Kamâlist yazarlar arasında bizim gibi bir ayağı kabir çukurunda olan ama bizim ilahiyatçılarımızın azîm çoğunluğu gibi tembel olmayıp yazmaya devam eden Ertuğrul Özkök yine İle Hak ile Batıl’ı karıştırdı ve şöyle dedi:
“Cumhuriyet Sadece Modern İnsanların Değil Muhafazakarların da Cumhuriyeti. Galiba O Atatürk ve Cumhuriyet Düşmanlığı Yapan İnsanlar Yavaş Yavaş Yenilgiye Uğruyor.”
İslam padişahlığı, krallığı, sultanlığı ve özü laiklik olan Atatürkçülüğü onaylamaz ama Cumhuriyet’le bir problemi yoktur. Onaylayabileceği yönetim şekli ancak Cumhuriyet olabilir. Cumhuriyet’i kabul laikliği ve Atatürkçülüğü kabulü anlamına gelmez.
Bu sebeple “Cumhuriyet Sadece Modern İnsanların Değil Muhafazakarların da Cumhuriyeti, ” şeklinde yapılan tespite gelince… Bu tespit, muhafazakârları bilemeyiz ama İslam’a bütünlüğü içinde bir hayat nizamı olarak inanan inşanlar katında Hak’tır/doğrudur. Ama “ Galiba O Atatürk Ve Cumhuriyet Düşmanlığı Yapan İnsanlar Yavaş Yavaş Yenilgiye Uğruyor.” ifadesi ise Batıl’dır.
5816’yı protesto amacıyla Atatürk’ü bir tarafa koyalım. Atatürk karşıtlığını Cumhuriyet düşmanlığı olarak yorumlama tam bir cehalettir. Asgari müşterek olabilecek değerleri de inkâr ve imhadır.
Cumhuriyet’in, onu istibdat kamçısı gibi kullananlar eliyle gelmesi onu Atatürkçülerin malı kılmaz. Bilerek edepsizlik yapılmasın.
Biz bu konuyu tam elli yıldır işliyoruz. Şimdi sizlere yarım asır önce genç bir İmam hatip olarak hazırlayıp Süleymaniye camii minberinden sunduğumuz Cuma hutbemizden bazı bölümler nakledelim:
Bu itibarla İslâm dindir, devlettir, barıştır; düzenleyici ve yönlendirici emirler-yasaklar manzumesidir.
Nihaî şekli, 14 Asır önce Allah tarafından gönderilen ve Kıyamet gününe kadar geçerli kılınan İslâm, en ilkel şartlar yanısıra en gelişmiş toplumlarda uygulanabilecek seçimle ilgili genel kurallar koymuştur. Bu kuralları da seçme ve seçilmede bütün mükellef mü’minleri yetkilendiren bir yapı içinde adâlet, liyakatlileri görevlendirme ve şûra olarak özetleyebiliriz.
Zira Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’in müteaddid âyetleriyle adâleti emretmiş, öz canlarımız aleyhine de olsa adâletin gerçekleştirilmesini emir buyurmuştur. Kamusalı dahil bütün alanlarda liyakatlilerin görevlendirilmesini de şöylece ilkeleştirmiştir:
“Allah size emanetleri ehil olanlara tevdi etmenizi ve her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız adâletle hükmetmenizi emreder…” (Nisa4/58)
Vahiyle belirlenmeyen konularda danışmayı, seçimi ve çoğunluğun görüşlerinin benimsenmesi ilkesini içeren Şûra prensibi ise şanlı Peygamberimiz, biricik önderimizin şahsında bütün mü’minlere şöyle emir buyrulmuştur:
“…(Ey Peygamber!) Toplumu ilgilendiren her konuda çevrendeki insanlarla müşavere et“ (Al-i İmran 3/159)
Şûra’nın mü’min toplumların temel özelliği olması gerektiği hususu da şöylece açıklanmıştır:
“(İlâhî armağanlar) Rabbinin çağrısına karşılık verenler ve namazlarında dikkatli ve devamlı olanlar, bütün ortak meselelerini aralarında Şûra (danışma)ile karara bağlayanlar içindir...” (Şûra 42/38)
Âdil ve kapsamlı bir yapı içinde liyakatli mü’minleri Şûra yoluyla belirleme şeklinde ifadelendirdiğimiz kuralların, tarihi toplumlarda ancak toplumun tabiî temsilcileri gibi görülebilecek ilim adamları, askeri rical ve siyasîler gibi aydınların aktiviteleri ile gerçekleştirebilmiş olması gayet tabiiydi. Nitekim örnek nesil sahabilerin ilk dört halifenin seçimindeki uygulamaları da bu şekilde olmuştu. Çünkü Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) yönetimde kendi ailesinin ve de herhangi bir zümrenin fertlerine ayrıcalık ve öncelik tanımamış, devlet başkanının seçiminin İslâmî ilkeler doğrultusunda gerçekleştirilmesini Müslümanlar’ın özgür iradelerine bırakmıştı.
Ulaşım ve iletişim imkanlarının geliştiği asrımızda sözü edilen kuralların, insan gelişiminin akla dayalı nihai ürünü olan (İslâm’la ayarlı) demokratik bir cumhuriyetle işletilebileceği hususu makul bir kabuldür.
İçinde yaşadığı toplumu iyiye, güzele ve doğruya yöneltmek, dinin, olgun aklın ve bilimin red ve takbih ettiği zulümleri, sömürü ve ahlâksızlıkları bizzat veya bilvasıta gidermek bütün mükellef mü’minler’in görevi olduğuna göre, her ferde seçme ve seçilme hakkını veren ve sivil eylemlere açık olan demokratik bir cumhuriyet, (daha iyi bir yöntem belirlenmedikçe) mutlakiyet ve meşrutiyete tercih edilmesi gerekendir.
Burada şu ana gerçeği vurgulamak isteriz. Cumhuriyet, mutlakiyet ve meşrutiyetin karşıtıdır ve hiç bir beşeri sistemin özelliği de değildir. Ama o, İslâm’ın gereğidir. Çünkü, başta şûra olmak üzere yukarıda özetle açıklanan şartlar çerçevesinde oluşturulacak yönetimi peygamberlik hilafeti olarak açıklayan ve babadan oğula intikal şekli olan saltanatı meliklik/krallık olarak vasıflandırıp yeren bizzat peygamberimiz olmuştur. (Feyzül-Kadİr Hn. 4147)
Adâletli ve faziletli bir yönetim için demokratikleşmiş bir cumhuriyet gibi yönetime canlılık, etkinlik ve kutsallık kazandıracak yasalar manzumesi de önemlidir.
Yönetime esas olacak yasalar-değerler manzumesi meselenin özü olmakla ve Müslümanlar için hayatî bir önem taşımakla beraber ayrı bir problemdir.
Bu ana problemin demokratik bir cumhuriyette vahiy ve aklın ışığında “İslâm’ın değiştirilemez ilkeleri” ölçü alınarak yapılacak tercihlerle çözüme kavuşturulabilmesi mümkündür. Zira başta temel haklar ve özgürlükler olmak üzere pek çok alanda İslâmî ilkelerle insanların saygı duyduğu evsensel ilkeler arasında benzerlikler hatta örtüşmeler vardır.
İslâm’ın özelliği ilkelerine, Allah’a ve âhiret hayatına imanla canlılık ve etkinlik kazandırmış olmasıdır.
Yukarıda sunulan bilgiler ışığında tarihî süreç içinde muhtelif ülkelerde gerçekleştirilmiş cumhuriyeti, kurucuları ve kurucularının amaçları ve eylemlerinden bağımsız olarak İslâm’ın onay verdiği bir seçim sistemi olarak değerlendirmek gerekir.
Burada önemli bulduğumuz bir diğer hususa daha açıklık getirmek isteriz.
Uzun İslâm tarihi boyunca kurulmuş İslâm devletlerinde meşru görülen yönetimin babadan oğula intikali sistemi İslâm’a değil, tarihî şartlara ve İslâm adına oluşumları meşrulaştırma gereği duyan veya baskılara maruz kalarak zaruret prensibini işleten ilim adamlarının içtihatlarına dayanmaktadır.
Yönlendirici ve kurumsallaştırıcı İslâm hukukuna yürekten bağlı liyakatli yöneticilerin idaresinde istikrara ve başarılı atılımlara vesile olabildiyse de, mutlak veraset sisteminin sistem olarak Kur’ân ve Sünnet’ten onay alamayacağı açıktır.
ALİ RIZA DEMİRCAN
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
Önceki yazımızda Yûsuf 12/76 ayetini kısmen ele almıştık. Bu yazımızda ise ayetin ele almadığımız yönleri…
Eksikleri Varsa da Doğruya Yakın Bir Görüş Mirat Haber olarak, İslam'a aykırı olmadığı müddetçe, her…
View Comments