İslam, fıtrat dinidir. Yani insanoğlu İslam’ı kabul edecek kıvamda yaratılmıştır. “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, Cenâiz 92; Ebû Dâvut, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5.) hadisi bu gerçeği ortaya kor. Ayartıcılar tarafından yoldan çıkarılmadığında, aklını ve iradesini doğru kullandığında Rabbine karşı esas duruşunu bozmaz, O’na bağlılığını kaybetmez, savrulmaz.
Aklının ve iradesinin doğrultusunda hareket etmeyerek isyan ve sıratı müstakimden sapmalar yaşarken, mal ve cana zarar verecek olan çetin günler gelip çattığında, hemen fıtrat ayarlarına dönerek Allah’a yönelirler ve her türlü samimiyetle, dini sadece O’na has kılarak yalnızca O’na yakarırlar. Onların bu ruh halini Rabbimiz Hayat Kitabımızda şöyle ifade eder: “Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar; ama Allah onları karaya çıkararak kurtarınca, kendilerine verdiği nimete nankörlük ederek O’na hemen eş koşarlar. Sefa sürsünler bakalım, yakında bileceklerdir.” (29Ankebut:65-66)
“Sizi karada ve denizde yürüten Allah’tır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri güzel bir rüzgârla götürürken yolcular neşelenirler; bir fırtına çıkıp da onları her taraftan dalgaların sardığı ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise Allah’ın dinine sarılarak, “Bizi bu tehlikeden kurtarırsan andolsun ki şükredenlerden oluruz” diye O’na yalvarırlar.” (10Yunus:22)
Ebrehe’nin, fil ordusuyla Kâbeyi yıkmaya gelişini duyan Mekke müşrikleri, aracı kıldıkları putlarını bir tarafa bırakıp Kâbe’nin kapısının zincirlerine tutunarak: “Yarabbi! Onlara karşı, senden başka kimseden ümidimiz yoktur. Ebrehe’nin ordusuna karşı Haremini koru. Bu evin düşmanı senin de düşmanındır. Senin olan bu yeri harap olmaktan koru” diyerek sadece Allah’a dua etmişlerdir. Sahabeden Zübeyr b. Avvam’dan nakledildiğine göre Rasûlullah (sav), fil olayından sonra Kureyş’in yaklaşık on yıl kadar Allah’tan başkasına ibadet etmediğini bildirmiştir.
“Asrın en büyük felaketinin, Marmara Bölgesi’nde sahneye çıktığı gün” olarak tarihe geçen 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin üçüncü günü yardım götürdüğümüz Adapazarı’ndaki camiler, ağzına kadar dolu idi. Ertesi sene gittiğimizde camileri, deprem öncesi sessizliğine bürünmüş gördük. İnsanoğlu, olayın etkisi geçince eski cahiliye günlerine geri dönüyor. İbret alıp durumlarını düzelten az çıkıyor maalesef.
Dünyanın, Koronaya karşı korunma seferberliği içinde bulunduğu ve insanların kelepçesiz ve prangasız evlere mahkûm olduğu şu günlerde de manevi hayatın kalibresi bayağı yükseldi. Yasinler, Tebarekeler, Fetih sureleri, zikirler tepede uçuşuyor. Peygamberimizden nakledilen ve zor günlerde okunmasını tavsiye ettiği dua örnekleri, sosyal medyada durmadan paylaşılıyor. Evlerde muntazaman kılınan vakit namazlarının yanında kaza namazları da kılınmaya başlandı. Kâbe’nin tavafsız kalması, Mescid-i Nebevî’nin ve Mescid-i Aksa’nın ziyaretçisiz kalması, bütün camilerin kapılarını yüzümüze kapaması bizleri hayli düşündürdü ve üzdü. Birçok Müslümanın ruh dünyasında “Hele bir camimize kavuşalım, cemaati asla ihmal etmeyeceğim ve camilere sahip çıkıp yalnız olmadıklarını göstereceğim” kararı oluştu. Yani kısaca söylersek, insanlar dini sadece Allah’a has kılarak O’na dönüş yaptı, fıtrat ayarlarına döndü.
Durum normale döndüğünde belki insanlar bir müddet böyle devam edeceklerdir ama olayın sıcaklığı iyice geçtikten sonra -istisnaları hariç- yine Korona öncesi hallerine döneceklerdir. Bunun örneğini yine Hayat Kitabımız, fırtınaya tutulan gemiden kurtulanların, fırtına öncesi hallerine döndüklerini ifade eden şu ayette açıkça belirtmektedir:
“Allah onları kurtarınca, hemen yeryüzünde haksız yere taşkınlıklara başlarlar. Ey insanlar! Dünya hayatında yaptığınız taşkınlık aleyhinizedir. Bununla sadece dünya menfaatini elde edersiniz. Sonunda dönüşünüz bizedir, o zaman yapmış olduklarınızı size bildiririz.” (10Yunus:23)
Sonuç olarak deriz ki; biz insanoğlu Korona’yı görünce, içimizdeki Musa’nın sesine kulak vererek fıtratımıza döndük, dini Allah’a has kılarak sadece ona iltica edip/sığınıp “Allah” dedik. Yukarıda zikrettiğimiz Kur’an ayetleri ve tarihi tecrübeler gösteriyor ki bu zor günleri atlatıp sahili selamete çıkınca da içimizdeki firavunun sesine kulak vererek yine bildiğimizi yaparız herhalde... Allah bizi, içimizdeki Musa’nın sesine kulak vererek fıtrat üzere yaşayanlardan eylesin.
Musab SEYİTHAN
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi