Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Keriminde “Ancak bütün mü’minler kardeştir buyuruyor bizlere… İki Cihan güneşi Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de;
“Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu yüzden uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” diye buyurmaktadır.
İşte bu sebeple, dünyanın neresinde olursa olsun, kelime-i şahadet şemsiyesi altında yaşayan bütün insanlar, gönülden bizim kardeşlerimizdir. Rengi, ırkı, dili ne olursa olsun “Ben şahadet ederim ki Allah vardır ve birdir. Ve ben yine şahadet ederim ki Hz. Muhammed onun kulu ve elçisidir” diyen herkes ama herkes bizim din kardeşimizdir.
Peygamberimiz (sav);
“Mü’minin Mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı tutan binanın taşları gibidir.” Buyurmuşken,
“Îmân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (kâmil mânâda) îmân etmiş olmazsınız.” Diye bizleri ikaz etmişken,
Hiçbiriniz kendisi için sevdiğini (istediğini Müslüman) kardeşi için de sevmedikçe (kâmil mânâda) îmân etmiş olamaz.”
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zâlime) teslim etmez. Kim, Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allâh da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeble Allâh da onu kıyâmet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanın bir kusurunu örterse, Allâh da kıyâmet günü onun kusurunu örter.”
Buyurmuşken bizlerin, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan müslüman kardeşlerimizden bi-haber olmamız, hatta ve hatta “Nemalazımcı” bir tavır takınmamız, başta Müslümanlığımıza daha sonra da insanlığımıza yakışmayacaktır.
İnsanlar arasında ki barışın tesisi için, Medine’de Ensar ve Muhacirin arasında kardeşlik ilan eden, çeşitli etnik ve din mensuplarıyla “Medine sözleşmesini” imzalayan, Hudeybiye anlaşmasıyla barışı tesis etmeye çalışan, bil-mecburi savaşa mecbur kaldığında bile, savaştan hemen önce karşı tarafa savaşmayalım barışalım mesajını göndermeyi ihmal etmeyen âlemlerin efendisi Peygamberimiz’in (sav) ümmeti olarak; keşmekeşliğin tavan yaptığı ve bencil yaşadığımız bu çağda, dünyanın neresinde olursa olsun din kardeşlerimize sahip çıkmak, hiçbirşey yapamıyorsak bile din kardeşlerimiz için dua etmek, bize yakışan tavır olacaktır.
Emin olun, haritayı önümüze açtığımızda, bize sorulunca yerini gösteremiyeceğimiz veya göstermekte zorlanacağımız coğrafyalarda zulüm gören müslüman kardeşlerimiz mevcut. Zalimin pençesinde inim inim inleyen bu kardeşlerimiz için; “Ya rabbi! Dünyanın her bölgesinde, aynı Mekke döneminde olduğu gibi Müslüman olduğu için zulüm gören kardeşlerimize yardım eyle.” Minvalinde dualar edemiyorsak, Müslüman’da olmaması gereken ve bir müslümana hiç yakışmayan bencil bir kişiliğe sahibiz demektir.
Gelin kıralım içimizde ki ben duygusunu. Gelin atalım beynimizde ki prangaları. Namazlarımızdan sonra ellerimiz dua’ya kalktığında, Ramazan’da orucumuzu açacağımız iftar vaktinde, Myanmar’da ki, Doğu Türkistanda ki, Filistinde ki ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan kardeşlerimiz için dua ve niyazda bulunalım yüce rabbimize… Öyle ya, dualarımız ve diğer ibadetlerimz olmasa, yüce rabbimiz bizlere ne diye değer ve kıymet versin ki?
O zaman gelin bu gün, dualarımızı fiili duaya çevirmek adına bu yazımızda, Güneydoğu Asyada, Andaman Denizi ve Bengal Körfezi kıyısında, Bangladeş, Çin, Hindistan, Laos ve Tayland arasında sıkışmış, Myanmar’dan ve burada yaşayan, daha doğrusu yaşamaya çalışıpta yaşayamayan Müslüman kardeşlerimizden bahsedelim.
Düşünsenize bir ülkede yaşıyorsunuz ve o ülke yönetimi sizi Müslüman olduğunuz için vatandaşlıktan çıkartıyor, yetmiyor devlet gelerek sizin köylerinizi, sokaklarınız nihayetinde evlerinizi yakıyor, kadınlarınıza ve çocuklarınıza tecavüz ediyor, bu da yetmiyor toplama kamplarında zor şartlarda acımadan sizleri ölüme terkediyor.
Kadın sesleri, çocuk sesleri… Çığlıklar yükseliyor semaya… Sırtınızı dayayacağınız ve güveneceğiniz hiç kimsecikler yok etrafınızda. Ne Müslüman ne de bir insan kardeşiniz sizin çığlıklarınızı duymuyor veya duymamazlıktan geliyor.
Ve tüm bunlar Müslüman olduğunuz için reva görülüyor sizlere…
Myanmar da yaşayan Arakan’lı Müslümanların yaşadığı zulmü, aslında Bir müslüman olarak hatta bir insan olarak anlatmak, kelimelere dökmek çokta kolay değil maalesef! Bizim kelimelere dökmekte zorlandığımız, Tv ekranlarında içimiz burkularak izlediğimiz bu zulümleri maalesef orada ki Müslüman kardeşlerimiz yaşıyorlar…
BM raporlarına göre, “dünyada en fazla zulüm gören azınlık” olarak görülen Arakanlı Müslümanlar, 1982 yılında kabul edilen yasayla “devletsiz” konuma düşürüldüler. Şiddet olaylarına toplumsal ve ekonomik ayrımcılığa maruz kaldılar.
Burada yaşayan Müslüman kardeşlerimizin İlçeleri ve köyleri yakılıyor, kadın ve çocuklara tecavüz ediliyor ve açık hava cezaevi konumunda ki kamplarda, beslenme yetersizliği nedeniyle can veriyorlar.
Myanmar’ın Bangladeş sınırı yakınlarında ki Arakan bölgesinde yaşayan Bengalli olarak anılan Müslümanlar kardeşlerimiz, şimdiye kadar ki yönetimlerce “Bangladeşten göç eden azınlık” olarak kabul edildiler ve vatandaşlık hakları ellerinden alındı.
2012 yılında Budist rahiplerinde olduğu Arakanlı’ların, Müslümanların yaşadığı mahalleleri ateşe vermeleri, basına yansıdığı kadarıyla daha dün gibi hafızalarımızda. Güvenlik güçlerinin ise bu yakma ve tecavüz fiillerine sessiz kalması ve müdahale etmemesi ise zulmün boyutlarını anlamamıza yardımcı olacak türden…
BM milletlerin 2017 raporlarına göre Arakan’dan Kaçıp Bangladeş’e sığınan Müslümanların sayısı 900 bin’in üzerinde.
Pekiyi ne oldu da “Na-mahrem eli değidi” Arakanlı Müslüman kardeşlerimizin sinelerine? Halen 135 ayrı etnik grubun bulunduğu Myanmar’da Radikal Milliyetçi Budistler, Müslümanların resmen tanınmasına neden karşı çıkıyorlar? Evleri, işyerleri yakılıp yıkılan bu trajedi niye?
Bu kardeşlerimiz devletsiz sayıldıkları ve zulme maruz kaldıkları için yaşadıkları toprakları terkederken, aç ve susuz çıktıkları yollarda insan tacirlerinin eline neden düşüyorlar veya düşürülüyorlar?
2017 yılında Ağustos ve Eylül ayları içinde çıkan çatışmalarda on bin’e yakın insan hayatını kaybetti. 900 Bin civarında Arakan’lı Müslüman Bangladeş’e göç etmek zorunda kaldı. Göç yolunda, teknelere açılan ateşler sonucunda bebekler ve çocuklar denize düşerek ve boğularak can verdi.
BM milletler ve insan hakları örgütleri, yapılanları “Etnik temizlik” veya “Soykırım” olarak raporlarına yazarken; biz Müslümanlar ne yapabiliyoruz ki bu kardeşlerimize. “Birbirinizi sevmedikçe gerçek manada iman etmiş olmazsınız” buyuran Peygamberimiz (sav)’e ne kadar kulak verebiliyoruz ki? Zulüm gören Arakanlı Müslüman kardeşlerimize; “Gönülden gönüle yol vardır” sözüne istinaden, dualarımızla gönülden gönüle kapı aralayarak, köprüler kurabiliyor muyuz?
Arakanlı Müslüman kardeşlerimiz, Batılı emperyalist sömürgeci güçlere karşı verdiğimiz Kurtuluş savaşımızda, Türk kardeşlerimiz ve Halifemiz zor durumda diyerek 35 bin altın göndermişlerdi bizlere… Evet, yanlış duymadınız 35 Bin altın…
Yüz yıldan fazla İngiliz sömürüsünde kalan, şimdi de 1982 yılında çıkarılan bir kanunla “Devletsiz” bırakılan ve her türlü zulüm reva görülen, Kurtuluş savaşında bizler için varını yoğunu ortaya koyan Arakan’lı Müslüman kardeşlerimize vefa borcumuz yok mu acaba? Ne dersiniz?
Selam, saygı ve muhabbetlerimle….
Şaban DOĞAN
KURTULUŞ SAVAŞI ESNASINDA BİZE GÖNDERİLEN 35.000 ALTININ BELGESİ