Sosyal İkilem (Social Dilemma 2020) filminden bir sahnede, hayali bir genç, karanlığa gömülmüş bir durumda yatağında oturuyor ve gözünü kırpmadan telefonunun ekranına bakıyor. Okulu ve diğer aktiviteleri inkar ediyor ve cihaz bağımlısı haline gelmiş durumda. Aşırılık yanlısı olmuş ve zararlı içeriklere göz atarken telefonundan gelen ışık boş yüz ifadesini aydınlatıyor. Aslında bu, toplumu alt üst eden ve gençlerin ruh sağlığını bozan bir teknolojinin en net portresi.
Peki bu doğru mu? Sosyal medyanın yaygınlaşması ruh sağlığı sorunlarına sebep oldu mu? Bazı araştırmacılar, dijital medya kullanımı ile depresyon gibi zihinsel sağlık sorunları arasındaki ilişkiye binaen birçok tartışma içerisinde olmuşlardır. Yine de bir diğer grup, bu düşüncelerin tutarsız ve pratik manada anlamlı olamayacak kadar az olduğunu öne sürerek bu görüşe karşı çıktılar. Böylece araştırmacılar ile halk arasında yeni bir tartışma ortaya çıkmış oldu: Sosyal medya ruh sağlığımız için iyi mi kötü mü?
Sosyal medya kullanımının intihar riski üzerindeki potansiyel etkilerini göz önünde bulundurduğumuz için bu tartışma daha da önem kazanıyor. 1999 – 2018 yılları arasında ABD’deki intihar oranı yüzde 35 arttı. Normalde kadınlar arasında 10-14 yaş aralığındaki kızlar en düşük intihar riskine sahipken bu dönemde intihar oranlarında dört kat artış görüldü. Aynı zamanda, sosyal medya kullanımı da katlanarak arttı. Bugün, 18-29 yaşlarındaki ABD’li yetişkinlerin yüzde 84’ü sosyal medya kullanıyor ve gençlerin yarıya yakını “neredeyse sürekli” çevrimiçi olduklarını söylüyor.
İntihar riskindeki artış ile sosyal medya kullanımı ilişkili mi? Sosyal medya hakkında hakim olan olumsuz algıya rağmen gerçek şu ki bu sorunun cevabını tam olarak bilmiyoruz. Bunun gibi bir konuyu incelemenin birçok zorluğu var. İntihar olağanüstü karmaşık bir yapıya sahip olan bir olgudur ve tek bir faktörün sebebiyle gerçekleşmesi neredeyse söz konusu bile değildir. Bilimsel altın standart olarak görülen rastgele kontrollü deneyler de bu soruyu cevaplayamaz. Eski çağa (Facebook öncesi 2003 yılına) zaman yolculuğu yapıp bir kısım insanı sosyal medya kullanacaklar veya kullanmayacaklar olarak ayıramayız.
Belki de en önemlisi, bu soruya cevap vermeye çalışırken, insanlar, deneyimler, sosyal platformlar veya zamana dair ortalamalara saplanıp kalmamızdır. Sorunu ortalamalarla açıklamak için şu soruyu sorduğumu düşünün: insanların yedikleri yemek miktarı sağlıklarıyla bağlantılı mı? Bu soruya cevap verebilmek için, rastgele bir örneklem ile ne kadar yediklerini araştırıyorum. Ayrıca sağlıklarını değerlendirmelerini de istiyorum.
Bu çalışmayı yaparken gıda tüketimi ile sağlık arasındaki ortalama ilişkiye bakarak ne bulurum? Belki de hiçbir ilişki yoktur. Bunun sebebi, inanılmaz çeşitlilikte yiyecek ve insan olması ayrıca çok az veya çok fazla yemek gibi aşırı uçtaki alışkanlıkların bulunmasıdır. Ayrıca bazı farklı durumlar da var: örneğin günde sadece 500 kaloriye ihtiyaç duyan bebekler veya Michael Phelps gibi 10.000 kalori ihtiyacı olan yüzücüler gibi. Bunu belirli bir davranışa – örneğin salata yeme sıklığına – indirgemeye karar versem de yine zayıf bir ilişki bulabilirim. Benim için salata faydalıdır ama dişleri olmayan küçük bebeğim için faydasız. Hatta belirli bir kişiye indirgesem bile bağlantı zayıf kalmaya devam edebilir. Yediğim yiyeceklerin miktarı sağlığımı olumlu şekilde etkiler mi? Eğer dengeli bir yiyecekse muhtemelen. Eğer her öğünde dondurma varsa muhtemelen hayır.
Bu çıkarımlardaki eksiklik gıdanın insan sağlığı için önemli olmadığı anlamına mı geliyor? Hayır, soruyu yanlış sorduğumuz anlamına geliyor. Sağlığımızı etkileyen yemek yemenin etkilerini düşündüğümüzde bunun cevabı ancak “duruma göre değişir” olabilir.
Birçok çalışma, sosyal medya kullanımı ve ruh sağlığı arasındaki ilişkileri araştırmak için yola çıktı. Sonuçlar karıştırıldı. İnsanların sosyal medyayı kullanma sıklığı ile zihinsel sağlıkları arasındaki ilişkilere bakmak bize şunu getirdi: ortalama. Ve bu ortalama, insanların üçlü yönleri, kırılganlıkları, sosyal medya davranışları ve deneyimleri gibi önemli bilgileri maskeler.
Meslektaşlarım ve ben yakın zamanda, sosyal medya kullanımı ile intihar düşünceleri, intihar girişimleri ve intihar amaçlı olmayan kendine zarar verme arasındaki ilişkiler hakkında bilinenleri belgelemeye başladık. Bu konuda bugüne kadar yayınlanmış çalışmaların meta-analizinin, sistematik bir incelemesini ve nicel analizini yaptık. Bu meta-analizin sonuçlarını diğer yakın tarihli incelemelerle birleştirdiğimizde, günlük işleyişi engelleyen aşırı kullanım hariç, bireylerin sosyal medyayı kullanama sıklığının intihar eğilimi ile anlamlı bir ilişkisi olmadığını gördük. Bu durum; hem yetişkinler hem de gençler için, çevrimiçi forumlardan kısa mesajlara, hatta Instagram ve Facebook gibi sitelere kadar çeşitli sosyal medya araçları için geçerli görünüyor. Bunun yerine, sosyal medya kullanımının intihar riski üzerindeki herhangi bir etkisinin, onu kimin ve nasıl kullandığına bağlı olduğunu öğrendik.
Ortalama kullanım sıklığına bakarak hareket edersek, örneğin siber-mağduriyet gibi deneyimlerin duygusal sonuçlarını ve bunların gençleri nasıl etkilediğini görmezden gelmiş oluruz. Zorbalık, yemekhaneden yorum bölümüne geçildiğinde değişim gösteriyor. Bazı gençler için, işkenceciyle okul koridorunda değil de telefonda yüz yüze gelmenin sağladığı duygusal aldığı darbeyi azaltırken, bazıları için bu acı verici deneyimi büyütüp daha halka açık ve kaçınılmaz hale getiriyor.
Amerikan İntiharı Önleme Vakfı (American Foundation for Suicide Prevention) tarafından finanse edilen bir çalışmada, intihar düşünceleri veya davranışlarıyla mücadele eden gençlerle konuştum. 14 yaşındaki bir genç siber-mağduriyetin zorluklarını şöyle anlattı:
“İnsanlar genelde gerçek hayatta bir insanla uğraşmaktan korkarlar.. bu yüzden sosyal medyanın arkasına saklanıp sizi seçebilirler. Kolaylıkla hayatınızı mahvedebilirler.. Şahsi zorbalıktan daha fazla inciniyorsunuz… Çünkü bu defa okulda görenlerden çok daha fazla bu zorbalığa şahit oluyor.. Her yere yayıldığında herkes tarafında görülüyor.. Her yerde oluyor.. “
Meta-analizimiz, siber zorbalığa uğrayan bireylerin intihar düşüncesi, intihara yönelik olmayan kendine zarar verme ve bir ya da daha fazla intihar girişimi bildirme olasılıklarının daha yüksek olduğunu ortaya çıkaran daha önceki incelemeleri yansıtmaktadır. Bu çalışmaların tamamına yakını kesitseldir, bu da neden-sonuç hakkında ulaşabileceğimiz sonuçları sınırlamaktadır. Bununla birlikte, siber-mağduriyetin gençlik döneminde zamanla diğer zihinsel sorunlarla (depresyon, anksiyete…) ilişkili olduğunu ve çevrimdışı mağduriyetin zaman içinde intihar düşüncesi ile ilişkili olduğunu başka şekillerle de tahmin edebiliriz. Bazı gençler için, siber-mağduriyet intihardan önce gelebilir.
Siber zorbalık, intihar riskiyle ilgili sosyal medya deneyimlerinden yalnızca biridir. Bir diğeri ise intihara açık bir şekilde ilgili içeriğin oluşturulması veya sunulmasıdır. Buna, görsel veya metin bazlı referans içeren gönderiler, mesajlar ve videolar dahildir. Yaptığımız meta-analiz, hem intiharla ilgili içerik yayınlayan hem de buna maruz kalan kişilerin, daha yüksek düzeyde intihar düşüncesi ve girişimi olasılığı bildirdiğini göstermektedir. Nedenselliğin yönü – neyin neye sebep olduğu- buradaki kilit faktördür. Ancak yapılan bir araştırma, çevrimiçi kendine zarar verme içeriğine maruz kalan gençlerin, takip eden bir ay sonra yüksek intihar düşüncesi ve kendine zarar verme davranışına sahip olduklarını ortaya koyuyor.
Ayrıca “intihar bulaşması” teorileri, bir topluluktaki intihar bilgisine maruz kalmanın, savunmasız bireyler, özellikle de gençler arasında intihar riskini artırabileceğini düşündürmektedir. Bu etkiler, bilgi, intiharı çekici hale getirdiğinde veya intihar yöntemlerinin ayrıntılarını sağladığında daha olasıdır. Risk altındaki bireylerin bu tür içeriklerle çevrimiçi olarak karşılaşması ölçüsünde endişelerimiz olabilir.
O halde cevap,intihar riski taşıyan insanları sosyal medyadan uzak tutmak mı yoksa bu platformlardaki intiharla ilgili tüm içerikleri ortadan kaldırma mıdır? Böyle bir yaklaşım sosyal medyanın potansiyel faydalarını gözden kaçırmaya sebep olan ortalama bir ilişkilendirmeye dayanır. Sosyal medyanın, intihar riski hakkında bilgi edinmek, etiketlenmeyi azaltmak, kaynaklara ve tedaviye erişimi teşvik etmek için kullanılması belki de ruh sağlığı bağlamında en büyük avantajlarıdır diyebiliriz.
Bireylerin intihar hakkında çevrimiçi bir iletişimin sonucu olarak destek alması veya müdahale arayışına girmesi son derece güçlü bir olgudur. Bu durum, akıl sağlığı kuruluşlarından gelen uyarıları, arkadaşlardan veya kendi mücadelelerinden bahseden ünlülerden gelen iletileri veya sadece bir arkadaştan gelen destek mesajlarını içerebilir.
Sosyal bağlantı, intihar riskine karşı önemli bir koruyucu faktördür ve sosyal medya hem anlık hem de erişilebilir sosyal destek adına ortam sağlar. Bireylere; paylaşılan deneyimlere ve kimliklere sahip olanlar da dahil olmak üzere, çevrimdışı olarak asla erişemeyecekleri bir akran topluluğundan destek sağlamak gibi yeni olasılıklar sağlar. Ve belli durumlarda belli bireyler için bu kritik faydalar göz ardı edilemez.
Siber mağduriyetin risklerinden bahseden 14 yaşındaki çocuğu hatırlıyor musunuz? Aynı kız sosyal medyayı çok önemli bir sosyal çıkış noktası olarak nitelendiriyor:
“Bu oyunu çevrimiçi oynuyorum, yeni arkadaşlar ediniyorum ve onlar da bana yardım ediyor… En çok arkadaş edindiğim yer orası.. Onlara bir konuda zorluk yaşadığımı söylüyorsam bana yardım etmeye çalışıyorlar. İntiharı istiyormuşum gibi hissettiğimde bununla ilgili konuşmaya çalışıyorlar. -Bunu yapamazsın çünkü hepimiz seni önemsiyoruz! – gibi şeyler söylüyorlar. Bu gerçekten çok yardımcı oluyor…”
Sosyal medya kullanımının ruh sağlığı üzerindeki etkileri karmaşıktır. Bazılarımız için sosyal medya bir can simidi olur – ihtiyaç anında bizi arkadaşlara, aileye veya yabancı birine bağlar. Bazıları için ise mayın gibidir – bizi tetikleyici bir içeriğe veya sıkıntıya maruz bırakır. Çoğu insan için sosyal medyayı ne zaman ve nasıl kullandığına bağlı olarak her ikisi de olacaktır. Tüm bunlar ortalama sebebiyle kaybolan ince noktalardır.
Sosyal medya ve ruh sağlığı söz konusu olduğunda ortalamalara güvenmenin belki de en zararlı sonucu, kendi çevrimiçi deneyimlerimizi sorgulama şansını kaçırmamızdır. Algoritmanın bize sunduğu her şeyi boş bir şekilde tarayıp bize hissettirdiklerini kabul edebiliriz. Ancak kişinin sosyal medyayı nasıl kullandığının önemini ve ona getirdiğimiz bireysel özellikleri hatırlayarak, bizim için en uygun kullanım şeklini arayabiliriz.
Ebeveynler ve gençlerle çalışanlar için: gençler arasında daha dikkatli teknoloji kullanımını teşvik edebilir, sosyal medyanın onlar için ne zaman yararlı ne zaman zararlı olduğunu anlamalarına yardımcı olabiliriz. Gençlerden çevrimiçi deneyimlerini yansıtmalarını isteyebiliriz. Sosyal medyadaki hangi davranışlar onlara daha iyi hissettiriyor? Hangileri kendilerini kötü hissettiriyor? Hangi bireysel olarak güçlü ve zayıf yönlerini dijital dünyaya taşıyorlar? Tüm bunlara cevap arayarak sosyal medya kullanımlarını kendileri için en yararlı olacak hale getirmeye çalışırken onları destekleyebiliriz.
Sosyal medyanın ruh sağlığımız için iyi mi kötü mü olduğunu sormayı bırakabilir bunun yerine sosyal medyanın bizi bireysel olarak ne zaman ve nasıl etkilediğini anlamaya çalışabiliriz.
Çeviren: Uzman Psikolog Lamia Kalender Ergül / @uzmpsklamiaergul
Kaynak: https://psyche.co/ideas/suicide-risk-and-social-media-is-it-a-landmine-or-a-lifeline?utm_source=Psyche+Magazine&utm_campaign=6248403a98-EMAIL_CAMPAIGN_2022_01_17_10_43&utm_medium=email&utm_term=0_76a303a90a-6248403a98-71462536