Birkaç yazıdır kapitalizm eleştirisi üzerinde duruyorum. Doğrusu bunu önemli olduğunu düşünmem sebebiyle vurguluyorum. Şimdi bazı mülahazalar üzerinden konuya devam edeceğim İnşaallah.
Bayramlarda haber bültenlerini izlerken, bir kanalda israf haberi ve bazı istatistikler vardı. Buna göre ekmek israfı ülkemizde ciddi boyutlardaymış. Bu haberi duyduğum andan itibaren zihnimde beliren en önemli soru(n); Müslüman bir ülkede israf söylemi de varken, İslam anlayışı niçin böyle bir israfı engelleyememişti? Bu soru zihnimde daha önemli ve genel bir başka sorunun şekillenmesine sebep oldu: “İslam bu ülkede bizim neyimiz oluyor?” Ya da “İslam bu ülkenin insanları tarafından ne kadar ciddiye alınıyor?” Son iki soruyu cevaplandırmayı başka bir yazıya bırakarak, haber bültenlerinde geçen bazı istatistiklere bakalım.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın yaptığı araştırmaya göre, Türkiye halkı ortalama 3 yılda bir telefon, altı yılda bir araba değiştiriyor ve tasarruf yapma oranı % 14. Tabii bu arada belirtilen periyotlardan daha sık telefon ve araba değiştirenler de var. Bir kere bu kadar sıklıkla eşya değiştirmenin dönemin bir aurası olduğunu belirtmek lazımdır. Zira dönemin tüketim kültürü, sürekli bir kullan at mantığına dayanıyor. Dolayısıyla bir eşyanın değişmesinin temel gerekçesi bugün için eskimesi değil. Meselenin bir başka boyutu daha var. Piyasa sıklıkla tüketim ve doyum daha doğrusu doyumsuzluk mantığına dayandığından, eşyalar da benzer mentalite ile üretilmektedir. Söz gelimi; bir nootbook aldığınızda makinanızın iki sene içinde işlevlerinde bir zayıflama ve yeni çıkan ürünlere adaptasyon sorunlarla karşılaşmasını bekleyebilirsiniz. Yeni çıkan programların yüklenebilmesi daha çok hafızayı ve eklentileri gerektirebilir. Bu durumda makinanızı yenilersiniz.
Bu ikinci durum, tüketimin postmodern versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Modern tüketim, daha çok ürüne odaklanarak ürün satma üzerine dururken; postmodern tüketim artık kişiyi merkezine oturtmuş durumdadır. Bunun anlamı; ürün çıktıkça kişiye bunları sürekli satabilmek. İşte tam da bu sebeple cep telefonlarına gelen mesajların haddi hesabı ve aramaların sonu olmaz. Bankalar her hafta size kredi önerisinde bulunurlarken, her firma mal satmak için belirli periyotlarla kişilerin telefonlarını yoklarlar. Doğal olarak, bir insanın mevcut kazancıyla mal alabilme kapasitesi sınırlıdır. Bundan dolayı bankalar devreye girerek, insanların geleceklerini ipotek alma pahasına onları borçlandırırlar. Televizyonlarda sıklıkla kredi miktarlarının ve kredi kartı limitlerinin söz konusu edilmesi ve insanların gittikçe borçlu bir hayatın içine girmeleri bu sebepledir. İşin tuhaf tarafı, durum artık giderek normalleşmektedir. Ben dünya insanlığının yeni özgürlük sorununun tam da bu noktada oluştuğunu düşünmekteyim.
Gelelim israf ile ilgili boyuta. Evet her şeyde üretim miktarının artması, dünya ölçeğinde yaygınlaşması ve dolayısıyla tüketimin sıkıştırılması gibi bir olgu söz konusudur. Giyim kuşamda ve diğer birçok emtiada ciddi bir israf söz konusudur. Bunlar “gündelik hayatın gereklilikleri” söylemiyle giderek meşrulaşmaktadır. Fakat benim anlamakta en çok zorlandığım mesese ekmek ve yiyeceklerdeki israftır. Bunu bir müslümanın nasıl içselleştirdiğini çok anlayabilmiş değilim. Ancak zihniyet dünyasının olabildiğince dönüşmüş olmasına ve şımarıklığa bağlıyorum. Allah’tan (CC) korkmak lazımdır; zira bir nimete gerekli özen gösterilmediği taktirde Yaratan bunu mutlaka cezalandırır ve bundan korkmak lazımdır.
Fakat ben sorumu yine tekrar edeyim: “İslam anlayışımız niçin bu israfı engelleyemedi?” Sorun nerede?
Prof. Dr. Mustafa TEKİN