islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4852
EURO
36,4080
ALTIN
2.960,47
BIST
9.359,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

İslâm Hangi Sosyal ve İktisadî Modeli Benimser? (1)

İslâm Hangi Sosyal ve İktisadî Modeli Benimser? (1)

İlk önce şunu ifade edelim. İslâm, toplumda yaşayan her ferde beş alanda (Masâlih-i Hamse) temel sosyal haklar vermektedir. Bu hakların şartsız olarak sağlanması halinde toplumsal barış ve iktisadî düzen istikrarlı bir şekilde devam edebilir. İslâm (devleti), bu hakların korunması için, gerekli tedbirleri alır. Buna göre dinen korunması gereken ve devlet tarafından da teminat altına alınan bu zorunlu maslahatlar kapsamına can, akıl, din, nesil ve mal güvenliği gelmektedir.

İnsan canı kutsal olduğu için, dünyaya gelen her insanın yaşama hakkı esastır. İnsan, aklı ile kendi kimliğini inşa eder. Dolayısıyla fikir, düşünce ve eleştirme hak ve hürriyeti ne kadar önemli ise akıl sağlığını tehdit eden bütün risklerle mücadele etmek ve gerekli tedbirleri almak da o kadar elzemdir. Bu bağlamda akıl ve ruh sağlığını bozan uyuşturucu maddelerinin tüketiminin yasaklanması da gereklidir. İnsanlar, din güvenliği sayesinde inandığı dini yaşama hakkını sahiptir. Nesil güvenliği sayesinde de aile kurma hakkı sağlandığı gibi, ailenin değişik risklere karşı korunması da devletin görevleri arasındadır.

Mal güvenliğinin anlamını açıklamadan önce, malın ne olduğunu bilmekte fayda vardır. Mal, insan emeğinin bir mahsulü olan ihtiyaç zamanı kullanmak üzere her çeşit servet olabileceği gibi, insanın tabiî veya göreceli, zorunlu veya lüks ihtiyaçlarından birini karşılayan, taşınır ve taşınmaz her şey olabilmektedir. Değerli bulunmayan ve değişim kabiliyeti taşımayan şeyler, mal (servet) olarak değerlendirilmez. Diğer taraftan her mülk, menfaatlerde olduğu gibi, mal hükmünde de değerlendirilmez. Buna karşılık her mal, hayvanlarda olduğu gibi, mülk olarak kabul görmektedir.

Mal Güvenliği Mülkiyet Hakkını ve Sosyal Sorumluluğu Doğurur

İslâm’da zenginlik ve varlık kavramlarıyla hemen hemen eşanlamlı olan mal veya servet (maddî değerler; para vb), iktisadî ve malî olduğu kadar, sahiplerine getirdiği toplumsal bazı mükellefiyetler açısından da sosyal bir kavramdır. Mal güvenliği (mülkiyet hakkı) ise, toplumların sosyo-ekonomik kalkınmanın en önemli unsurlarından biridir. Dolayısıyla mal (birikmiş para), iktisadî yönüyle hem kişilerin geçim kaynağı, hem de sosyal politika uygulamaları açısından özellikle yoksullukla mücadele açısından önemli bir transfer aracı olması hasebiyle ayrı bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda mal, hayatın sağlıklı bir şekilde idamesi için faydalı olanın elde edilmesinde sahibinin ihtiyacını karşılayan hemen her şeydir. Her şey kapsamına, para, altın ve gümüş (nakdî mallar) girebileceği gibi, temel ihtiyaçları karşılamaya yarayan her çeşit aynî mallar ve hayvanlar da girer. Kur’ân’da mal ve servetle ilgili maddî ve(ya) manevî içerikli otuzdan fazla kavram bulunmaktadır. İslâm’da insana tahsis edilmiş bütün maddî değerlerin gerçek sahibi Allah olduğu için, sosyal sorumluluk kapsamına alınan zengin Müslümanlar, malı üzerinde ancak sadık vekiller olabilir. Çünkü aşağıdaki âyete göre var olan neyse, onu Allah yaratmıştır.

“…Göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan her şeyin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Allah, her şeye kadirdir.” (Maide, 5. 17).

Dolayısıyla bir imtihan vesilesi olan malın insanın elinde bulunması ve emrine verilmesi, sahibinin de mutlak ve manevî anlamda kendisinin olduğu anlamına gelmez. İslâmî yaklaşım doğrultusunda mal, amaç değil bir araçtır. Buna göre Müslümanlar, malını ancak Allah’ın koyduğu şartlar çerçevesinde elde edebilir, uygun yerlerde harcayabilir veya hayır için tasarruf edebilir. Nitekim Allah, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Ey insanlar! Allah’a ve Resulüne iman edin. Sizi, (üzerinde tasarrufa) yetkili (varis) kıldığı maldan (Allah rızası için) harcayın. Sizden iman edip de harcayan kimselere büyük mükâfat vardır.” (Hadid, 57: 7).

Geniş bir açılımla mal güvenliği kavramının kapsamına iktisadî özgürlük, ticarî hürriyet, hür teşebbüs, özel mülkiyet hakkı, mesken dokunulmazlığı gibi haklar girdiği gibi kişiye sosyal sorumluluk yükümlülüğü de getirmektedir.

Yukarıdaki âyetten de anlaşılacağı gibi, İslâm’ın sosyal ve ekonomik nizamında kişi, meşru ölçüler içinde harcama yapmak ve topluma karşı sosyal görevlerini yerine getirmek şartıyla helal yollardan mal-mülk edinebilme hakkına sahiptir. Bu bağlamda Kur’ân, mal güvenliği kapsamında özel mülkiyet hakkını onaylamaktadır. Kur’ân, ayrıca özel mülkiyetin korunmasını şu âyetle emretmektedir:

“Ve birbirinizin mallarınızı aranızda bâtıl ile (haksızlıkla) yemeyin. Ve insanların mallarından bir kısmını, kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.” (Bakara, 2: 188).

Buna göre başkalarının malına haksız yere el koymak, Allah katında suçtur. Mal ile ilgili davalarda haklı çıkmak ve haksız yere maddî menfaat sağlamak için, hâkimlere rüşvet teklif etmek ve onlara rüşvet vermek, Allah katında ayrı bir günahtır. Bu suçları gizlice işleyen günahkâr insanlar, dünyada cezadan kurtulmuş olsalar dahî ahirette mutlaka cezalandırılacaktır. Mal hırsı ile ortaya çıkan bütün sosyal ve ahlâkî sapmalar, dünyevîleşme eğilimlerinin bir sonucudur. Hâlbuki Allah, Kur’ân’da malın dünyevî ve dolayısıyla geçici olduğunu, bunun yanında malın nasıl elde edildiği ile ilgili olarak kişinin mahşerde hesaba çekileceğini hatırlatmaktadır. İlgili âyet kısa fakat çok açıktır:

“…Siz geçici dünya malını (menfaatini) istiyorsunuz, hâlbuki Allah ahireti (kazanmanızı) diliyor. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfal, 8: 67).

Bu âyet, mal (dünya) uğruna Müslümanların dünyevîleşebileceğini hem göstermekte, hem de kendilerini uyarmaktadır. Ahireti unutarak, ne pahasına olursun bireysel menfaat için mal biriktirmek, büyük gaflettir. Diğer taraftan ilgili âyetin mala ve zenginliğe tümüyle karşı çıktığı da iddia edilemez. İslâm, temel insanî ihtiyaçları karşılamak adına mala sahip olmayı ve faydalı hizmetlerde bulunmak maksadıyla malın artması için teşebbüste bulunmayı, teşvik etmektedir. Yeter ki mal sahibi, malı bir emanet gözüyle baksın, manevî ve sosyal sorumluluklarını yerine getirsin.

Nitekim Hz. Peygamber (sav), malın nasıl iyi ve faydalı olabileceğini şu sözleriyle bir açıklık getirmiştir:

“Mal, Müslümanın ne iyi arkadaşıdır! Ondan düşküne, öksüze ve Allah yoluna vermiştir.” (Müslim; Zekât: 11).

Malını hak uğrunda ve sosyal amaçlı olarak kullanan servet sahibi Müslümanların bizzat Hz. Peygamber (sav) tarafından övülmesi, sosyal politika açısından çok anlamlıdır. Bu yönüyle İslâm’ın sosyal ve ekonomik modeli, bir bütünlük içinde olduğu için, maddî olduğu kadar aynı zamanda manevî içeriklidir. Oluşturduğu piyasa ekonomisi modeli de gelişmiş demokratik, liberal, sosyal devletlerde olduğu gibi sosyal olmakla beraber bunun ötesinde aynı zamanda ahlâkî ve manevîdir. Gelecek yazımızda inşallah İslâm’ın piyasa ekonomisi modelinin özelliklerini ortaya koyacağız.

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.