Bizzat kendim doğruluğunu bilip inanmadıkça Oda TV’nin kişiler ve kurumlar aleyhine haberleri ve yorumlarına inanmam. Çünkü Yüce Rabbimiz, iyice araştırmadan inanç ve yaşam olarak İslâm’a aykırı kişilerin haberlerine inanmamamızı emir buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, Hak yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu iyice araştırınız.”
Oda TV’nin 29 Mart 2021 tarihli haberi şöyle:
“Genç Işıkçılar değişiklikten memnun.
MSB Harp Okulları Yönetmeliği ile MSB Astsubay Meslek Yüksekokulları Yönetmeliği’nden irticanın çıkarılması “Işıkçıları” memnun etti.”
İmam Hatipliler, namaz kılanlar, eşi başörtülü olup içki içmeyen ve hatta ana babası dindar olanlar irtica suçlusu görülerek sözü edilen okullara sokulmazlardı. Çünkü etkili ve yetkili ordu ricali İslâm’ın cahili oldukları için aydın dindarlara karşıydı ve acımasızdı. Onlar bu okullara alınmadıkları gibi muvazzaflar içinde dindar gördüklerini de –sanki ordu çiftlikleriymiş gibi- irtica gerekçesiyle ordudan atarlardı.
Yarım asırdır toplumsal olayların içindeyim, Işıkçılar’ın irtica gerekçesiyle engellendiklerini ne duydum ne de gördüm. Bilakis her dönemde orduda görev aldıklarına doğrudan ve dolaylı olarak tanık oldum.
Oda TV’nin haberini okurken 35 yıl öncesine gittim.
“Bir Kuşluk Vaktinde GÜZEL KUL OLMA MÜCADELEM” isimli hatıratımım 552. sayfasında yer alan bir hatıramı anımsadım. Faydalı olur ümidiyle sunuyorum:
Rabbimin Huzurunda Benden Şikâyet Ettirmem
“ Madem İstanbul DGM ‘ye (Devlet Güvenlik Mahkemesi)girdik. Çıkmadan bir hatıramızı daha anlatalım da tarihe not düşürmüş olalım. 1985-6 yıllarıydı. İslâm’a Göre Cinsel Hayat davasından beraat edince, bazı evrakı alabilmek için bir iki kez daha DGM’ye girip çıktım.
İlk gidişim, İsmail Ağa Camii imam hatibi Nakşi Şeyhi Mahmut Efendi ile ilgili bir haberin büyükçe bir resmi ile birlikte Hürriyet gazetesinde yayınlandığı güne rastlamıştı. Askeri savcı, resmini göstererek Mahmut Efendi aleyhine aşağılık laflar ettikten sonra bana, başta Süleymancılar olmak üzere bazı cemaatler ve tarikatlarla ilgili sorular sordu. Niçin ordumuz ile ilişkileri olan Işıkçılarla alakalı soru yöneltmediğini sorduğumda ise geçiştirdi ve konuyu kapattı.
Tam çıkıyordum ki bu defa Savcı Yardımcısı Bülban Akbaş oturmamı rica ederek bana Hasan el-Benna’nın Risaleleri’nin Türkçe tercümeleri için dâva açacağını beyanla görüşümü sordu. Şöyle dedim:
– Neden Seyyid Kutub merhumun Fi Zilâli’l – Kur’ân’ının tercümesine değil de Risalelere dâva açıyorsunuz. İkisi de temelde aynı şey değil midir? Fi Zilâli’l – Kur’ân’a dâva açmak, Kur’ân tefsirine dâva açmak olacağı için halk nazarında sizin için de risk içeriyor, öyle değil mi? Ve sözlerime şöylece devam ettim:
– Bakınız, yarın Rabbimizin huzurunda bin pişman olacak ve “Allahım!
Ali Rıza hocaya sormuştum ama beni uyarmadı” diyecek ve beni suçlayacaksın. Ama yook. Sana aleyhime olacak bu imkânı vermem:
– Seni uyarıyorum, sakın ha bu dâvayı açma. Âhiretine kıyarsın.
Yaşananları insanlar unutmuyor. Bizim gibiler de yazıya döküyor. Bizim yazdıklarımıza belki itiraz edilebilir ama görevli yazıcı meleklerin kayda ve görüntüye aldıklarına itiraz edilebilir mi? Edilemeyeceğini Rabbimiz bildiriyor:
“Artık kitap ortaya konmuştur; suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!” Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.“ Keh 18/49)