İstanbul Sözleşmesini okudum. Aslında 10 kadar maddede özetlenebilecek bir sözleşme. Kadına ve aile içi şiddete karşı çıktığı iddia edilen bu sözleşme aslında şiddetin kaynağı. Çünkü eşcinsel evlilikleri bile onaylayan batının piç yaşamını devlet eliyle pazarlıyor. Sözleşmeyi Nevzat Tarhan hocamızın sitemizde yayınladığımız yazısından ayrıntılı olarak inceleyebilirsiniz
Bu sözleşme, Hak olan Allah’a ve Onun huzurunda sorgulanacağımıza inanmayan batının ürünü. Batıda aile yapısı çökertilmiş. Aile içinde adalet, merhamet ve fedakârlık gibi değerler yitirilmiş. Bu dünyada çıplaklık, zina, nikâh dışı birliktelik, eşcinsellik, lezbiyenlik ve alkollü içkiler meşru. Porno ve hayvanlarla ilişki bile zevk ve kazanç konusu. Eşcinsel evlilikler de yasallaştırılmış.
Batı ürünü olan İstanbul Sözleşmesi cebre dayanmadıkça geleneksel ve modern tüm uygulamaları yani haramları ve zararları doğal gören bir sözleşme. Zinacıyı, eşcinseli, lezbiyeni, pezevengi koruyan ve onaylayan sözleşme. Bir tür hayvanî yaşama onay. Önlemleri bizim toplumuzda daha bir şiddet üreten ama çare üretmeyen bir sözleşme. Şiddeti engelleyecek hiçbir manevi müeyyidesi yok, vicdanı da yok.
Üretim aracı olmaktan öte insanın bir değeri yok. Erkek kadın, kadın erkek için bir değer ifade etmiyor. Her şeyi meşrulaştıran batı şiddeti de engelleyemiyor. Yapabileceği İstanbul Sözleşmesi gibi bir yasa, onu da yaptı. Batınının çizgisinde olan ülkemizi de buna ortak ettiler. Ülkemiz de zaten batılı olmaya can atıyor.
İslâmî Vahyin ışığını almayan aciz aklın ortaya koyduğu İstanbul Sözleşmesine yaşadığımız laik dünyamızda karşı çıkmanın pek bir anlamı ve izahı yok.
İslam’ın insan hayatını yönlendiren eğitim, iktisat, medeni, ceza ve miras hukukunu Anayasal düzenimizle dışladık. Halen İslâm’ın bütününe talip olmak anayasal suçtur.
Özele gelelim: zinayı meşrulaştırmadık mı? Eşcinselliği yasaklayan bir maddemiz var mı? Medyamız büyük çoğunluğu ile yasal seksüel prodüktör/pezevenk değil mi? Alkollü içkileri serbest kılmadık mı?
İslâm’ı dışlayan egemen yasal düzenimiz ortada. Diyanet, Tarikatler, İlahiyatlar dilsiz şeytan olmuş. Baş tacı ettiğimiz laik düzene çıt yok. Ama devede kulak bile olmayan İstanbul Sözleşmesine karşıyız.
İstanbul Sözleşmesinden çekildiğimizi ve buna dayalı 6284 yasayı ilga ettiğimizi düşünelim. İnanın değişecek bir şey olmayacak. İslâm’ı tam bir gavurlukla dışladığımız için ikame edeceğimiz bir düzenimiz yok. İslam bilinecek ve yaşanacak olsaydı bu tür sözleşmeler ve yasalar zaten oluşamaz, hayat bulamazdı.
Biz İslam’ı eğitimde, ekonomide, hukukta dışladığımız gibi zina lezbiyenlik eşcinsellik ve alkollü içkileri de meşrulaştırdık. İslam diye bir meselemiz yok. Bizim İmam hatiplerimiz ve bir batı projesi olan ilahiyatlarımız bile İslâm insanı yetiştiremiyor. Adalet ve merhamet yoksunu laik düzene karşıtlığı geçtik ilmî eleştiri getirenimiz bile yok.
İslâm’ı Bilmiyor muyuz?
İslâm’ı da bilmiyor ve gereğince de inanmıyoruz. Örneklendireyim: 40 kadar ilçe müftüsünün ölen kadınını kocasının ne kadar iddet bekleyeceği şeklinde ki soruyu cevaplandıramadıklarına tanık oldum. Aralarında yüksek mahkeme üyesi ve üst düzey görevli aydınlarımızın bulunduğu topluluğun, geride çocukları ve eşini bırakarak ölen kişinin anasına basına miras hakkı düşüp düşmeyeceğini bilmediklerine tanık oldum.
Bir ilahiyat dekanına sormuştum sizin eğitiminizin amacı ne? Cevap veremedi. Veremez de. Çünkü amaç yok. Bizim nesil 18 yıldır iktidardayız. İşte bak, bizim neslin yürürlüğe soktuğu İslâm’la çelişik sözleşmelerin ilgasıyla meşgulüz.
Alternatif Bir Sözleşme İçin Geleneksel Hukukumuzdan/Fıkhımızdan Yararlanamaz mıyız?
Kur’ân ve Sünnet’ten elbette yararlanırız. Ama bizim geleneksel fıkhımız çare değil. Kadınlarımızı özgür özneler olmaktan çıkaran, camilerden bile dışlayan bir yapımız var. Ergenlik öncesi çocuklara bile evlilik yolunu açmışız. Mucizevi bir yapı olan Kur’ânî boşama sistemini bile erkek egemen karmakarışık bir yapıya dönüştürmüşüz. Yalnızca evlilik içinde zinacı olan kadına aileyi korumak için hafif bir fiziksel etki dışında hiçbir şekilde şiddeti cevaz vermeyen İslâm’ı da sömürdük. İslam adına köleliği ve saltanat düzenini bile onayladık. İtiraf edelim İslâm’ı dışlayan dünyamızda şiddet bir yerde değer vermenin de bir şekli oldu.
Bundan en az kırk yıl önceydi. Dönemin Akşam gazetesi Ajda Pekkan ile bir söyleşi yapmıştı.
Ajda Pekkan Batı ülkelerinin birinde bir motele yerleşir. Moteli bir karı koca işletmektedir. Ajda hanım Türkiye’nin tarihsel dokusu ve doğal güzelliklerini anlattığında erkek yani koca kalkar bir takım hesaplar yaptıktan sonra gelir ve karısına şöyle der:
Bu konuşmaya tanık olan Ajda şu değerlendirmeyi yapar:
Birden Anadolu erkeği gözümde büyüdü. Taciz edilen eşi için cinayeti bile göze alabilen erkeğimizin nazarında kadının bir yeri var. Ama batı dünyasında böyle bir değer anlayışı yok.”
Karşı çıkılması gereken şiddet söylemine takılmayın. Bizim İslâm’sız batıl dünyamızda şiddet biraz da batıl yargılarımızdan doğuyor.
Bu Günleri Görüp Önceden Bir Çalışma Yapılamaz mıydı?
Elbette yapılırdı. Ama biz baskıcı ve ötekileştirişi laik düzene teslim olduk. İslam’ı abdeste ve namaza indirgedik…
Şahsen İstanbul Sözleşmesinden önce yapılması gerekeni yapmaya çalıştım. İslâm’a Göre Cinsel Hayat isimli eserimi yazdım. İstanbul sözleşmesinin doğal görüp faillerini koruduğu haramları tek tek inceledin, televizyon programlarında dile getirdim. Bu çalışmalarımdan Devlet Güvenlik mahkemesinde yargılandım. Üstelik bilgisiz ve bilinçsiz Müslümanlarla da mücadele ettim.
İstanbul Sözleşmesi İslamsızlığının Belasıdır
Problemimiz yalnızca İstanbul Sözleşmesi değildir. Allah’a ortak koşma üzerine oturtulmuş eğitim sistemimiz tam bir şer kaynağı. Allaha savaş açmış olup emperyalistleri besleyen bir ekonomik yapımız var. İnsan doğasıyla çatışan hukuk düzenimiz de ayrı bir facia.
İstanbul Sözleşmesi İslâm’ı dışlamanın belasıdır. Şiddet de İslâmsızlığın ürünüdür.
İslâm dışılığı yani seküler laik düzeni hayatımızın her anına egemen kılmışız. Aydınlatıcı enerji kaynağımızı perdelemişiz. Onu aramıyoruz. Hayatımızı kuşatan zifiri karanlıklar içinde mum ışığı yakmaya çalışmayı iş zannediyoruz.
Evet koruduğumuz Düzen her şeyi yapılabilir kılmış. Zaten her tür piç ve habis yaşam yaşanabilir durumda.
Savunucularına soralım: İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa şiddeti engelledi mi? Hayır. Engelleyebilir mi? Hayır. Şiddeti artırdı mı? Evet.
Peki Şiddete Teslim mi Olacağız?
Elbette ki. Hayır.
Ne yapacağız? İşte size 10 madde halinde şiddetin sebepleri ve çareleri:
https://www.alirizademircan.net/kadina-siddetin-sebepleri-ve-careler-5-496h.html
Amacımız şiddeti önlemekse okuyalım ve geliştirelim. Ama bunu da yapamayız. Çünkü meri düzene dokunamıyoruz. Dokunmak için Diyanet, İlahiyat ve Tarikatların sonra da siyasilerin en az laikliğe olduğu kadar İslâm’a da İman etmesi lazım.
Bütünü elde edilemeyeninin parçaları ihmal edilemeyeceği için İstanbul Sözleşmesine karşı çıkalım… Çıkalım da işin özünü de kavrayalım.
Allah sonumuzu hayreylesin diyeceğim ama Pandemi bile aklımızı başımıza getiremedi. Sözü bizleri tanımlayan bir Kur’ânî açıklamaya bırakalım:
“ Ve insanlardan kimi de vardır ki, Allah’a imanla küfrün sınırında, yani kıyı kenar kulluk eder, öyle ki başına bir iyilik gelse, ondan hoşnut olur, ama başına sınayıcı bir güçlük gelse, hemen bütünüyle yüz çevirir ve böylece dünyayı da, ahireti de kaybeder. İşte en açık zarar ve kayıp da budur.” (Hacc 22/11)
Ali Rıza DEMİRCAN
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
MİRATHABER.COM – YOUTUBE