Kur’an insanların yaptıkları hataları, aşırılıkları, işledikleri günahları farklı isimlerle niteliyor. Bunlardan bir tanesi de zulümdür.
İster inkâr, ister şirk koşmak, ister tanrılık iddia etmek, ister başkasına eziyet ve cevretmek, öldürmek, yakıp yıkmak;
isterse Allahın koyduğu ölçüleri pervasızca, inadına, kafa tutarak çiğneme… İslam‘ın günah dediği eylemleri alabildiğine yapmak, hepsi zulümdür.
Şu bir gerçek ki sonunda bütün bu haksızlıklar, bütün zulümler, bütün insanlık dışı muameleler bunu yapanlara geri döner.
Bu da kişilerin veya toplumların kendi kendilerine zulmetmeleridir.
Kur’an, zulmedenlere de zalim diyor. Müslüman olsun, inkârcı olsun; kim Allah’ın koyduğu sınırlara tecavüz ederse, kim Allah’ın hükmüne uymayıp canının istediği gibi davranırsa, kim yaptığı hata sebebiyle kendine veya çevresine zarar verirse, kim yeryüzünde fesada sebep olursa, kim yakıp yıkarsa, cinayet işlerse, katliam yaparsa o zâlimdir.
“… Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın bunları aşmayın. Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (Bekara 2/229)
Kur’an kendi kendilerine zulmeden kişi ve toplumlardan örnekler veriyor, onların hâlini anlatıyor ve bununla iman edenleri uyarıyor.
“(O inkârcılar) kendilerine ancak meleklerin veya senin Rabbinin helâk emrinin gelmesini bekliyorlar. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Nahl 16/33)
Kur’an’ın şirk koşmayı en büyük zulüm olarak nitelediğini hatırlayalım. (Lukman 3/13)
Kur’an’a göre Allah’a isyan etmek, yani günah işlemek de zulümdür. Nitekim Âdem (as) ve eşi, cennetten yaptıkları hata sebebiyle çıkınca “biz nefsimize karşı zalim olduk” dediler. (A’raf 7/23) Benzer itirafı Yûnus’un (as) duasında da görüyoruz. (Enbiyâ 22/87)
Kur’an diyor ki, Kitab’a varis olanlardan bazıları nefislerine zulmeder, kimileri de Allah’ın izniyle hayırda öne geçer. (Fâtır 35/32)
Kitab’a inandığı, onun Allah’tan geldiğini bildiği hâlde, Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar, haramları rahatlıkla işleyenler kendi nefislerine karşı zâlim olurlar.
İbrahim (as) ve oğlu İshak’ı (as) mübarek kılmasına rağmen her ikisinin soyundan sâlih (dürüst ve erdemli) kimseler geldiği gibi, kendilerine zulmedenler de gelip geçti. (Bkz: Saffât 37/113)
Nûh (as) kavminin ona, “zayıfları yanından kov“ demeleri üzerine;
“Ben onları yanımdam kovarsam… böyle bir durumda ben kendine zulmeden biri olurum” dedi. (Hûd 11/31)
Allah’ı bırakıp başka bir şeyleri ilâh sanmak, onlara tapınmak şüphesiz insanın kendi kendine zulmüdür.
İnsanın kendi kendine zulmetmesi bir başka açıdan kurduğu tuzakların, yaptığı hilelerin, işlediği hataların, ihmallerin kendi başına dolanmasıdır. Azgın önderlerin, kendilerini güçlü sananların hakka karşı tuzakları, hileleri, insanlara haksızlıkları kendi nefislerine karşı yapmış olurlar. Ama farkında olmazlar. (En’am 6/123)
“Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Fakat onlar kendi nefislerine zulmederler.” (Yûnus 10/44)
Allah (cc) insanlara doğru yolu bulmaları için hem peygamber ve kitap gönderdi, hem de akıl ve basiret gibi önemli yetenekler veriyor. Buna rağmen sapıklık ve azgınlıkta direnenler, haddi aşanlar ancak kendilerine yazık etmiş, kendi nefislerine zulmetmiş olurlar.
-Bir örnek:
Geçmişteki İsrailoğullarının durumu;
Allah (cc) bazı şeyleri İsrailoğullarına yasakladı. Ama onlar bu yasaklara uymadılar, azgınlık yaptılar. Budan dolayı ceza aldılar. (En’am 6/146)
“… Ama onlara zulmeden Biz değildik, ne var ki onlar asıl kendi kendilerine zulmettiler.” (Nahl 16/118)
Yine onlar kendilerine verilen bulut, bıldırcın eti, selva, oniki pınar gibi rızıklara nankörlük yaptılar. Fakat onlar bu hatalarıyla Allah’a değil, gerçekte kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Bekara 2/57)
“… Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin iyi ve temiz olanlarından yiyin” (dedik). Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi nefislerine zulmediyorlardı.” (A’raf 7/160)
-Kendi nefsilerini hüsrana uğratanlar
Kur’an, kendi nefsine zulmetmeyi bir de kendini hüsrana uğratmak şeklinde anlatıyor.
Kendi nefislerine zulmedenlerle kendilerini hüsrana uğratanlar birbirine benzer. Her ikisi de kendilerine yazık ederler, zarar verirler, ziyana uğratırlar, helâka sürüklerler.
“Bunlar hüsrana düşen, kendilerine yazık eden kimselerdir...” (Hûd 11/21)
Son Peygamberin veya vahyin geleceği bilinmesine rağmen onlara inanmamak hüsran ve ziyan sebebidir.
“Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini hüsrana uğratanlar var ya, işte onlar inanmazlar.” (En’am 6/20)
Kendisini veya başkasını Kur’an’dan alıkoyanlar, insanlarla Kur’an’ın arasına engel koyanlar fakına varmadan kendilerini helâk ederler. (En’am 6/26)
Mizanda bazılarının tartısı ağır, bazılarının ki hafif olacak.
“Kimin tartıları hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini ziyana sokanlardır.” (A’raf 7/9)
Hayatta iken kendi uydurduğu tanrılara (putlara) tapanlar, âhiretteki hakikati gördükten sonra, dünyadaki hâllerini unutup, kendilerini yeniden dünyaya döndürecek bir aracı ararlar. Kur’an böyleleri hakkında:
“… Gerçekten onlar kendilerine yazık etmişlerdir. (İlâh diye) uydurdukları (putlar) da onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kaybolmuşlardır.” (A’raf 7/53)
Bazıları da şirk veya küfrüyle, bâtıl inançlarıyla, günah ve azgınlığyla hem kendilerini, hem de ailelerini (çevresini) ziyana uğratırlar.
“Siz de Allah’tan başka dilediğiniz şeylere ibadet edin!” De ki: “Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. İyi bilin ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.” (Zümer 39/15. Bir benzeri: Şûrâ 42/45)
Kur’an, ısrarlı bir şekilde ve sık sık Allah’ın kullarına zulmetmediğini, asla zulmetmeyeceğini, kullarına hiç bir şekilde haksızlık yapmayacağını haber veriyor.
Bazı kavimlerin/insanların dünyada karşılaştıkları farklı cezalar, sıkıntılar, musibetler, dengesizlikler, zulümler, zorluklar ve huzursuzluklar kendi yaptıkları yüzündendir. Kim ne yaparsa o karşısına gelir. Elbette bunların bir kısmı da kişi ve toplumlar için bir deneme sebebidir.
Âhirette hesaptan sonra alınacak sonuç, kavuşulacak ceza veya mükâfat da yine insanların kendi hak ettikleridir, dünyada yaptıkları amellerin (işlerin) karşılığıdır.
Eğer kişi kötü bir sonuçla karşılaşırsa, Cehennemi hak etmişse bu kesinlikla Allah’ın ona uygun gördüğü bir sonuç değil; insanın kendi kendine zulmünün sonucudur.
“Geleceğinden şüphe olmayan günde, onları topladığımız ve haksızlık yapılmayarak herkese kazandığı eksiksiz verildiği zaman, nasıl olacak?” (Âli İmran 3/25. Bir benzeri: Âli İmran 3/161)
-İnsanın yaratılış amaçlarından biri de şudur:
“Allah, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak, herkese kazandığının karşılığı verilsin diye yaratmıştır. Onlara zulmedilmez.” (Câsiye 45/22)
“Biz onlara (mücrimlere) zulmetmedik, ama onlar zâlim kimselerdi.” (Zuhruf 43/76)
Hüseyin K. Ece
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ