hukuku, Kur’an ilkeleri çerçevesinde ele alındığında, oldukça problemli görülmektedir. Gelenekte, köle, mülkiyet ve miras hakkına sahip değildir. Hanefiler, “kölenin hukuki işlem ehliyeti var” demişlerse de uygulamada “ehliyetleri yoktur” diyenlerin fetvaları geçerli olmuştur. Hukuki yönden ehliyet sahibi olmadıkları için, ancak efendisinin rızasıyla evlenebilmişlerdir. Kısası gerektiren suçlarda, bir köleyi öldüren hür kişi, -hür ile köle arasında eşitlik olmadığı için- kısas edilmez; ancak Hanefilere göre köleyi öldüren hür kimse de kısas cezasıyla cezalandırılır.
Tarih boyunca esir veya köle ticareti, önemli bir sektör olarak hayatiyetini sürdürmüştür. Köle ticaretinin en önemli merkezleri başta İstanbul olmak üzere Bağdat, Medine, Şam, Halep, Kahire, Erzurum, Konya, Avrupa’da ise Belgrad ve Sofya idi. Bu ticarette özellikle Afrikalı köleler başta geliyordu. Öteden beri Kızıldeniz ticaret yolunda çeşitli değerli mallar yanında zenci köle ticareti de yapılırdı. Bu esirlerin kaynağı ise Sudan ve Habeşistan’dı.
Osmanlılarda savaş esirlerinin yanı sıra, savaş olmaksızın başta Afrika ve Kafkaslar olmak üzere farklı coğrafyalardan insanlar getirilerek esir pazarlarında satılarak köleleştirilirdi. İstanbul’da esir hanı denilen yerlerde “esir pazarları” vardı. Esirler buralarda satılırdı. Savaş esirleri azalınca, dışarıdan getirilen kölelerle köle ticareti devam ettirilirdi. Osmanlı sarayına girmeleri için bizzat ana babaları tarafından satılan Gürcü ve Çerkez kızları çocuk yaşlarda esir pazarına getirilirdi.
Bütün dünyada kölelerin hayat şartlarının son derece elverişsiz olduğu ve bu durumun zaman zaman büyük sosyal çalkantılara sebep olduğu bilinmektedir. Köleler, efendilerinin keyfine ve sınırsız hakimiyetine tabi idi. Efendinin, cariyesini yatağına alma (odalık) doğal hakkı kabul edilirken, cariyenin de vazifesi olarak kabul edilirdi. Roma ve diğer bazı bölgelerde köleler arasında bile evliliğe izin verilmezken, serbest cinsi hayat yaşamalarına göz yumuluyordu. Köleler azat edilse dahi, toplumda hür olanlardan farklı bir sosyal ve hukuki statüye sahip olmak zorunda bırakılmışlardı.
Kur’an indiği yıllarda köleliği adeta kucağında bulmuş; ancak ilk yıllardan itibaren, bu insanlık dışı statünün kaldırılmasına yönelik ciddi adımlar atılmıştır. Avrupa’da, insan hakları ve uluslararası hukuk normları ortaya çıkınca, 18. yüzyılın sonlarından itibaren köleliğin kaldırılma aşamasına girdiği görülmektedir; ancak Avrupa’da köleliğin bütünüyle tasfiyesi 19. yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. 1950’de imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve tamamlayıcı protokollerinde garanti edilen haklar arasında köle halinde bulundurulmama hakkı da vardır.
ABD’de kölelik, ancak köleliğe karşı olan Kuzey devletlerinin galip geldiği iç savaş (1861-1864) sonrasında yasaklanmışsa da zencilerin önemli bir kısmı halen köle muamelesi görmeye devam etmektedir.
Osmanlı Devleti’nde köleliğin yasaklanması yolundaki ilk teşebbüs 1847’de İstanbul köle pazarının kapatılmasıyla başlar. Pazarın kapatılması köle alım satımını bütünüyle önlemediyse de buna bir darbe vurduğu inkâr edilemez. Bunu 1857’de Hicaz bölgesi hariç zenci köle ticaretinin yasaklanması izledi. Osmanlı Devleti 1890’da zenci esirlerin ticaretini yasaklayan Brüksel Sözleşmesi’ni imzaladı. Daha çok Kafkasya bölgesinden yapılmakta olan beyaz köle ticaretinin yasaklanması ise II. Meşrutiyet’ten sonra gerçekleşti (1909). İran’da kölelik 1906 anayasasıyla yasaklandı. Diğer İslâm ülkelerinde köleliğin bütünüyle ortadan kaldırılışı XX. yüzyılın ortalarına kadar tamamlandı. (Kay. İsl. Ansk.)
Bütün dünyada kölelik kanunlarla kaldırılmış olsa da “modern kölelik” olarak nitelendirilen kölelik uygulamada devam etmektedir. Eski köleliğin ağır şartları yaşanmamış olsa da halen insanların Avrupa’daki Nazi kampları gibi -Çin’in Doğu Türkistan kampı, Afrika ve Amerika’daki esir ve Mülteci Kampları- kamplarda tutulmuş olmaları, çalıştırılan insanlara haklarının tam olarak verilmemesi, güçsüzlerin haklarının zorla ellerinden alınması, kadınların ticaret maksadıyla reklam aracı olarak kullanılması ve “gayrı insani” işlerde çalıştırılması vs. köleliğin modern çağda devam ettiğini göstermektedir.
Özetle belirtmek isterim ki tüm insanların, köleliği bütünüyle sonlandırılmak için gayret göstermeleri zorunludur. Allah’ın özgürce yarattığı insanı, hiç kimsenin köleleştirmeye hakkı yoktur. Bu, en büyük insanlık suçudur; binaenaleyh en ağır ceza verilmelidir. Çaresiz kalmış insanları kamplarda tutmak ve köleleştirmek yerine, onlara iş imkanı sağlayarak şerefleriyle hayatlarını sürdürmelerine yardımcı olmak zorundayız. Çaresiz kalan erkekler güvenlik, askerlik, tarım, sanayi, inşaat, çobanlık gibi işlerde, kadınların da ev ve iş yerlerinde hizmetçi, bakıcı gibi işlerde -haklarını tam vererek- namuslarıyla çalışmalarına ortam hazırlamak takdirle karşılanması gerekir. Kendini “insan” olarak gören herkesin, Allah’ın her kulunu kendisi gibi görmesi ve hiçbir şekilde haksızlığa uğramasına fırsat vermemesi en temel vazifesi olmalıdır.
https://www.hikmetakademisi.com/Article/314-insani-kolelestirmek-en-agir-suctur-