islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4852
EURO
36,4080
ALTIN
2.960,47
BIST
9.359,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

‘İslâm Siyasetinde Bir Sosyal Devlet Modeli Var mıdır?’

‘İslâm Siyasetinde Bir Sosyal Devlet Modeli Var mıdır?’
4 Nisan 2017 08:39
A+
A-

Hz. Peygamber (sav), yürütmüş olduğu devlet başkanlığını hiçbir zaman despotik ve buyurgan krallık sistemi olarak görmemiş. Hz. Peygamber (sav), hayatı boyunca kendisinin hükümdar bir peygamberden çok “kul peygamber” sıfatını taşıyan bir sosyal/hizmetkâr lider olduğunu göstermiştir. Halktan kim olursa olsun, onunla (sav) her zaman direkt temas kurabilmiş ve derdini ona (sav) kolaylıkla anlatabilmiştir.

İslâm, bir ümmet/toplum olarak Müslümanların hak ve hukuk çerçevesinde organizeli olarak birlikte kardeşçe yaşamasını istemektedir Bu da ancak siyasî/idarî bir organizasyon olan devlet eliyle ancak gerçekleştirilebilir. Devletin şeklî yapılanması ve yönetim tarzı, zaman ve mekâna göre tamamen Müslümanların tercih ve inisiyatifine bırakılmıştır. Bununla birlikte İslâm’da her ne kadar standart bir (sosyal) devlet modeli bulunmuyorsa da hem Kuran ve Sünnet’in emir ve önerilerinden, hem de asr-ı saadetteki uygulamalardan yola çıkarak, İslâmî devlet modelinin sosyal politikalarına dair ilkesel özelliklerini somut olarak belirleyebiliriz. Kısaca “Sosyal İslâm” olarak tanımladığımız İslâmî sosyal devlet modelimizin iki temel esası bugün burada açıklanacaktır.

Sosyal Refahı Esas Alan Hizmetkâr Bir Devlet

Çağımızda refah devleti veya sosyal refah devleti, halkın mümkün mertebe ileri bir boyutta sosyal refaha kavuşturulması ve sosyal adaletin sağlanması maksadıyla, iktisadî ve sosyal hayata aktif ve kapsamlı bir biçimde müdahale eden sosyal devlet modeli olarak tanımlanmaktadır. Halkın sosyal refahını sağlamak isteyen devletler, bütün vatandaşlarına fırsat eşitliği çerçevesinde en azından asgari hayat standardının gereklerini temin etmeye çaba gösterir.

İslâmî sosyal devlet (Sosyal İslâm), tıpkı sosyal-refah devlet modelinde olduğu gibi halklarının refah içinde yaşamalarına yönelik tedbir ve sosyo-ekonomik politikalar oluşturan hizmetkâr bir devlettir. Yoksullukla mücadelenin ötesinde sosyal-refah toplumu oluşturmak, Sosyal İslâm’ın ana gayelerinden birisidir. Buna göre Müslüman toplumunun üyelerinin her birisinin asgarî seviyede de olsa sosyal güvenceleri sağlanmış olmalıdır. Bir başka ifadeyle asgarî geçim düzeyinin teminin yanında ekonomik gelişme ile beraber âdilane bir şekilde herkesin hayat kalitesi artırılmalıdır.

Sosyal İslâm modelinin kaynağı Kuran’ın yanında Sünnettir. Medine İslâm devletinin kurucusu olan Peygamberimiz (sav) haddizatında hem kurumsal sosyal-refah modelinin temel ilkelerini ortaya koymuş, hem de hizmetkâr liderlik anlayışı çerçevesinde halkına her türlü hizmette bulunarak, uygulamalı olarak örnek olmuştur. Mesela Hz. Peygamber (sav), Medine’de mescit inşa edilirken, herkesle birlikte o (sav) da çalışmış ve kerpiç taşımıştır. Hendek Savaşı öncesi Medine’nin etrafına hendekler kazılırken, bizzat kendisi de çalışmıştır.

Bir devlet başkanı olarak Hz. Peygamber(sav), Medine’deki toplumsal değişimin etkilerini de dikkate alarak, bireysel alanda ortaya çıkan yeni sosyal sorunlar karşısında bizzat kendisi manevî sosyal hizmetlerde bulunmuştur. Hz. Peygamber (sav), kurduğu Medine İslâm Devleti sayesinde bugün modern sosyal devletlerin kamusal sosyal politika uygulamalarından olan dezavantajlı sosyal kesimlere yönelik sosyal koruma hizmetlerinin oluşturulmasına yönelik temellerini atmıştır. Bir devlet başkanı sıfatıyla beyan ettiği şu söz, İslâm devletinin öncelikli görevlerinin başında başta yardıma ve desteğe muhtaç olan sosyal kesimler olmak üzere halkına hizmet etmek olduğunu açıkça göstermektedir:

Kişinin ölümünde bıraktığı mal, varislerine aittir. Borç ve yoksul aile bırakan kişinin yükü (sosyal himayesi) ise, bize (devlete) aittir.”(Buhari; Tecrid-i Sarih Tercümesi; C. 7; hd. No: 1077).

Halkla direkt temas kurmak, onların derdini dinlemek ve sorunlarına çözüm bulmak, Müslüman devlet başkanının ve ona bağlı valilerin (yöneticilerin) aslî görevlerindendir. Siyasî liderlik alanında örnek bir devlet başkanı olan Hz. Muhammed (sav), özellikle sabah namazından sonra insanlarla sohbet eder, gördükleri rüyalarını tabir eder, onlara nasihat eder ve sorunlarını aktaranlara da çözüm önerilerinde bulunurdu. Kendisine ulaşamayan diğer vatandaşların özel sorunlarına da çözüm bulabilmek adına toplumun bütün fertlerinin sosyal iletişim kurma konusunda duyarlı olmalarını şu sözleriyle istemiştir:

“Ulaştırmaya gücü yetmeyenlerin ihtiyacını bana ulaştırın. Kim anlatamayanın derdini bana ulaştırırsa, Allah büyük korku gününde (mahşerde) onu emniyette kılar.”(Kadı Iyaz; 2004: 145).

Hz. Peygamberin (sav) devlet başkanı olmanın getirdiği rutin idarî işlerin yanında özellikle kimsesiz ve kendi hâlinde olan insanlara karşı beslediği merhamet ve sosyal duyarlılığı ile ilgili birçok örnek vermek mümkündür. Mesela Uhud savaşında babasını kaybetmiş ve 7 kız kardeşiyle birlikte yalnız başına kalıp dul bir kadınla evlenmek zorunda kalmış olan Câbir b. Abdullah’ın maddî sıkıntılarını gidermek adına o zor dönemde dahî bir formül bulmuştur. Hz. Peygamberin (sav) onun zayıf devesini piyasa fiyatıyla (veya onun üstünde) satın alıp, satın aldıktan sonra da devesini yine ona hediye etmiş olması, yoksullara incitmeden nasıl sosyal yardımda bulunulması ve onların sosyal refahtan nasıl yararlanmaları gerektiğini göstermesi bakımından çok manidardır.

Hz. Peygamber (sav), yürütmüş olduğu devlet başkanlığını hiçbir zaman despotik ve buyurgan krallık sistemi olarak görmemiş. Hz. Peygamber (sav), hayatı boyunca kendisinin hükümdar bir peygamberden çok “kul peygamber” sıfatını taşıyan bir sosyal/hizmetkâr lider olduğunu göstermiştir. Halktan kim olursa olsun, onunla (sav) her zaman direkt temas kurabilmiş ve derdini ona (sav) kolaylıkla anlatabilmiştir.

Adaleti ve Eşitliği Esas Alan Bir Hukuk Devleti

Adalet, hak, hukuk, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygunluk ve doğruluk anlamlarına gelen hem ahlâkî bir erdem, hem de bütün insanların eşit yaratıldığını ve dolayısıyla fırsat eşitliği doğrultusunda herkesin sosyal-refah içinde yaşamayı hak ettiğini ifade etmek isteyen hukukî bir terimdir. Sosyal İslâm’ın kaynağı, şer’i hükümlerdir. İslâm devleti, Hz. Peygamber (sav) tarafından tamamlanmış ahlâkın güzel ilkelerini benimseyen, fertlere şeriat hükümleri doğrultusunda hukuk güvenliği sağlayan âdil bir devlet düzenidir. Kuran’a göre bir devletin hukuk sistemi (terazisi) doğru (âdil) olmalıdır. Bu da ancak adalet ile mümkündür. Allah, geniş anlamda terazi sembolüyle verdiği adaletin nasıl uygulanacağını aşağıdaki âyetle açıklamaktadır:

“Ve tarttığınız zaman, şaşmaz (doğru) bir teraziyle tartın. İnsanların hak ettikleri şeylerden, yoksun bırakmayın ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak, karışıklık çıkarmayın.” (Şuara (26): 182-183).

Hz. Peygamber (sav), Medine İslâm devletinin ve cumhurun reisi olarak insanların hak ettikleri şeyleri her zaman vermiştir. Veremediği zamanda başkasından borçlanarak, hak sahibini hakkını teslim etmiştir. Şu hadis-i şerifi bu yönüyle şok manidardır:

“İnsanların en hayırlısı, hak sahibi olanlara haklarını verendir. Hak sahiplerinin, haklarını zahmetsizce alamadığı bir millette hayır yoktur ve o millet iflah olmaz.”(Kandehlevi; II: 139).

Âdil olmayan bir devlet, insanların mal ve mülkleri (sosyal güvenceleri) gibi maddî haklarını koruyamayacağı gibi bu zulmünden dolayı toplumsal barışı tehdit eder ve bozgunculuk yaparak, sosyal nizamı da bozar. Dolayısıyla Sosyal İslâm modelinin temelinde hukukî kaideler bulunmaktadır. Hukukî kaidelerin siyasî, iktisadî ve sosyal hayatta geçerlilik kazanması durumunda insanların sosyal hakları korunmuş ve haksız rekabetin olmadığı ideal bir dayanışma toplumu meydana gelmiş olacaktır. Devlet başkanı dâhil hiç kimse şer’i hükümlerin dışına çıkamayacağı gibi İslâm hukukuna aykırı kanunlar da çıkaramaz. Onun için İslâm toplumunun fertleri, hem kendi bünyesinde, hem de devlet idarecilerini seçerken, adalet çizgisinden ayrılmamalıdır.

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, takvaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(Maide: 8)

İdareciler de insanlar arasında hüküm verdiklerinde adalet ilkelerine uygun tarzda karar vermeleri gerekmektedir. İlgili âyet, tam da bu noktaya işaret etmektedir:

“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”(Nisa: 58).

Sosyal İslâm, devlet başkanının ve idarecilerin İslâm hukukuna (İslâm anayasasına) uygun hareket etmelerini sağlayan şura gibi yargısal denetim mekanizmaları da getirmektedir. İdarenin kanunî/meşru olmayan düzenlemelere ve keyfi hareketlerine karşı vatandaşların hukuken korunmaları için, idarenin yargı denetimine açık olması, İslâm devleti mantığına göre zaruridir. Adaletle hükmeden, adalete saygı gösteren, adalet dağıtan kurumlara ve mahkemelere müdahale etmeyen âdil devlet başkanlarına yönelik çok sayıda müjdeleyici hadis-i şerifler bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesine burada yer verelim:

“Verdiği hükümlerde (kararlarda), ailesinin ve halkın yönetiminde adaletli davranan yöneticiler, kıyamet gününde Allah Teala’nın yanında nurdan yüksek koltuklar üzerinde otururlar.”(Müslim; İmare: 5).

Sosyal İslâm, adaleti İslâm hukukunun bir âmir hükmü olarak gördüğü için, aynı zamanda buna bağlı olarak eşitlik ilkesini de benimseyen ve tatbik eden bir devlettir. Eşitlik, bedenî, dinî, ırkî ve(ya) sosyal özellikleri ne olursa olsun, insanlar arasında hukukî, sosyal ve siyasî haklar yönünden ayırım bulunmaması durumudur. İslâm hukukunda kanun (mahkeme, hâkim) önünde eşitlik ilkesi, adalet ilkesi ile eş anlamlıdır. Sosyal İslâm, eşitlik ilkesini sadece hukukî boyutuyla ele almamakta toplum hayatında da geçerli olması gereken ahlâkî bir davranış olarak da görmektedir. Buna göre eşitlik ilkesini her alanda uygulamak, adaleti sosyal hayatta da işlerlik kazandırmak anlamına gelmektedir. Bu bağlamda İslâm devletinin yöneticilerinin vatandaşlarına eşit davranmaları şarttır, yöneticilerin bu eşitlikçi yaklaşımı da insanlara âdil davranmanın ne kadar önemli bir sosyal devlet ilkesinin olduğunun bir göstergesidir.

Allah nasip ederse gelecek yazılarımızda da Sosyal İslâm’ın diğer temel esaslarına temas edeceğiz.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.