En güzel düzende yüceliklere kabiliyetli olarak yaratılan insan, yaratılanların büyük çoğunluğuna üstün kılınmış bir değerdir. Ancak insanı diğer varlıklar arasında yükselten biyolojik yapısı, mücerret aklî gücü, konuşma ve düşünme kabiliyeti değildir. (İsra 70)
İnsan yücelten Yaratan’a muhatap olmasıdır. Kendisine verilen bedenî, aklî ve ruhî güçler sebebiyle Allah’ın emir ve yasaklarına göre yaşamakla yükümlü tutulmasıdır.
İnsan, İslâm düzeninin getirdiği mükellefiyet yükünden kaçındığı, bu mukaddes programın çizgisinden saptığı sürece yaratanına muhatap olmak nimetinden yoksun kalacağı için, insanlık seviyesinden düşmüş, hayvanlık düzeyine inmiş, hatta daha da aşağılara yuvarlanmış olur.
Hz. Âdem’den, Hz. Muhammed’e (S.A.S.) kadar bütün peygamberlerin bildirdiği ve en mütekâmil şeklini sevgili Peygamberimizin Kur’ân ile sunduğu İslâm Dini’nin, Peygamberler aracılığı ile istisnasız bütün insan toplumlarına sunuluşu, inşanı, insanlık çizgisinde ve Allah’a kulluk görevinde tutmak içindir.
Bunun içindir ki Kur’-ân-ı Kerim kâfirleri; imanla inkâr arasında bocalayan münafıkları; kendi başına buyruk olarak nefsini putlaştıran ve insanları ma’butlaştıran batılperestleri hayvanlık çizgisinden aşağıda olarak vasıflandırmaktadır.
Yaratanımız Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:
« Ey Peygamber! (Allah’a, O’nun kanunlarına ve Âhiret Hayatı’na) inanmayanların çoğunluğunun yoksa (gerçekleri) dinlediklerini ve akıllarını kullandıklarını mı sanırsın? Onlar şüphesiz davarlar gibidir. Davarlar gibi olmak bir tarafa daha da sapık yolludurlar.» (Furkan 44)
Rabbimiz Araf sûresinin 179. âyetinde de şöyle buyurmaktadır:
« And olsun Cehennem için bir çok insan ve cin yarattık. Onların kalpleri vardır. Vardır ama kalpleriyle anlamazlar. Gözleri vardır. Ne var ki gözleriyle görmezler. Kulakları vardır ama kulaklarıyla işitmezler. Onlar davarlar gibidirler. Üstelik daha da sapık yolludurlar. Evet onlar gafillerin ta kendileridir.»
Yaradana muhatap olarak ve O’nun emirleri ve yasaklarına göre yaşayarak İslâm’ca bir hayat sürmeyenlerin de akıllan vardır, amma gerçekleri kavramak için düşünmezler. Düşünmedikleri için nefislerine şu sualleri sormazlar:
«Bu kâinat/evren nedir? Bu evren düzenini kuran ve yaşatan kimdir?
Ben kimim, nereden geldim, nereye gideceğim?
Beni yaratan bana görev vermiş midir? İnsanlarla ilişkilerim nasıl olacaktır?
Ben hangi yüce otoriteyi tanıyacağım?
Ölüm nedir, ne getirecek, ne götürecek? Emelleri ile bu dünya hayatına sığmayan ben ölümle bitecek sınırlı bir hayat için mi yaşayacağım?»
Bütün bu sualleri vicdanlarına yöneltmezler ki hakikati kavrayabilsinler.
Gözleri Vardır
Allah’a ve O’nun mutlu edici Şeriatı İslam’a inanıp teslim olmayanların gözleri de vardır. Ama bu gözlerle hayvanlar gibi yalnız eşyayı görürler. Fakat kalp gözleri yoktur onların. Bu nedenledir ki şu kâinat ve dünya sergisinde ve de özvarlıklarında kendilerine sunulan Hakk’a götürücü belgeleri görmezler. Arzu etmedikleri için göremezler.
Kulakları da Vardır
Kulakları da vardır onların. Amma Hak çağrışımı duymazlar. Onlar da hayvanlar gibi ses alırlar, fakat hangi sesin Hak ve hangi sesin Batıl olduğunu ayıramazlar.
Kur’ân diliyle ifade edersek, «Karanlıklar içinde sağır, kör ve dilsiz» olup gerçeği duymaz, görmez, söylemez, düşünmez ve Hakk’a dönmez olan bu zavallıların pek tabiîdir ki insanlıkla ilişkileri yoktur. (En’am 39)
Allah’ın belirlediği insanlık programı olan İslâm’lıkla alâkaları yoktur ki insan olabilsinler.
İnsanlık seviyesinde kalabilmek içini iman gereklidir. Allah’ın ve Peygamberinin emir ve yasakları çizgisinde bütün güzellikleri yaşamak gerekir.
İnsanlık düzeni İslâm’a bağlanmayanlar gerçekten hayvanlar gibidirler. Çünkü hayvanlar gibi ölçüsüz ve düzensizdirler; yalnızca dünya hayatı için yaşar ve yeteneklerini yalnızca bu geçici hayat için kullanırlar.
Allah hâkimiyetini, Peygamber önderliğini kabul etmeyenlerin yaşayışını, hayvanların yaşayışı ile mukayese ettiğimizde varılacak netice bu gerçeği açığa çıkaracaktır.
Bunlar hayvanlar gibi sadece yemek, içmek ve cinsellik kanunlarına uyarlar. Bunun dışında hayatlarına yön veren değişmez hayat kanunları, değer ölçüleri yoktur onların. Bu gün yasakladıklarını yarın meşru tanırlar. Bu gün meşru tanıdıklarını yarın yasaklarlar. Doymaksızın sömürürler, içkileri ve şehvetleri putlaştırırlar.
Allah’a inançla, Âhiret Hayatı’na imanla hayatlarını konumlandıramayan ve gayelendiremeyenler hayvanlar gibi çevre şartlarına uyarlar, kuvvet kanununu benimserler. Bu sebeple kuvvetlileri zayıflarını ezerler. Güçsüzler, haklarını koruyamazlar. Ancak bunlar hayvanlardan daha tehlikelidirler. Çünkü bunların kaba kuvvet yanında kültürel, siyasî ve iktisadî güçleri de vardır. Bu güçleri de kullanır, bitmek bilmez bir ihtirasla sadistçe ezerler.
Sermayenin emeği ezmesi, güçlenen emeğin sermayeyi vurması, kanunlarla dokunulmaz kılman faiz ve karaborsacılık sömürüsünün devam edip gitmesi, rüşvetin geçer akçe olması, toprak işgalleri ve emperyalist emellerle harpler çıkarılması, benimsenen kuvvet kanununa ne kadar açık belgelerdir.
Onların mücadelesi de mağduriyetten, hasetten ötürüdür. Mevki ve şöhret ihtirası içindir. Lüpçülük içindir. Mağduriyetten kurtuldukları, mevki buldukları, şöhrete erdiklerinde ölçüleri değişir. Zira adaletleri, faziletleri Allah’a ve Âhiret Günü’ne imandan doğmamaktadır. Çünkü onlar Âhiret Günü’ne; Cennet ve Cehennem’e inanmazlar, inanmadıkları için de yalnız dünya için yaşarlar.
Evet, İslâm Dini’ne iman ve onu yaşama ile fi’len insanca yaşamayı kabul etmeyenler ölçüsüzlükte, sorumsuzlukta, düşüncesizlikte ve kafalarına buyruk olarak yaşamada hayvanlar gibidirler. Cesaretle yapılacak tahlilin neticesi budur. Hatta onlar Kur’ân ifadesiyle yaşantıda hayvanlardan da sapıktırlar.
Zira hayvanlar kendilerince idraki mümkün olan faydalı ve zararlı şeyleri idrak ederler. Faydalıyı sağlamaya, zararlıdan sakınmaya çalışırlar. Bunlar ise menfaatli olanla zararlı olanların arasını tefrik etmezler. Cennete yöneleceklerine azab-ı elîme yönelirler.
Hayvanlar men’edildikleri zaman dururlar, bir yöne yöneltildikleri zaman yönelirler. Bunlar Hakk’a ve hayırlara yöneltildikleri halde gitmezler.
Hayvanlara faziletleri elde etme gücü verilmemiştir, onlara ise verilmiştir. Fakat bu güçlerinden faydalanmazlar.
Hayvanlar itaatkâr olmasalar da isyanı da meslek tutmazlar. Bunlar ise isyan yolundadırlar. Hayvanlar sahiplerini tanır ve itaat ederler. Bunlar ise Rablerini tanımaz, anmaz ve itaat etmezler.
Sığınacak Rableri, yaşanacak sabit hayat programları, varılacak hayatî hedefleri, erme ümidini taşıyacakları Âhiret Yurtları; Cennetleri olmayan bu hayvanca yaşantıyı meslek tutmuş zavallılar için var olan nedir?
Cehennem’in kendileri için yaratıldığı bu batıl perestler yemek, içmek, üremek ve her an can verip ayrılabilecekleri geçici bir dünya hayatı için mi yaşıyorlar? Buna insanî bir hayat denebilir mi?
İnsanlığa talip olanlar, Cennet’e girmek isteyenler İslâm’a talip olmaya mecburdurlar. Başkaca yol yoktur.
Peygamberimiz «Allah katında mümin yakınlık sırrına ermiş meleklerden daha üstündür.» buyuruyor.
Böylesine yücelmek mümkün iken inançsızlığı, ilâhi yasaları tanımazlığı ve ibâdetsizliği meslek tutarak aklı, ihtiras ve şehvetleri putlaştırarak yolca hayvanlardan da sapık olmak, aşağıların aşağısına; Cehennem’e doğru yuvarlanmak ne ağlanacak hâldir?
Yazımızı Muhammed Sûresi’nden bir âyetle bitiriyorum.
« Allah İslâm Dini’ne inananları; (bu dinin öğrettiği ve yapılmasını emrettiği) uygun ve güzel amelleri yapanları altından ırmaklar akan Cennet’lere sokar. Kâfirler ise zevklenirler ve hayvanların yediği gibi yerler. Ama varacakları âteştir.» (Muhammed, 12)
Önemli Not: Örneğin Çelal Şengör gibi bir ateist ve misalleri pek çok bir deist için insanlık çizgisi ile engerek yaşamı arasında bir fark yoktur. Olamaz da. Bu sebeple biz yukarıdaki makalemizde aşağılamayı değil. Kur’ân aydınlığında gerçeklere değinmek istedik.
ALİ RIZA DEMİRCAN
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ