Geçen haftaki yazımızın devam olarak hac bir ibadetinin diğer inanç sistemlerinde genel anlamda çağdaş bir bakış kazanarak eskileri yad etmek ve en güncel olarak küreselleşme eylemi olarak görülmektedir. Bugün yaşayan dinlerin birçoğunda (İsa Mesih’e tanrılık atfedip onun kutsal yaşam alanı olarak gökleri belirleyen Hıristiyanlık istisna kabul edersek) bütün mensuplarının kutsal hac yeri olarak kabul ettiği ve kutsallığı kutsal kitaplara dayanan bir hac merkezi bulunmaktadır.
Doğu dinlerinde putperestlik hakim olduğundan Hindular, kutsal Ganj Irmağı’nın köklere yönelişi göstererek cennetten doğduğuna inandıkları yeri (bilhassa Benares, Varanasi’yi) ziyaret ederken Japonların millî dini Şintoizm’de ise tıpkı Arafat gibi kutsal kabul edilen dağlara (özellikle Fuji Yama dağına) çıkarak orada kamp kurup ibadetlerle geceleri geçirirler. Tanrı inancı bulunmayan Budizm’de ise bu dinin kurucusu olan Budda’yı tanrı olarak tapan Budistler, Buda’nın doğduğu yer olan Lumpini parkına kutsal ziyaret veya büyük uyanışını gerçekleştirdiği Bodhi Gaya’ adlı mekandaki devasa Buda heykelini “ziyaret edip önünde saygı ibadetinde bulunmayı” hac kabul ederler.
Yahudilik’te hac olayı Kudüs’e doğru kutsal yolculuk ve Ağlama duvarını tavaf (hag) formundadır. Bilhassa ömrü sürgünde geçen (diyaspora) Yahudiler için hac ibadeti, diğer inanç ve ibadet esasları gibi, tarih boyunca eklemeler ile vatansızlığa hasretle ve gelecekte inşa edilecek Mesih krallığı hayaliyle pek çok değişikliğe maruz kalmıştır. Antik dünyada iken Yahudiler, uzun süre göçebe hayatı yaşarken, zaman zaman Hz. Musa’nın ve diğer peygamberlerin buyruklarını terkedip putperest adetlere meyletmiş ve tıpkı Cahiliyye’deki müşrik Araplar gibi haccın anlamını tahrif etmişlerdir. Mesela Yahudiler, sürgündeki ağır şartlar yüzünden Tevrat’ta kendilerine emredilen yılda en az üç defa yapılması buyruğuna her zaman gereken önemi göstermemiş ama Hz. Süleyman’ın inşa ettirdiği Mescid-i Aksa’nın (Bet HaMikdaş) M. S. 70 yılında Romalılarca yıkılmasından ve sadece ağlama duvarının kalmasından sonra uzun süre Kudüs’e girmeleri yasaklandığından sadece esnek dönemlerde millî birliğin sağlanması için hac mevsimlerinde Kudüs’e gitmeye özen göstermeye başlamışlar ancak yine de bu hac, azınlıkta kalındığından sembolik bir hal almıştır.
Daha dünyevi, maddi ve somut fenomenlerle donattıkları inançlara sahip Yahudiler, Zaten karmaşık kuralları içeren Kutsal Süleyman Mabedi’nin Romalılarca M.S. 70 yılında yıkılmasını bahane ederek Ortaçağ boyunca Tevrat’ın birçok hükmünü askıya aldıkları gibi hac hakkındaki hükümleri de gevşetip zaman zaman riayet etmemeye başlamışlardır. Siyonistler özellikle haccın tam olarak gelmesi için Mesih’in gelip “Yahudi Krallığı”nı kurduktan sonra Mabedi üçüncü kez inşa etmesini ve bu mabede göre yenilenen hükümlerle yeniden icra edilmesini istemektedirler. Bu bakımdan Mesih’in gelmediği bu zamanlarda Siyonistler dahil tüm dindar Yahudiler, haccı, sembolik olarak, kendi evlerini kutsal mekana çevirerek veya kutsal mabetleri olan havraları hac mekanına dönüştürerek her şeyi olduğu gibi hac konusunu da açık bir şekilde suiistimal etmekte adeta politik açıdan Mesih’in gelişi için metafizik aleme baskı kurmakta adeta hac fenomenini manipüle etmektedirler. Bunlar içinde sadece aşırı dindar olanlar, Kudüs’e gitmekte ve bilhassa Sekine’nin hala var olduğuna inandıkları Ağlama Duvarı’nda bu duvarın önünde Tevrat’tan ve dua kitabı Siddur’lardan parçalar okumakta, tarihte kalmış şanlı hatıralar hatırlanıp yad edilmekte ve üzüntüler belli edilmek üzere yüksek sesle içli ağlamakta veya gelecekte inşa edecekleri tüm dünyanın egemenliğini amaçlayan Siyonist krallığın ve onun idarecisi Mesih’in çabuk gelmesi için tefekkür ibadeti yapmaktadırlar. Bu ziyaret ve tavaf sırasında Ağlama Duvarı’nın aşınmış yarıklarının içinde dualarını, maddi veya manevi dileklerini şifa taleplerini yazarak koyarlar. Bu haliyle Yahudiler, haccın tüm menasiklerini unutmuş ve hac ibadetini sadece geleceğe odaklı ve kurulacak Siyonist üçüncü mabedin inşasını bekleyen “bir umut ibadetine” dönüştürmüşlerdir.
Hıristiyanlık’ta İsa Mesih’in göğe çekilmeden önce yaşadığı topraklara bilhassa Kudüs’ü ziyaret başta olmak üzere havarilerin dolaştığı yerlere (Efes, Antakya veya Roma kentleri) doğru yola çıkıp onların dolaşması gibi o bölgelerde dolaşmak önemsendi. Bu inançta her Katolik, ömründe bir defa buralara yolculuk etmelidir; zira bu “dindarlığın gereğidir”.
“Dengeli yolun ve varış yerinin sahibi olma (sawah) iddiasındaki Yahudilerden daha soyut ve daha göksel anlamlar yükleyen Katolikler, dindar olmayı Yol’un kendisini olan (Via in sich) “İsa Mesih’e doğru kutsal yolculuk” olarak anlarlar. Katolik Hıristiyanlar, haccı öncelikle kutsal haçlı seferlerinde en somut örneklerini gördüğümüz üzere haç taşıyarak Kudüs’e yapılan kutsal yolculuk olarak görmüşlerdir. Ancak her zaman olduğu gibi Hıristiyanlar ile İsa Mesih’in yaptığı ibadetler arasında ciddi kopukluklar mevcuttur. Hıristiyanların ellerinde bulunan İncillerde hacla ilgili ayrıca hüküm yoktur. Zaten M.S. 49 yılında Kudüs’de toplanan Havariler Konsilinde sonradan Pavlus’un başını çektiği grubun baskısıyla, Tevrat’ın, artık tüm hükümleriyle nesh edildiğini Yeni Ahit döneminin başladığı ve Yahudilere ait hiçbir hükmünün bağlayıcılığının kalmadığına karar verilmiş buna istinaden haçta kendini feda eden İsa olduğu için kurban ibadeti kaldırılmıştır. Yine yeryüzündeki Kudüs, Mesih’in göğe çekilmesi ve ikinci gelişi ile inşa edeceği göksel Kudüs’e gelip kuracağı için maddileşmiş ve Yahudilerce ve putperest Romalılarca kirletilmiş olan Kudüs’e hac yapmaya son verilmiştir.
Hac ibadeti konusunda Aziz Pavlus’in tavrı çok önemlidir. Pavlus, yaptığı ezoterik yorumlarla mevcut Yahudi ibadetlerine verdiği ikinci anlamlar gibi hac ibadetine de batınî bir anlam yüklemiş; Yahudilerin hac yeri Kudüs’e karşı olumsuz bir Hıristiyan görüntüsü çizdirmiştir. Bundan dolayı, Pavlus’tan sonraki nesil, Kudüs’e hac ziyareti yapmayı terketmiştir. Bu bakımdan Hıristiyanlar için hac ibadeti bir ibadetten ziyade Hz. İsa’nın yaşadığı yerleri görme arzusuna dönüşmüş hatta mevcut Hıristiyan mezhepleri için Yahudilerin önemsediği anlamda Kudüs, bir hac merkezi olmaktan çıkarak ilk dönem Hıristiyanların yaşadığı yerlere odaklanmışlardır. Hıristiyan dünyasında bilhassa Roma Katolik Kilisesi, tüm Hıristiyan dünyasına hiyerarşik hakimiyet kurmak gayesiyle ilk havari Petrus’un ve 13. Havari (bu günkü Hıristiyanlığın gerçek mimarı kabul edilen ) Aziz Pavlus’un öldürülüp gömüldüğü Roma kentini hac merkezi ilân etmiş hatta çıkardığı pek çok ferman ile Roma’nın kutsiyetini işari anlamlarla ve metaforlarla yorumlayarak daha çok vurgulayıp Kudüs’e gitmekten vazgeçirmeye ve hac merkezi olarak buraya yönlendirmek için çabalar göstermiş ve çoğu kez de başarılı olmuştur. Roma Katolik kilisesine bir tepki (protesto) olarak doğan ve sistemini onun üzerine inşa eden Lutheryen Protestanlık ve bu mezhebin barındırdığı binlerce fırka içinde bu yüzden “hac” diye bir ibadete rastlanmamaktadır. Haftaya İslam hac anlayışını Dinler Tarihi perspektifiyle ele alacağız.
Prof. Dr. Mustafa ALICI