Rabbimiz “asr”a, akıp giden ve yeniden, bir daha yakalanamayacak olan zamana yemin ederek vaktin (ömrün) kıymetini bilemeyen insanın gerçek bir “hüsran” (ziyan) içinde olduğunu/olacağını beyan eder:
“Asra andolsun ki, gerçekten insan(lık) hüsran (zarar, ziyan) içindedir. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler ve birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.” (Asr Suresi 103/1-3)
İnsan, adı anılmaya değer bir varlık değilken, başı-sonu belli olmayan sınırsız zamanın (“dehr”) belirli bir bölümünün (“hîn”) geçmesiyle (İnsan 76/1) ‘insan’ diye anılıp yeryüzünde ömür sürmeye başladı.
Alemlerin Rabbi, sûrenin başında asra yemin ederek insanın hüsranının be-tahsis zaman konusunda olduğuna ve olacağına dikkatimizi çekti. Asrın bir manası da ikindi vaktidir ve ikindi (özellikle asr-ı sânî) günün âhirini işaret eder. Ahir zamanı yaşayan insanlık da bir tür ikindi vaktinde yani ahirete en yakın zaman dilimindedir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a) de gelmiş ve üzerinden on dört asırdan fazla zaman geçmiştir. İnsanlık kıyamete doğru hızla ilerlerken her birimiz de sayılı nefeslerimizi tüketmekte; küçük kıyametimize, ömrümüzün sonuna hızla yaklaşmaktayız: ölüm belki yarın, belki birkaç nefes sonra!
“Asr” kelimesi bana hep bir şiiri ve bir olayı hatırlatır: Şiir, Yavuz Sultan Selim için yazılan bir mısra: “Şems-i asr idi; asırda şemsin zılli memdûd olur, zamanı kasîr.” (Asrın güneşi idi; ikindi vaktinde güneşin gölgesi uzun olur, zamanı kısa.) Olay ise müfessir Razi’ye ait: “Buz satan birisi pazarda şöyle bağırıyordu: ‘Sermayesi erimekte olan bu şahsa merhamet edin!..’ Onun bu sözünü duyunca, ‘Bu söz Asr suresinin anlamıdır’ dedim.” İşte insana verilen ömür de buz gibi hızla eriyor. İnsan şu kısacık ömür sermayesini yanlış yönde kullanır da çarçur ederse, dünya imtihanını kaybeder ve sonuç hüsran (zarar/ziyan) olur.
Hasan-ı Basri der ki: “Dünya hayatı üç gündür. Dün, yarın ve bugün. Dünkü gün elinden içindekilerle birlikte geçmiştir. Yarın ise, belki de erişemezsin. Sen, elindeki sermayen olan bugünü iyi değerlendirmeye bak.” Öyleyse kalan ömrünü ‘gölgesi uzun’ olarak dosdoğru yaşayıp hüsrandan kurtulmaya bak ey insan!
“Hüsran”: kâr’ın ve felâh’ın zıddı anlamında kullanılır; dünya ve ahirette zarar/kayıp ve başarısızlık.
İmam Şafii’nin “Üzerinde derinlemesine düşünen bir insanın hidayeti için yalnızca bu sûre yeterlidir” dediği Asr suresinin sonunda, felâhın yani hüsrandan kurtuluşun ve gerçek başarının dört şartı sıralanır:
“İman etmek”: Allah’ın varlığına, birliğine, yegâne ilah ve rab olduğuna, eşi ve benzeri bulunmadığına, emir ve yasaklarına uyulup dua ve tevekkül edilecek tek otoritenin O olduğuna yürekten inanmak. Bu iman aynı zamanda meleklere, kitaplara, peygamberlere ve son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a) iman etmeyi (Bakara 2/285), onun Allah’tan getirdiği Kur’an ve sünnetteki her talimatın hak olduğuna inanmayı, ayrıca ahiret günü Allah’a hesap vereceğine, cennet ve cehenneme yakinen inanmayı da (Bakara 2/4) içerir.
“Salih ameller işlemek”: İman, insanın sadece kalbinde yaşattığı, yalnız diliyle ifade ettiği bir hakikat değildir. İnsanın bütün benliğini kuşatan, iradesine hâkim olan, her haline ve hareketine rehberlik eden, yolunu aydınlatan bir hakikattir. Sadece dilde ve kalpte kalıp, eyleme yani sâlih amele dönüşmeyen iman gerçek bir iman değildir. Allah ve Resulünün bildirdiği sâlih (iyi ve güzel) ameller ise, namaz, zekât, oruç, hac ve müminlere farz kılınan (“hakkı ve sabrı tavsiye” gibi) diğer ibadetlerdir.
“Hakkı tavsiye etmek”: İster batılın zıddı anlamındaki hak ve hakikati, doğruluk ve adaleti ister insanın yerine getirmesi farz olan Allah’ın hakkı, insanların, eşyanın ve nefsinin hakkını ifade etsin, bunları önce kendisi uygulayıp sonra başkalarına tavsiye etmek ve batıla karşı hakkı savunmaktır.
“Sabrı tavsiye etmek”: Hakkı savunurken ve Allah’ın emir ve yasaklarını uygularken başına gelen belâ ve musibetlere sabır ve sebatla direnmek; engellere rağmen ibadetlerde devamlı ve kararlı olmaktır.
Felâha erdirecek sâlih amellerle hüsrandan kurtulmak duasıyla.
Abdullah YILDIZ