İnsan, kendini motive edecek duygulara, varlıkları algılayacak duyu organlarına, akıl, zekâ ve irâde gibi yeteneklere sahip olan, sosyal bir varlıktır. Bu fıtrî yapısından dolayı da insan fizikî, sosyal ve psikolojik olaylardan etkilenmekte ve hangisinden daha fazla etkilenmiş ise, davranışlarını da ona göre ayarlamaktadır. Bunun için de insan, doğumundan ölümüne kadar ortaya çıkan bütün zorlukları yenmek, devamlı değişen ve değişmeyen şartlara uyum sağlamak ve ilişkide bulunduğu bütün varlıklarla dengeli intibaklar yapmak zorundadır. İnsan, her ne kadar duygulara, duyu organlarına, akıl, zekâ ve irâde gibi yeteneklere sahip olsa da, doğduğu andan itibaren bazı canlıların aksine, beslenmesi, bakımı ve barınması için bir başka canlıya muhtaç ve bağımlı olmaktadır.
Yaş ilerledikçe başkalarına bağımlılık azalsa da, muhtaçlık devam etmektedir. Çünkü toplum içinde yaşayan bir insanın, bütün ihtiyaçlarını kendisinin görmesi mümkün değildir. İş bölümü, insanlar arasında temel bir kuraldır. Nitekim insanın, doğumundan itibaren uymak zorunda olduğu sayısız intibaklar ve uyumlar mevcuttur. Doğumunda fizikî çevreye intibak, daha sonra sosyal çevreye, yani âile hayatına, arkadaşlarına, mesleğine ve münasebette bulunduğu bütün insanlara intibak, her insanın uymak zorunda olduğu şeylerdir. Ayrıca, insanın diğer intibak çeşitlerini de az veya çok etkileyen ve şahıstan şahsa değişebilen dinî intibakı da söz konusudur. Zira her insanın kendisini yaratan, yaşatan ve neticede kaçınılması imkânsız sona ulaştıran Allah ile ilişkisini tanzim etmesi ve bunu da sağlam esaslara bağlaması; aynı şekilde diğer insanlarla ve varlıklarla da dengeli ve sağlıklı ilişkiler kurması gerekmektedir.
İnsanın hayatı boyunca mutlu ve mesut yaşayabilmesinin temel kurallarından biri de budur. Bunun için de, insanın bir rehbere ve bir yol göstericiye ihtiyacı bulunmaktadır. Çünkü bu, yaradılışının gerekli kıldığı bir zorunluluktur. Zira insan, Allah’dan bağımsız olarak kendi kendini var eden bir varlık değildir. O, yaradılışı itibariyle belli alanlarda ve belli düzeyde irâdeye ve hürriyete sahip olan, fakat Allah’tan bağımsız olmayan bir varlıktır. Bu varlık, düalist/ikili bir yapıya, bir yanda akıl, vicdan, irade ve olumlu duygulara; diğer yanda ise olumsuz duygulara, Kur’an’ın ifadesiyle kötülüğü emreden bir nefse[1] sahiptir. Bu fıtrî yapıyı Psikoloji, içgüdü, duygular, yeti ve kabiliyet gibi kavramlarla ifade etmekte; insanı motive eden ve eylemlere sevk eden etkenler olarak tanımlamaktadır. Böyle bir fıtrî yapıya sahip olan insan; olumlu ya da olumsuz duygularından hangisi daha etkin ve baskın olursa, onun tesiri altında kalmakta ve o istikamette davranışlarda bulunmaktadır. Fıtrî yapısından kaynaklanan bu psikolojik etkenleri insan; şayet aklı, iradesi ve vicdanı ile kontrol etmez, ya da edemez ise; baskın duygularının etkisinde kalmakta, arzu edilmeyen olumsuz davranışlarda bulunabilmektedir. Trafikte kaza yapmamak için trafik kuralları nasıl gerekli ise, insanın da duygularını kontrol etmesi için, kurallara ve ilkelere ihtiyacı vardır. Zira kontrolsüz duygu yıkıcı olmakta, hem bireye, hem de topluma zarar verebilmektedir. Bu nedenledir ki Allah; duygularını, Kur’an ifadesiyle nefsini kontrol edebilmesi için insanı akıl, irade ve vicdan gibi yetilerle donatmış ve ona rehberlik edecek ilke ve kuralları ihtiva eden bir de kitap göndermiştir. Bu nedenle insan, kategorik olarak iki ana kaynaktan bilgi elde etme imkanına sahiptir. Günümüzde bunlardan birincisi, kaynağı insan olan ve insanlar tarafından üretilen bilgiler; ikincisi ise kaynağı Allah olan ve “vahy” yoluyla gelen Kur’an’dır ve bu Kur’an, kendi ifadesiyle “hüden linnas/insanlar için hidayet” tir.[2]
Hz. Ali’den rivayet olunan bir hadiste Hz. Peygamber : «Yakında bir fitne olur» dedi. Ben de: «Ondan kurtuluş nedir?» diye sordum. O da: «Allah’ın kitabıdır . Onda sizden evvelkilerin ve sonrakilerin haberi ve aranızı bulacak hüküm vardır. O, arabulucudur, boş söz değildir. O, öyle şanı yüce bir kitaptır ki, onu terk edeni Cebbar Allah, paramparça eder, Ondan başkasına yapışıp medet umanı da zelil eder. O, Allah’ın habl-i metinidir. O, öyle bir kitaptır ki, ona sarılan nefisler sapmaz… Onunla söyleyen diller yanlış söylemez. Alimler de onu okumaya doymaz. Ne kadar tefsir edilse mânası tükenmez. O, öyle şanı yüce bir Kitaptır ki, onun hakkında cinlerin son sözü «Biz böyle acîb bir Kur’an dinledik iki o, doğru yola götürür.»[3] olmuştur. Kim onunla söylerse doğruyu söyler, kim onunla hükmederse adaleti yerine getirir, Onunla amel ederse ecir ve sevap kazanır ve kim de onunla davet ederse hidâyete çağırır.» dedi.[4]
Bu nedenle bir Müslümanın hayatında Kur’ân’ın yeri ve önemi çok büyüktür. Geniş anlamda Kur’ân, Müslümanın hayat felsefesini; dar anlamda ise, onun günlük hayatındaki davranışlarını etkileyen önemli bir faktördür. Zira onda insan -Allah, insan- insan ve insan-kainat ilişkilerinin ele alındığı; her hangi bir sistematik bakış açısına bağlı kalmaksızın, sadece konularını tespit etmek amacıyla incelendiğinde dahi şu konuların ve bilgilerin yer aldığı görülür: Kur’an ve Kur’an ile ilgili bilgiler, Allah ve Allah’ın sıfatları, yaradılış ve yaradılış ile ilgili bazı bilgiler, dünya ve âhiret hayatı ve bunlara yönelik bilgiler, peygamberlik ve peygamberler ile alakalı bilgiler, iman ve iman esasları, ibadet ve çeşitler hakkında bilgi, salih amel, inanç kimlikleri ve kişilik özellikleri, bireysel ve sosyal ahlak kuralları veya bireysel ve toplumsal ahlaki değerler, günah ve çeşitleri, aile ve toplum bilgileri, ekonomi ve buna yönelik bilgiler, hukuk ve hukukla ilgili konular, olumlu ve olumsuz insan davranışlarına yönelik bilgiler, sosyal, sağlık ve fen bilimlerinin bazı konuları ile alakalı bilgiler (tıp, sosyoloji, psikoloji, astronomi vs.), beslenme, temizlik , sosyal ve doğal çevreye ilişkin bazı bilgiler onda yer alan bilgilerdir.
Bu bilgiler; bilimsel formüller ve terimler kullanılarak anlatılmaz, Kur’an dili ile sunulur. Hayatın her alanına ilişkin bize rehberlik edecek olan bu bilgiler, Kur’an bütünlüğü içinde bir ya da belli ayet grupları içinde yer alır. İnsanın huzur ve mutluluğu için prensipler getiren Kur’an’ın, farklı zaman ve mekanlar içinde yaşayan insanların bütün ihtiyaçlarını madde madde sıralayıp muhtevası içine alması ve her maddeye ayrıntılı bir biçimde çözümler getirmesi, hem nicelik hem de nitelik açısından mümkün olmadığından, bu ilahî mesajın çok az kısmı hariç, önemli bir bölümü hatta çoğunluğu ayrıntılardan uzak, genel ilkeler halindedir.
Kur’an, getirdiği bu ilkelerle, bozulan iç ve dış dengelerin yerli yerine konulmasını ve kullanılmayan yetilerin kullanılmasını sağlamış, aşırılıkları törpülemiş, zayıf veya arka planda kalan yönlerini güçlendirmiş; olumsuzlukları olumlu hale getirmiş, özellikle mikro kimliğin hakim olduğu bir çağda makro kimliği insanlara sunmuş, hiçbir siyasal ve toplumsal düzlemde soy-sop, cinsiyet, mal-mülk vs. gibi ayırımcılığa dayanan bir kural getirmemiştir. İç arınmada, öncelikle Allah tasavvurunu düzeltmiş; yanlış ve eksik Allah tanımını zulüm saymış; Allah’ın ne olduğunu ve ne olmadığını açıkça beyan eden bilgiler vermiş; herkesin yaptıklarından kendisinin sorumlu olduğunu söylemiş; kişilere ve kişiliğe saldırıyı haram kılmış ve insan haklarına yönelik evrensel nitelikli ilkeler ve kurallar getirmiştir. Ayrıca bu ilkeleri, sosyal hayatı tanzim eden ilkelerle de koruma altına almıştır.
Kısaca Kur’an, getirdiği kurallar ve ilkeler ile beşere, nasıl insan olunacağının yolunu göstermiştir. Dolayısıyla da insanı, atıl bir mükemmellikten kurtararak, aktif bir mükemmelliğe; daha açık bir ifade ile onu durağan veya parçacı bir hayattan, bütüncül ve dengeli bir hayata yönlendirmiş; böylece onun kendisi ile, ailesi ile, sosyal ve fizikî çevresi ile ve her şeyden önce Allah ile barışık olmasını sağlamıştır. Bu nedenle insanın Kur’an’a ihtiyacı vardır. Çünkü beşer ürünü hiçbir kitap, Kur’an’ın sahip olduğu bilgi, ilke, kural ve üsluba sahip değildir.
Prof. Dr. Celal Kırca
[2] Bakara, 2/285
[3] Cinn, 72/1.
[4] Tirmizî, Sünen, Fedailu’l Kur’an 14, H. N. 2906.